Kendini Dinle, Sana Ne Diyor?

Hedeflerinize giden yolda doğrularınızı bilin ve onlardan sapmayın. Orhan Omay’ın yazısı 

İster iş seyahati olsun ister tatil, koşu kıyafetlerim ve ayakkabılarım bavulumdan hiç eksik olmazdı. Bilmediğim bir şehre gece yarısı varmış olsam bile, gün koşu günüyse hemen otelden çıkıp şehrin sokaklarında kaybolurdum. Ne olursa olsun “haftada minimum üç koşu” kuralımı 10 senedir bozmamaya çalışırdım. Süre ve hız önemli değildi, 40’lı yaşlarında biri olarak kapasitem belliydi. Koşu yarışlarının “Kaçıncı oldun, süren ne” kısmıyla ilgilenmiyor; koşunun hayat olduğu, hayatın da koşu olduğu gerçeği ile yaşıyordum. Her sene koşulan bir iki yarı maraton, birkaç 10K koşusu, ara sıra eğlencelik trail koşuları ile her şey güzel gidiyordu. Ta ki yakın koşu arkadaşlarımdan ve ailemden, hâlâ maraton koşmamış olduğum gerçeğinin, yıldızı eksik apolet gibi omuzumda durduğunu defalarca duyana dek. “Hadi gel beraber bitiririz” baskılarına dayanamadım. Aslında kendime de itiraf edemediğim merakıma ve limitlerimi test etme arzuma en sonunda yenik düştüm. Ve kısa zamanda, maraton antrenmanlarına gruplar halinde katılmanın, o uzun mu uzun kilometrelerde sohbet etmenin, takım olarak hedefe koşmanın, motive olmanın zehri kanıma girdi.

Önce 2015 Paris Maratonu; arkasından “Doğası nefismiş, 5-6 saatte biter, gerekirse yürürüz” diye gittiğim Kaçkar Ultra Trail 46K; bir ay sonra gözyaşlarına boğulduğum Berlin Maratonu; dinlenmeye vakit ayırmadan “Ne var canım, sohbet ede ede finişi görürüz” diye koştuğum Kapadokya Ultra Trail 36K; PB derecemin 2 saniye üstünde bitirdiğim San Sebastian Yarı Maratonu. Elit atletlere bile senede iki maratondan fazlası tavsiye edilmezken, daha dünün yarı maratoncusu ben, yedi ayda dört maraton koşmuş sayılırdım. Ruhum müthiş dinlenirken ve gençleşirken, bedenim aynı şeyleri söylemiyordu. Her yarış evveli vücudumun farklı yerleri ağrıyor, çekilen MR’larda bir şey çıkmasa da ağrılar durmuyordu. Yarışa günler kala ödem giderici ilacın dozunu artırıp yoluma devam ediyordum.

Ve Şubat 2016, 10K Caddebostan sahil koşusu… Koşunun 4 km’sinde calf çoraplarım patlayacak gibiydi, sanki birileri bacaklarımın içine borularla hava sıkıyordu. Müthiş bir basınç ağrısı ile koşuyu bırakıp eve döndüm. Ertesi sabah gene doktorda güne başladım. Yıllardır işe yarayan “Doktor! Bana ne dersen de ama sakın koşma deme!” serzenişi bu sefer işe yaramamış, sıkıcı fizik tedavi seansları başlamıştı. İlerleyen günlere rağmen kötüleşen bacaklarımla soluğu başka bir doktorda aldım. Ben koşucuların başına gelebilecek en kötü sakatlık olan stres kırığı sanırken, bana daha da kötüsü “kompartman sendromu” teşhisi konmuştu ve her türlü aktiviteden alıkonulmuştum.

Gitgide daha sinirli, daha aksi, daha mutsuz bir ruh haline bürünürken, bir yandan da doktor doktor gezmeye başlamıştım. “Kesinlikle kompartman sendromu değilsin”, “Bir şeyin yok, antidepresan almalısın”, “İki bacağında da sinir sıkışması var, seni ameliyat ettim mi geçer”, “Shin splint olmuşsun”, “Huzursuz bacak sendromu var” diye değişen tanılar ve tekrar eden kan testleri, EMG’ler, röntgenler, MR’lar ile aylar geçiyordu. Fakat bacaklarımdaki ağrılar geçmiyordu. Ağustos ayında Türkiye sınırlarını aşıp Amsterdam’da bir sporcu kliniğine, sonra da Eindhoven’da daha kapsamlı bir sporcu kliniğinde testlere gitmiş, oralardan da eli boş dönmüştüm. Tanı konulamıyordu. Bir yandan, seneye ertelediğim Londra Maratonu ve gidemediğim Ironman yarışı büyük üzüntü yaratmıştı. Kilo alıyor, Instagram’da koşucu arkadaşlarımı takip etmeyi bırakıyor, koşu kıyafetlerimi bavula kaldırıyordum.

Derdime çare bulmak için, Hint Okyanusu ve diğer okyanuslara yelken açmış ortopedist bir dostumla e-posta ile haberleşirken, bana hekim bir büyüğünün lafını hatırlattı: “Hayat sana limon veriyorsa, sen de limonata yap.” Ve ben de limonataların en güzelini yaptım. Hareketsiz kalmamak için tek çarem olan yüzmeye başladım. Değil sadece 100 metre yüzebilmek; yosunlu, karanlık, kayalık, derin yerlerde suya giremiyordum bile. İskeleden atlayıp 2-3 kulaç atıp geri dönenlerdendim. Önce temel yüzme dersleri, sonra daha detaylı teknik dersler almaya başladım. Sonraları, haftada 4-5 güne varan yüzme antrenmanlarımla yüzücü olmaya adımlar attım. Ankara’daki elemelerde dereceye girip Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışı’na katılmaya hak kazandım. Marmaris, Kerpe, Kaş, Kıbrıs, İtalya, Hollanda’da yarışlara katıldım. Artık en büyük korkumu yenmiştim. En derin sularda, dik kayaların dibinde, ciddi dalgalı denizlerde bile yüzebiliyordum. Ama en önemlisi, üzülerek uzaklaştığım, özlediğim koşu dostlarımın yerine yepyeni yüzme arkadaşları edinmiştim. Kişinin kendi içinde, güçsüz kaldığı zaman onu tekrar ayağa kaldıracak gücün bulunduğunu keşfetmiştim.

Sporsuz günler geride kalmıştı. Bütün yaz hedeften hedefe yeni yerler görüp yüzerken, moralsizliğim de geçmişti. Ancak, geçmeyen tek şey bacaklarımdaki ağrılardı. Sanki onlar hiç gitmeyecekmiş gibi yaşıyor, bir kabullenme içinde hayatıma devam ediyordum. Yüzme yarışlarının biten yazla beraber azalması, güzel sonbahar koşu aylarının gelmesiyle içimdeki koşu özlemi tekrar yükselmişti ve ben de çözüm bulmak için tekrar yola çıkmıştım.

Onlarca doktoru, testi ve yaşadığım psikolojik çöküntüyü bir kenara koyup, sakin bir şekilde sıfırdan başlamaya karar verdim. Yüzmede öğrendiğim sabrı bu konuda da göstermeye ve uygulamaya kararlıydım. Yeni gittiğim bir ortopedist, ortopedik olarak her şeyin yapılmış olduğunu ve sorunumu nörolojide çözmem gerektiğini söyleyip, beni bir nöroloğa yönlendirdi. Ve aylar sonra teşhis konulmuştu! Fazla koşmamdan (overuse) kaynaklı olarak duyu sinirlerim hasar görmüştü ve hareket ile alakalı motor sinirlerini etkilemişlerdi. Çok ender rastlanabilecek bir sakatlık olsa da, gene de sakatlıktı ve tedavi edilmesi gerekiyordu. İlaçlar etkisini çok hızlı gösterince, ağrılar birkaç hafta içinde büyük oranda azaldı.

Tedavi biraz uzun sürecekti ama tam sekiz ay sonra, geçtiğimiz Kasım ayında ilk hafif koşumu (6 km) bir rahatsızlık duymadan yaptım. Koşuya başlarken inanılmaz heyecanlanmıştım. Sanki aylardır hazırlandığım maratonun başlangıç çizgisindeydim. Arkadaşlarımın yanımda olması beni biraz olsun rahatlatmıştı. Şimdi haftada sadece bir kere olmak üzere kısa koşulara devam ediyorum. Yakında haftada ikiye çıkabilirim. Ama bu sefer geçmişe bakınca neyi hatalı yapıp yapmadığımı net bir şekilde görüyorum. Belki daha uzun bir süre eski tempomu yakalayamayabilirim ama yakaladığım zaman daha bilinçli olacağımı biliyorum.

BENZER YAZILAR