Tims Production tarafından hayata geçirilen Muhteşem Yüzyıl dizisini keyifle izliyoruz. En dikkat çeken oyunculardan biri de sensin. Yurt dışında eğitim aldın, birkaç yabancı lisan biliyorsun ve enteresan hobilerin var. Ailen seni ne derece yönlendirdi?
Ailem bana ne baskı yaptı ne de zorladı ama her konuda teşvik etti. Mesela keman beni çok sıkıyordu ama devam etmem yönünde cesaretlendirdiler. Hep pozitif yönlendirmeleri oldu. Ingiltere’ye gitmek benim fikrimdi ve onlar da beni bu konuda destekledi. Televizyon izlemek yerine kitap okumak, enstrüman çalmak, resim yapmak gibi becerileri hep ailemden aldım. Bu tür alışkanlıklar zorlamakla olmuyor. Insanın içinden gelmeli. Ebeveynlerin çocuklarını zorlayarak onlara birtakım beceriler kazandırabileceğine inanmıyorum. Onlar kendi varoluşlarıyla bana örnek oldular.
Aldığın eğitim ve görgünün mesleğine katkısı ne kadar oluyor? Mesleğini yaparken birikimlerinin faydasını görüyor musun?
Tabii ki okuduklarım, yaşadıklarım ve tecrübelerim bana yardım ediyor. Genel kültür oyunculuğu besliyor. Sette beraber çalıştığım insanlardan da çok şey öğreniyorum. Bambaşka hayatlardan gelen insanlar bana müthiş eğitim fırsatları sunuyor. Başkalarında olan özellikleri de özümsemek, süzgecimden geçirip faydalanmak hoşuma gidiyor. Son derece meraklı bir insanım. Üç yaşındaki bir çocuk gibi devamlı soru sorarım…
Oyunculuk da mı bir merak unsuruydu?
Tabii ki meraktı; aynı zamanda da ilk başta ürkütücüydü, zaten bu yüzden cazip geldi. Bireyler çocukluğundan itibaren oyuncudur zaten. Biri prenses olur, diğeri büyücü… Çocuklar kendi aralarında oyun oynayarak sosyalleşir. Çocukların hayal dünyası geniştir, kılıktan kılığa girip rol yapmaya bayılırlar. Bu bir deneyimleme ve öğrenme sürecidir onlar için. Benim içimde de hep oyunculuk arzusu vardı. Oyunculuğa başlamak benim için bir cesaret sınavıydı.
Tıp okumadan önce drama, edebiyat ve güzel sanatlar okuyordun, sonradan tıp okumaya nasıl karar verdin?
Lisede drama, edebiyat ve güzel sanatlar dersleri alıyordum zaten, Ingiltere’de de bunları seçmiştim. Kimya, fizik, matematik gibi derslerden hiç hoşlanmazdım. Tıp okumaya etik felsefe sayesinde karar vermiştim. “Hayatın amacı nedir?”, “Doğru nedir?” gibi sorulara cevap ararken, tıp okumaya karar verdim.
Kimya, biyoloji gibi dersleri sevmediğini söylemiştin. Peki sonradan ısındın mı
bu disiplinlere?
Hayır, hiçbir zaman çok sevemedim bu dersleri. Biyoloji, fizyoloji gibi dersler zevkli aslında ama kimya veya fizik dersleriyle asla barışamadım. En sevdiğim ders anatomiydi.
Tıp okumayı bırakınca da felsefe ve psikoloji okumaya başladın…
Evet, başlamıştım, lakin onu da terk ettim. O sıralarda oyunculuğa başlamıştım ve okul için vakit bulamadım.
Şu anda yeniden üniversiteye gitme şansın olsa, ne okumak isterdin?
Tıbba karşı çok büyük bir sevgim var, her zaman geri dönmeyi düşünebilirim. Doğu felsefesi çok ilgimi çekiyor. Ejiptoloji (Mısır Uygarlığı) okumak isterdim, aslında merakımı uyandıran o kadar çok disiplin var ki… Öğrenmenin ve bilimin sonu yok. Aynı şeyi kitaplar konusunda da yaşıyorum.
Keman çalmaya devam ediyor musun?
Uzun seneler orkestralarda çaldım, şimdilerde ise sadece kendime ve köpeğime çalıyorum.
Spora vakit bulabiliyor musun?
Binicilik yapıyorum ama bu aralar ona da vakit ayıramıyorum. Havalar biraz ısınınca tekrar başlamak istiyorum. Antakya’da Asi dizisini çekerken ata binmek çok zevkliydi. Binicilik çok riskli bir spor, düşüp bir yerlerimi kırmaktan çekiniyorum açıkçası. Yoga yapmaktan çok hoşlanıyorum. Dalışa gitmek istiyorum ama maalesef vaktim yok…
Dört, beş yabancı lisan konuşuyorsun. Avrupa ya da Amerika sinemasında oynamak ister miydin? Bu konuda projelerin var mı?
Tabii ki bunu arzularım. Almanca ya da Ingilizce oynamak benim için son derece keyifli olacaktır. Sanırım şansımı biraz daha zorlamam lazım. Biraz daha hırslı olmam gerekiyor…
Hayalinde nasıl bir proje var?
O kadar çok var ki. Mesela Closer ve Black Swan filmlerinde Natalie Portman tarafından canlandırılan karakterler çok ilgi çekiciydi. Elizabeth filminde oynayan Cate Blanchett da oldukça etkileyiciydi. Aslında beğendiğim o kadar çok iş var ki. Becerebileceğim her türlü rolü
oynamak isterim…
Seni Mehmet Günsür’le beraber Ses filminde izledik. Çekimler keyifli miydi?
Çok eğlenceliydi. Bu benim ilk psikolojik gerilim filmimdi. Müthiş bir ekiple çalışmaktan dolayı çok şanslıyım. Çekimler bir ay sürmüştü. O ekiple hayatımın sonuna kadar çalışabilirim…
Muhteşem Yüzyıl seti de keyifli mi?
Çok yoğun ve yüksek konsantrasyon gerektiren bir çalışma tempomuz var. Genelde dizi setlerinde, belli bir süreden sonra herkese bir rahatlık gelir. Oyuncular rollerini özümsemiştir, herkes görevini bilir, böylece çekimler tıkır tıkır sürüp gider. Bizde böyle bir rahatlama söz konusu değil. Her sahne büyük bir özenle çekiliyor. Asla rutine binme, rahatlama diye bir şey söz konusu değil ve bence bu müthiş bir şey! Herkesin canla başla işinin hakkını vermeye çalışması olağanüstü güzel. Muhteşem Yüzyıl dizisinde rol aldığım için çok şanslıyım. Bu yoğun tempoya rağmen yine de eğlenmeye vakit bulabiliyoruz. Oyuncu odamızdan eğlence eksik olmuyor…
Bu yoğun dizi temposunda dengeli beslenebiliyor musun?
Çalışırken yemek yemeyi sevmiyorum. Beslenme konusunda ders verebilecek kadar bilgim var ama bunları kendim uygulayamıyorum. Çekim bitince yemek yemeye, keyif yapmaya gideriz. Ama çalışırken, ufak tefek atıştırmalıklarla karnımı doyuruyorum.
Enerjini nasıl topluyorsun?
Sette meyve suyu, kuru yemiş ve besin takviyeleri ile idare ediyorum. Dekor için ortaya koydukları meyvelerden faydalanıyoruz. Oradan günlük vitamin ihtiyacımı karşılayabiliyorum.
Rol gereği de olsa, sarayın ihtişamlı ortamında vakit geçirmek nasıl bir duygu?
Orada olmaya zamanla alışıyorsun. Şu anda Hatice Sultan’ın odasını çok seviyorum. Sonuçta biz orada bir hikâye, bir masal anlatıyoruz. Setin büyülü, masalsı bir havası var. Fantezi dünyasında olduğumuzu hissediyoruz. Masal, hikâyenin en duru, en naif formudur zaten. Saraydan dışarı çıkınca afallamıyoruz elbette ama benim rüyama giriyor…
Set rüyana mı giriyor?
Set her zaman rüyana girer, insanın yaptığı iş rüyasına girmez mi? Biz her gün oradayız, bir aradayız, herkes kendini tamamen işe vermiş durumda. Herkes son derece işine konsantre olmuş. Tabii ki saatlerce çalıştıktan sonra eve gidince, saray rüyama giriyor…
Röportaj: Ece Çağlar / Fotoğraflar: Metin Bakırkaya