HUZUR ARAYIŞI

Çalan Telefonlar. Çığlık Atan Sirenler. Gürültülü Müzik. Korna Sesleri…

Sessizlik Tuşuna Bas
Bu kadar probleme yol açıyorken, hayatı-mızın içine giren ürkütücü miktardaki bu gürültüyü neden tolere ediyoruz?<p>
Bir sebebi, yaşadığımız toplumun sessizliğe tam olarak izin vermemesi. Blomberg, “Gürültüyü teknolojiyle ilişkilendiren bir kültürden geliyoruz” diyor. Jet uçakları ve bilgisayar tıkırtıları, sıkı çalışma ve yeni buluşlarla bağdaştırılıyor; gelişen bir ülkenin sembolü hâline geliyor. Sessizliğin çağrıştırdıkları ise, lüks, tembellik ve mola: Bunlar pek önemli hedefler değil. Duymadığımız şeylere kolay kolay inanmıyoruz, bu da bazı hibrid araba üreticilerinin neden araçlarına ses eklemek zorunda kaldığını açıklıyor. Blomberg, “Yaşadığımız dünyanın gürültülü olması gerektiği gibi bir varsayıma sahibiz” diyor.
Bireysel açıdan baktığımızda, hoşlanmadığımız sesleri (kavgacı komşular, çim biçme makineleri gibi) hoşlandıklarımızla boğmaya çalışıyoruz (Muhteşem Yüzyıl’ı izlerken sesi sonuna kadar açmak gibi). Fakat In Pursuit of Silence: Listening for Meaning in a World of Noise kitabının yazarı George Prochnik, buradaki paradoksa dikkat çekiyor: “İnsanlar bir çeşit ses geçirmezlik aracı olarak daha fazla ses kullanıyor.” Neden bunun yerine sessizliği aramıyoruz? Prochnik, kitabını yazarken izolasyon tankları da dâhil olmak üzere dünyadaki en sessiz yerleri araştırmış. Trappist keşişlerinden aldığı bir derse işaret ediyor: “Herhangi bir dış uyarıcının olmaması, bizi kendi içimize bakmaya zorlar.” Bunun keşişler için çok iyi olduğu kesin. Ama pek çoğumuz için düşüncelerimizle başbaşa bu kadar uzun zaman geçirmek, itiraf edelim ki ürkütücüdür.
Yine de, manastır yaşamından öğrenebileceğimiz bir ya da iki şey var. Tam bir sessizlik pratikte mümkün olmasa bile, etrafımızı çevreleyen kaostan ara sıra kaçabiliriz. Healing at the Speed of Sound kitabının yazarlarından Alex Doman, günde 10 dakikalık “sessizlik molaları” vermeni tavsiye ediyor. Ofisin kapısını kapat, sakin bir park köşesine yürü veya banyoya girip ses geçirmeyen kulaklıklar tak. (Ama kulaklıkla müzik dinleme.) Bu, gürültüye stresle tepki veren bedenin için bir dinlenme süresi olacak ve karşılaşabileceğin rahatsızlıkları önleyecek. Böyle molalar, aldığı onca uyaranı işlemesi için beynine gerekli süreyi de verir.

Araştırmacılar, gürültüye karşı tampon görevi görerek seni koruyacak bir teknik keşfetmiş. Buna “farkındalık meditasyonu” adı veriliyor ve oldukça basit: Oturuyor ve normal şekilde nefes alıyorsun. Sadece nefes alıp verişine odaklanıyorsun. Aklın her neredeyse, onu sadece nefesine dikkat etmeye çağırıyorsun. Brown Üniversitesi’nde bu meditasyon üzerine yapılan çalışmaların öncüsü olan Doktor Catherine Kerr, “Normalde zihnimizi eğitmek zordur. Vahşi bir yaratık gibi canı nereye isterse oraya gider. Farkındalık meditasyonu yoluyla öğrendiğin şey, seni rahatsız eden düşünce ya da ses neyse, onun gitmesine izin vermek ve dikkatini tekrar nefesine yoğunlaştırmak. Günde birkaç dakikanı buna ayırırsan, sahip olacağın yeteneği gürültülü bir çevrede de kullanabilir hâle gelirsin” diyor. Kerr’in denekleri, ilerleyen zamanlarda meditasyon yapmasalar bile rahatsız edici sesleri duymamaya başlamış ve bu son derece kolaylaşmış.

Prochnik’e göre belki de gürültüden kaçış yolları aramaktan daha önemli olan, sesle ilgili yeni deneyimler oluşturman. Örneğin bir parka git, bir ağacın altına otur ve kuşların sesini dinle. Alternatif sesleri ve sessizliği dene. Prochnik, “İşin sırrının dengede olduğuna inanıyorum. Gözden kaçırdığımız bu. Korkutucu olan, sürekli seslerle çevrelenmiş olmak” diyor. Sessizlik, etrafta hiçbir ses olmaması demek değildir. O aynı zamanda daha fazla duymak anlamına da gelir; hayata dair en kısık tondaki sesleri bile.

Acaba gerçekten öyle mi? Aslında, bilincin bütün bu sesleri geri plana atabilir ama bedenin her şeyin farkındadır. Yeni yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çevresel gürültü ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Üstelik bunlar sadece uyku bozuklukları ve öfke gibi tahmin edilebilen problemlerle sınırlı değil. Mide rahatsızlıkları, bağışıklık sisteminin zayıflaması, hatta kalp hastalıkları da gürültü kirliliği ile ilişkilendiriliyor. Dünya Sağlık Organizasyonu (WHO)’nun 2011 yılında yayımladığı bir raporda, gürültünün özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin şehirli nüfusu üzerinde yol açtığı etkilerden söz edilmiş. Trafik gürültüsü nedeniyle her yıl bir milyon kişi hastalanıyormuş. (Uyku bozukluğunun beraberinde sağlık problemleri de getirdiğini söylemek yanlış olmaz.) Amerikan Nüfus Dairesi’ne göreyse, insanların oturduğu semte dair en büyük şikâyeti, caddelerin gürültüsüymüş. Öyle ki bu, işlenen suçlardan bile fazla rahatsız ediyormuş insanları…

Bu kadar büyük problemlere yol açan bu meseleye çözüm üretmek için elbette devletlerin harekete geçmesi gerekiyor. Ama konumuz bu değil. Belki de sen, zihinsel ve fiziksel sağlığın söz konusu olduğunda, bir anlık sessizliğin en az sağlıklı bir diyet ya da egzersiz programı kadar önemli olduğunu göz ardı ediyorsun. Yapılan araştırma sonuçları ve uzmanlar aynı fikirde değil: Onlar, gün içerisinde yakaladığın sessizlik anlarındaki artışın, beden ve ruh üzerinde büyük faydaları olduğunu söylüyor. O değerli anları geri kazanmalı ve faydalanmaya başlamalısın. Peki ama nasıl?

Gürültünün Dibine Vurmak
Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Noise Pollution Clearinghouse’un yöneticisi Les Blomberg, geçtiğimiz 10 yılın, tarihteki en gürültü yıllar olduğunu söylüyor. Arabalar (bir numaralı gürültü kaynakları), 2009 yılında 1980’e göre yaklaşık iki kat fazla yol katetmiş. Bir diğer suçlu olan kargo uçaklarının da sayısı son 15 yılda ciddi oranda artmış. Aslında endüstrileşme süreci başladığından beri gürültü katlanarak çoğalıyor: Artık arabalar kilitlendiğinde ses çıkarıyor, toplu taşıma araçlarından elektronik bilet sesleri yükseliyor, hatta cep telefonuyla konuşan insanlar bile daha fazla bağırıyor.
Bütün bu kontrolsüz artış, zihin ve bedene büyük bir stres yükü bindiriyor. Blomberg’e göre gürültü, “birinin kafatasının içine girip onu sarsmak” gibi. Ve tıpkı diğer stres kaynakları gibi, seni aksiyona hazırlayan sinirsel ve hormonal sinyallerin bir kombinasyonu olan “savaş veya kaç” tepkisini tetikliyor. Yanıt olarak bedenin kortizol ve adrenalin salgılıyor, kan basıncı ve kalp ritmi yükseliyor.

WHO’da çalışan bilim insanlarından, 2011’de yayımlanan rapor için yapılan çalışmaların öncüsü Doktor Rokho Kim’e göre problem, gürültüyle devamlı olarak kuşatılıyor oluşumuz.<p>

Bedenimiz, kendini yenilemek için ihtiyaç duyduğu “bir şey yapmama” zamanına sahip değil. Sürekli iradesi dışında sinirsel ve hormonal tepkiler vermek zorunda kalıyor; stres üreticisi olan kortizol artışı da bunlardan biri. Zamanla, bedenin sürekli hazırolda duruşu, her şeyi daha da kötüleştiriyor. Stres hormonları bağışıklık sistemini zayıflatıyor, kronikleşen yüksek tansiyon kalp hastalıklarına kapı aralıyor.<p>

Beynin de aynı oranda acı çekiyor. Bir ofis ortamında yürütülen bir çalışmada, çok yüksek seviyede olmayan geri plan gürültüsünün (kapıların açılıp kapanması, fotokopi makinelerinin sesi, iş arkadaşlarının konuşmaları) bile, çalışanların verimliliğini azalttığı, yorgunluk hissine yol açtığı ve konsantre olmalarını zorlaştırdığı görülmüş.<p>

Gürültünün yüksekliği ve onu duyarak geçirdiğin zamanın artması da risk unsuru. 55 desibelin üstü, yüksek ses kabul ediliyor. (Referans olarak; bir buzdolabının çalışma sesi 40 iken, trafikte çıkan ses 85 desibel.) 55 desibelin üzerindeki sesler, daha alçak seslere oranla daha çok strese yol açıyor. Bir de kontrol edilemeyen, beklenmedik zamanda ortaya çıkan kesik kesik sesler var ki, bunların sürekliliği çok daha kötü. Seslerin üzerinde ne kadar az kontrolümüz olursa, o kadar strese giriyoruz ve verdiğimiz tepki aynı oranda şiddetli oluyor.

Bugünlerde dünya, çılgıncasına bir gürültü çıkaran devasa bir ses sistemine bağlanmış gibi görünüyor. Ve bütün bu gürültü kirliliğinin etkilediği tek şey, tırmalanan kulakların değil. Genel sağlığın ve mutluluğun da büyük bir risk altında. Sen de etrafında bitmek bilmeyen gürültülerle birlikte yaşamaya çalışıyorsan, kaçış yollarını öğrenmek için bu yazıyı oku. Çünkü senin gibi bizim de tek istediğimiz, sessizlik ve huzur.

Geçtiğimiz yıl , çılgın bir kar fırtınası varken evden dışarı çıkmıştım. Gökten dönerek düşen iri kar tanelerinin arasında kalakaldım bir an… Hiçbir ses yoktu. Ne araba, ne bağıran insanlar, ne de havlayan köpekler. Kar, en küçük seslere kadar çevredeki her şeyin üzerini yumuşacık bir battaniye gibi örtmüştü.

Birkaç saat sonra, bu sessizlik başladığı gibi bitti. Çamurlanan yollar, kar kazıma sesleri, temizleme makinelerinin homurtusu bir anda rüyayı sona erdirmişti. Sessizlik ve huzur gelip geçiciydi. Pek çoğumuz, gündelik hayatın etrafımızı saran anlamsız sesleri içinde neler kaçırdığımızı fark etmiyoruz bile… Trafik sesleri, inen uçakların uğultusu, hatta yan odada konuşan insanların mırıltıları. Hepimiz bütün bunlara alıştık.

Müziği Duy
“Sükût altındır” kuralının bir istisnası var: Müzik. Pink ya da Pavarotti olması fark etmez. Bir şarkı din­lemeye başladığında bir süre sonra keyfin yerine gelir. Geçtiğimiz yıl, Kanada’daki McGill Üni­versitesi araştırmacıları, müzik dinlemenin ken­dini iyi hissetmeni sağlayan dopamin kimyasalının, beynin ödül merkezinden salgılanmasına neden olduğunu bulmuş. Beyin, benzer tepkiyi alkol ve tatlı yiyeceklere de veriyor. Heal­ing at the Speed of Sound kitabının yazarlarından Alex Doman, “Doğru müzik, diğer seslerden farklı olarak dikkatini yoğunlaştırmana yardımcı olur. Dikkat dağıtan ve strese neden olan sesleri bloke eder” diyor. Sakin şarkıların yatıştırıcı etkisi olmasında şaşırtıcı bir şey yok. Böyle müzikler dinle­mek nefes alış verişimizi ve kalp ritmimizi yavaşlatıyor. (İşte bu nedenle yoga seansları sırasında New Age çalınıyor.) Doman, tempolu müziğin ise kafein etkisi yaptığını söylüyor. Dinlenmeye ya da kon­santre olmaya ihtiyacın olduğunda (örneğin bir rapor yazarken), orta tempoda enstrümantal müzikler (Bach Konçertoları gibi) dinleyebilirsin.

Derleyen: Sibel Yeşilçay

 

 

 

BENZER YAZILAR