Ece Vahaoğlu ile Everest Maratonu ve Koşu Üzerine…

29 Mayıs 1953’te Everest’e çıkan ilk dağcılar anısına 2003’ten beri her yıl 29 Mayıs’ta yapılan Everest Maratonu’nda ilk kez Türk Bayrağı dalgalanmıştı… 

Türkiye’yi temsil eden ilk atlet Ece Vahapoğlu, 14 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasında Nepal’de 21 gün süren zorlu yarışa hazırlandı ve yarı maratonda 21K koşarak Kadınlar’da 4’üncülük derecesini Türkiye’ye getirdi. Everest’te yüksek rakıma, az oksijene ve düşük hava basıncına fizyolojik olarak alışmak ve yokuş yukarı tırmanışlarla o yüksekliğe çıkmak için uzun süre dağda kalınması gerekiyor. Günde beş saat yukarı irtifalara yürüyüş yapıldı. 5 bin 364 metredeki Everest Ana Kampı’na (Everest Base Camp) kadar çıktıktan ve orada Türk bayrağını dalgalandırdıktan sonra, yarış günü durmaksızın koşuldu.

Ece Vahapoğlu yarı maratonda, 4 bin 571 metre rakımdan 3 bin 440 metreye, inişli ve çıkışlı çok zor parkuru, 3 saat 48 dakika koşarak 21 kilometreyi tamamladı ve 4’üncü oldu. Vahapoğlu, Nepalli yetkililerin kendisine verdiği yeni göreviyle gelecek sene Türkiye’den katılmak isteyen sporseverlere destek verecek.

Ece Vahapoğlu’nun Türkiye elçisi olduğu Everest Maratonu, koşu ve trekking disiplinleri ile dünyanın en maceracı maratonu olmasıyla biliniyor. Guiness Rekorlar Kitabı’nda yer alan ve 15 yıldır 29 Mayıs’ta Himalayalar’da gerçekleşen maratonda, dünyanın en yüksek dağı Everest’in 5.364 metredeki ana kampına ulaşıyor. Koşucuların yarış öncesinde yüksek irtifaya alışması için 15 gün yürüdüğü zorlu parkura dünyanın dört bir yanından sporcular katılıyor. Bu macerayı, yarış sonrası bir araya geldiğimiz Vahapoğlu’ndan dinledik.

Dünyanın en zor ve en yüksek maratonuna katılma kararını nasıl aldınız?
Yeniliği ve kendimi geliştirerek aşmayı seviyorum. Zoru başarmak kanımda var. Dünyada yeni şeyler denemek beni heyecanlandırıyor ve besliyor. Maratona katılmak hem ruhen hem bedenen geliştiriyor. Üç senedir aklımda, hayalimde olan bir şeydi; kendimi ancak bu sene hazır hissettim.

Bu yarış için nasıl bir hazırlık yaptınız?
Zaten dört senedir yol yarışlarında koşuyorum. Geçen sene de arazi koşularına katılmaya başladım ve çok sevdim. Genetiğimin hız kadar dayanıklılığa da yatkın olduğunu öğrendim. Nitekim 10 km yarışlardan 21 km yarı maratonlara geçtim. 20-30 km arası arazi yarışlarında koştum. Everest Maratonu tabii her şeyin ötesinde bambaşka, zor bir yarış. 6 bin metre rakımlara çıkmak, daha az oksijenli ortama hazırlanmak, ciğer kapasiteni genişletmek çok başka bir tecrübe. Hem fiziken hem zihnen hazırlanmak gerekli. İstanbul’da oksijeni azaltılmış özel hipoksi odasında koşu antrenmanları yaptım. Haftada bir eksi 110 derecede buz odasına girdim. Bunların dışında rutin spor düzenimi sürdürdüm. Fitness, Pilates ve yogaya devam ettim. Sağlıklı beslendim. İşlerimden dolayı hep yoğundum; fiziksel olarak çok odaklanamadım ama her gece uyurken zihnimde Everest vardı. İç sesime güvenerek gittim.

Yüksek irtifa koşusu çok zordur; bu yarışta kaç metrelerden bahsediyoruz?
Nepal enteresan bir coğrafya, ülkede hiç düz alan yok. Dolayısıyla Everest Dağı’nın da olduğu Himalayalar hep yüksek irtifada bulunan bölgeler. Yarışın yarı maraton kategorisinde 4.400 metreden 3.400’lere indik. Ancak bu irtifa inişi yokuş aşağı 21 km’lik düz bir parkur değildi; inişli çıkışlı ve oldukça dik kayalıkların olduğu bir parkur. O dik yerlerde zaten yürüyorsun. Bu patika koşusu dünyanın en zor ve en yüksek irtifadaki trail maratonu olarak anılıyor. Dağdaki patikalar olduğu için yönümüzü bağlanmış kurdeleler ve GPS haritaları aracılığıyla buluyorduk.

Hava durumu ve coğrafyası nasıldı?
Nepal’in havası sisli, rüzgârlı olduğu ve anlık değişimler gösterdiği için uçuşlar çoğunlukla rötarlı oluyor. İki-üç saatlik rötarlar da değil; tüm gün uçuşlar iptal edilebiliyor. Nitekim giderken bir gün, dönüşte de iki gün rötar yedim. Az gelişmiş, fakir bir ülke ama muhteşem bir coğrafya. Bu maraton yüzünden en verimli çalıştığım ayda işlerime üç hafta ara vermek zorunda kaldım. Sonuçta yüksek irtifaya alışmak için bu süreyi dağda geçirmelisin. Maratona tam altı ay önceden kayıt oldum. protein almaya çalıştık. Neyse ki yumurta vardı. Ama o da soğuk geliyordu çoğu zaman. Bol bol karbonhidrat ve yulaf yedik. İlk hafta iki kilo aldım, enerji gerektiren ne varsa korkusuzca yedim. Yüksek irtifada vücut ağırlığı da değişiyor. Sonra üç kilo verdim, yani Türkiye’ye bir kilo vermiş olarak döndüm. Yanımda kuru et, badem, ceviz, fındık ve hurma götürdüm. Medikal kitim neredeyse 2 kiloydu. C vitamininden balık yağına kadar ayaklı eczane gibiydim.

Nasıl hissettiniz?
Hayatımın en zor macerasıydı. Dünyayı çok gezdim, acıya dayanırım, zorluğu ve macerayı severim. Ama oraya ayak bastığım daha ilk günden “Allah’ım bu 21 gün nasıl geçecek?” diye kendime sordum. Yarıştan önceki 15 gün boyunca her gün belli bir yüksek irtifaya çıkmanız gerekiyor. Her gün farklı bir kampta kalıyorsunuz. Her gün farklı bir yerde ve ilkel şartlarda, soğukta uyumak zordu. Geceleri çok üşüdüm. Dört günde bir duş alabildim ve sıcak su için ekstra para verip damla gibi aksa da şükrettim. İki kere ateşlendim ama çok şükür kusmadım. Akut dağ hastalığının semptomlarını göstermeye başladığım an, doktor solunum ilacını iki katına çıkardı. Yüksek irtifada en çok korkulan şey, akut dağ hastalığı. Bu hastalığın dereceleri oluyor; bulantı, iştahsızlık, halsizlik, baş ağrısıyla başlayan temel semptomları yaşadım ama ileriye gitmedi. Sonrasında ciğerler ödem yapıyor, su topluyor. İşte dağda hayatını kaybedenler bu ikinci kademeye geçenler. Maalesef bizim grupta da iki kişi hayatını kaybetti; yedi kişi kurtarma helikopteriyle indirildi. Bol sıvı almalısın ve sürekli hidrasyonunu sağlamalısın. Deniz seviyesinde oksijen oranı 100 ise 5.364 metredeki ana kampta yüzde 50’lere düştü. Adım attığında dahi yoruluyorsun, her şey ağırlaşıyor. Mesela yüksek irtifada gündüzleri çok uyumaman gerekiyor. Yorgunken o kadar zor ki uyumamak ve kendini oyalamak.

Yarışta kendinizi nasıl motive ettiniz?
O dört saat boyunca kendime hep şöyle dedim: “Ece, tamam çok zorlanıyorsun, kalbin sıkışıyor, bacakların kötü durumda ama geçecek.” Sürekli burnum aktı, tüm maratonu mendillerle tamamladım. Doğaya çöp atamadığımız için yanımda taşıdım. Allah ne verdiyse koştum. Zihinsel olumlamalar yaptım.

Orada nasıl beslendiniz?
Hiç et yoktu; ne kırmızı ne beyaz et; çünkü dağda et transfer edilirken bozulma olasılığı yüksek. Çoğunlukla vejetaryen beslendik. Mercimek çorbası ve haşlanmış sebzelerden protein almaya çalıştık. Neyse ki yumurta vardı. Ama o da soğuk geliyordu çoğu zaman. Bol bol karbonhidrat ve yulaf yedik. İlk hafta iki kilo aldım, enerji gerektiren ne varsa korkusuzca yedim. Yüksek irtifada vücut ağırlığı da değişiyor. Sonra üç kilo verdim, yani Türkiye’ye bir kilo vermiş olarak döndüm. Yanımda kuru et, badem, ceviz, fındık ve hurma götürdüm. Medikal kitim neredeyse 2 kiloydu. C vitamininden balık yağına kadar ayaklı eczane gibiydim.

Hava sıcaklığı nasıldı, nasıl giyindiniz?
Mayıs ayı orası için iyi bir zaman. 5.000 metreden yukarısı hep karlıydı; buzul görüntüleri tabii. Gündüz 10 derece fakat kısa kolluyla pek dolaşamıyorsun, kat kat giyinmen gerekiyor çünkü aniden yağmur veya kar bastırıyor. Rüzgâr baş ağrısı yaptığı için kafanı, ağzını hep kapatman gerekiyor. Mutlaka güneş gözlüğü kullanılmalı. Kesinlikle teknik malzemeden oluşan kıyafetler giymen gerekiyor. Geceleri eksi 10 derece oluyordu ve ısıtması olmayan yerlerde uyku tulumuyla epey üşüdüm. Elektrik yok, gece tuvalete kalkarken kafa lambası kullanılıyor. Böcekler falan belli bir süre sonra sıradan gelmeye başladı. Tavan arasında dolanan fareler gerçekten can sıkıcıydı.

Koşuya dair yeni hedefleriniz neler?
Everest gibi bir yarıştan sonra başka yerler beni ne kadar tatmin eder bilemiyorum ama doğada koşmaya devam. Zaten yol yarışlarına hâlâ katılıyorum; belli organizasyonlarda ısınma ve esnetme hareketlerini ben yaptırıyorum. Hem yol koşuları hem arazi koşuları devam edecek.

BENZER YAZILAR