Her şeyden önce söylemem gereken şu: Çırılçıplak olma konusunda utangaç biriyimdir. Kilitli kapılarardında bile, terli giysilerimi değiştirirken bir havluya sarınırım. Masaja gittiğimde iç çamaşırlarımı çıkartmam. Işıklar kapalı olarak yapılan seks favorimdir. Tipik takıntılarım vardır işte… Bacaklarım ince olmalı, imha edilmemiş bir gram bile karın yağım olmamalı. Sadece bikini giymeyi istemem bile çabalamam içinyeterli. İşte bu nedenle, ılık bir bahar sabahı spor sütyenimi ve koşu şortumu giydim. 5K’ya katılacaktım. Ama bu senin bildiğin tarzda bir yarış koşusu değildi. “Fig Leaf 5-K” denilen bu koşu, Atlanta’ya bir saat mesafedeki Paradise Valley adlı bir çıplaklar kampında yapılacaktı ve katılımcıların üzerinde ayakkabı haricinde hiçbirşey olmayacaktı.
Görünür olmaktan hoşlanmayan biri, neden böyle bir etkinliğe katılmak için imza atsın ki? Hayır, bir iddiayı kaybettiğim için değil. Beni motive eden, tam bir koşu delisi olan erkek arkadaşım Chris oldu. Altı kez yarı maratona, iki kez tam maratona ve pek çok kısa koşuya katılmamın ardındaki ilham kaynağı odur. Hatta bir, iki kez ödül bile kazandım. Chris, FigLeaf’e art arda üç yıl katılmıştı ve ne kadar eğlenceli olduğunu anlatmakla bitiremiyordu. Benim için bu o kadar uç bir aktiviteydi ki, sonunda şu kararı vermiştim: Yeni bir tür meydan okumanın verdiği adrenalin hoşuma gidecekti. Fakat büyük gün yaklaştıkça, bu yarışı sadece bir macera olarak görmekte zorlanmaya başladım. Çıplak vücudumla bir grup yabancının arasında olma düşüncesi yeterince dehşet vericiyken, bir de koşarken fazlalıklarımın sallanması büsbütün küçük düşürücü olacaktı.Yarış sabahı kampa ulaştık. Kabinlerin arasına serpiştirilmiş çadırlar ve 1970’lerden kalma karavanlardan oluşan bir orman kampıydı. Kayıt olduk ve numaralarımızı aldık. Numaraları sabit boya ile kollarımıza yazdılar. O an Chris’e dönüp şöyle dedim: “Ben ne halt ediyorum?”
Biraz cesaret!
Güldü ve sanki duşa girecekmiş gibi rahatlıkla tişörtünü ve şortunu çıkarttı. Bense yarıştan önce biraz içmenin bir yolu olup olmadığını düşünüyordum. Kendime moral vermek için “Hiç kimse burada olduğunu bilmiyor! 25 dakika sonra bitmiş olacak!” dememe rağmen, ısınma hareketlerine başladığımızda hâlâ sinirlerim bozuktu. Birkaç adam soyunmuştu bile. Onlara bakmamaya çalıştım ama gözlerimi kaçıramıyordum. İki dakika sonra Chris başlangıç çizgisine ulaşmış durumdaydı. Bense kapının ardında tereddütle bekliyor, durmadan kendime şortumu ve sütyenimi çıkartmam gerektiğini söylüyordum. Bu sırada yarış organizatörü bir anons ile bunun “tercihli” bir yarış olduğunu hatırlattı. İstediğimiz kadar çok veya az giyinebilirdik. Ayaklarımı başlangıç çizgisine sürüklediğimde, giysilerimin kesinlikle orada olduğunu kendime hatırlatma ihtiyacı hissettim. Diğerleri çoktan hazırlanmıştı. 60 civarında katılımcı vardı ve bunların bir düzinesi kadındı. Yarısı tamamen giyinik durumdaydı. Kimseye temas etmemeye çalışarak ilerleyip Chris’i buldum. Çorapları ve spor ayakkabıları haricinde üzerinde bir şey yoktu. Birisi “Otuz saniye!” diye bağırarak geri sayımı başlattı. Derin bir nefes aldım. Aniden giysilerimi çekip çıkarttım ve yere attım. Lanet olsun ki sonuçta bu çıplak bir yarıştı ve ben deli olabilirdim ama dönek olmayacaktım.
Ve başlıyoruz…
Megafondan başlama sinyali verildiğinde yerimizden fırladık. Sadece çorap ve ayakkabı haricinde çıplak olduğun zaman ne kadar acayip görüneceğini hayal edebilir misin? Şimdi 60 kişinin aynı anda çorap ve ayakkabı haricinde çıplak olarak koşarken ne kadar acayip görüneceğini düşün. “Rahatlık” saçmalığını da unut. Yarış boyunca B ölçüsündeki göğüslerim o kadar çok itilip kakıldı ki bir noktada onları ellerimle kavrayarak kapattım ve birkaç metreyi bu şekilde koştum. Dirseklerim sağa sola savruluyordu, bu hâlimle çok daha gülünç görünüyordum.
Yer yarılsa da…
Şöyle bir geriye gidip bu işin nasıl başladığını düşündüm. Chris, tıpkı bir elf gibi göründüğü doğum günü kostümünün içinde “Bunu yapmamızı ister misin?” diye sorduğunda kafası gayet iyiydi. Ona dik dik bakmış ve beni uyarmak ister gibi kafamın içinde durmadan çalan aptal şarkıyı susturmaya çalışmıştım. Şarkı şöyle diyordu: “Memelerin sallanıyor mu? Bir ileri bir geri sallanıyor mu? Onları bağlayabilir misin? Onlara boyun eğdirebilir misin? Memeleriiiiinnn sallanıyorr mu?” Bu hiç komik değildi. Önümüzdeki yarışmacıların, rota boyunca sıralanmış olan kişilerin görünüşü de öyle… (Beni asıl dehşete düşüren, onların yarısının giyinik olmasıydı. Bu durum olayı bir yarıştan çok röntgenciler için düzenlenmiş bir şova dönüştürüyordu.) Hafif hafif sallanmakta olan göğüslerimin gölgesini görmek epey rahatsız ediciydi. Bu kadar huzursuz olmasaydım bütün bu absürtlüğe gülüp geçebilirdim. Bu deneyim bana “yer yarılsa da içine girsem” deyiminin gerçek anlamını öğretmişti.
Beş kilometrelik parkurun yarısına geldiğimizde Chris’le üçüncü sıradaydık. Sadece 20 dakikada, 32 yıllık hayatımda görmediğim kadar çok penis görmüştüm. Giyinik birinin yanından geçerken “düzenbaz!” diye çığlık atmak istiyordum. Diğerlerine yoğunlaşmak, buraya gelmek için bir de para ödediğim düşüncesinden uzaklaşmamı sağlıyordu. Bitiş çizgisine uzandığımızda, hemen sütyenimi ve şortumu bıraktığım yerden kaptım. Çizgiyi geçmemizle birlikte (tam 25 dakika 16 saniye sonra) giyindim. Ödül töreni havuz kenarında yapıldı. Ben ikincilik ödülümü aldıktan sonra, Chris bira arayışına çıktı. Yarım saat sonra ikimiz de çakırkeyif olmuştuk. Etrafa göz attığımda, yayılmış güneşlenen çıplak bedenlerle karşılaştım. İçimde bir şeylerin harekete geçtiğini hissettim. Bu insanlar zaten her şeyi görmemiş miydi? Yani, ne olacaktı ki? Dahası yoktu ki… Üzerimdeki koşu giysilerini tekrar çıkarttım ve havuza daldım. Serin suyun tenime değişi harikaydı ve şaşırtıcı şekilde kendimi rahat hissediyordum. Yarış boyunca taşıdığım bütün olumsuz düşüncelere rağmen, sanki zaten benim olan bedenimi yeniden kazanmıştım. Eve dönerken kupama bakıp gülümsedim. Onu bileğimin hakkıyla kazanmıştım ama aynı zamanda, spor sütyenimin değerini bir kez daha anlamıştım!
Teninle barışmak
Bunun içinsenin de çıplak koşuya katılman gerekmiyor. Kendini iyi hissetmeni sağlayacak tavsiyelerime göz at ve bedenini sevmeye bir an once başla.
Giysilerin üzerindeyken görünüşün hakkında olumlu düşün.
The Good Girl’s Guide to Bad Girl Sex kitabının yazarı Psikolog Barbara Keesling, “Seni beş kilo fazla gösteren bir aynaya bakman kendini iyi hissettirmez” diyor. Seni daha uzun gösterecek bir ayna edin. Onu zemine daya ve bir duvara yaslan. Bu seni daha uzun ve ince gösterir. Keesling, ışığı biraz kısmanı öneriyor: “Sıcak pembe ya da turuncu tonlarındaki ampuller cilt tonunu açar ve kusurlarını gizler.”
Sevgilinle birlikteyken seksi olduğunu düşün
Kadınlara yönelik ilişki sitesi Happiness.com’un kurucusu olan Psikolog Paul Dobransky,“Erkekler bir kadının bedeninin nasıl olduğundan çok, kadının onu nasıl kullandığıyla ilgilenir” diyor. İşin özü kendine güvenmektir.Özgüvenini arttırmak için, günlük rutinin içinde her an kendini tam bir dişi kedi olarak düşün: Saçlarını tararken, duştan çıktığında, hatta alışveriş yaparken bile…
Plajdayken diğerlerine bak
Güneş gözlüğünü indir ve etrafındaki bedenlere şöyle bir bak. Keesling, bunu yaparsan senin bedeninden çok daha kötü durumda pek çok kişi görebileceğini söylüyor: “Onların nasıl kendine güvendiğini görmek sana bir şeyler öğretebilir.” Azıcık selülitin var ya da o son birkaç kiloyu hâlâ veremedin diye o çok beklediğin tatili kendine zehir etme ve güneşlenmenin tadını çıkar. Herkes öyle yapıyor!
Derleyen: Sibel Yeşilçay / Fotoğraflar: Stephen Lee