WOMEN’S HEALTH KADINI

Lost’taki gizemli karakterinin aksine, Evangeline Lilly her şeyi olduğu gibi ortaya koymaya hazır. Zeki, komik ve fazlasıyla açık sözlü bir şekilde, Hollywood aktrisi imajını paramparça ediyor.
Evangeline Lilly ile ilgili şunu itiraf etmek lazım: Kendini temizlemeyi iyi beceriyor! Lost izleyicileri olarak onu, çilli yüzündeki çamurlar ve yırtık tişörtüyle, adanın rüzgârlı sahillerinde görmeye alıştık. Bugünkü röportaj için üzerine oturan kahverengi pantolonu, hırkası ve büyük halka küpeleriyle Beverly Hills’deki Four Seasons Oteli’ne gelen 29 yaşındaki oyuncu, son derece düzgün görünüyor.
Bu sofistike kadınla, TV’de gördüğümüz kaçağı bağdaştırmaya çalışırken, “İçiyor muyuz? Bugün bir içki gerçekten iyi olabilir” diyor. Bu noktada eğlence başlıyor. Evangeline ile öğlen yemek yemek, çok eğlenceli bir şey. Hızlı zekâsı ve bildiğinden şaşmaz hali ile tam bir çelişki kadını. Sonuçta o, bir zamanlar İncil kampında gönüllü olarak çalışmış, iPod’unda Hristiyan müzikleri olan, bir yandan da lafın arasına küfürler sıkıştıran biri.

Çıplak sahneler oynamayı ve aşırı seksi pozlar vermeyi reddetmesine rağmen, sohbet ederken riskli konulara girmekten çekinmiyor. Erkeklerin neden çıplak olmaması gerektiğiyle ilgili düşüncesini rahatça açıklıyor: “Onu bir yere gizlemeleri lazım. Dürüst olmak gerekirse, gözü rahatsız edici bir şey.” Evangeline son derece dürüst. Baş döndürücü güzellerin olduğu bir şehirde, komşunun kızı ile egzotik gizemli kadını çok başarılı bir şekilde birleştiren Evangeline, özel bir ışığa ve güzelliğe sahip. Beş sene önce Lost’ta karşımıza Kate Austen olarak çıkan Evangeline’e tapanların oluşturduğu web siteleri olması şaşırtıcı değil. Tüm bu ilgi ile birlikte, ondan nefret edenlere karşı da gözü açık.
Omuzlarını kaldırarak, “Bu, hayatında bir sürü güzel şey olduğunda başına gelir” diyor. “Lisede insanlar hep kötü yanlarımı bulmaya çalışırdı. İyi bir öğrenciydim, iyi futbol oynuyordum, öğrenci birliğinin başkan yardımcısıydım ve güzel bir kızdım. İnsanların bana bakıp ‘Defol!’ demeleri çok kolaydı. Hollywood’da da bu vardır. İnsanlar ‘Senden nefret etmek istiyorum çünkü herkes senden hoşlanıyor’ diye düşünür. Gerçek olan şu ki ben ilgi görmeye ihtiyacı olmayan, basit bir insanım. Sadece işimi yapmak istiyorum.”

Kuzey etkisi
Hayata karşı bakış açısını, küçük bir kasabada, tutarlı bir şekilde büyütülmüş olmasına borçlu. Kanada’nın Fort Saskatchewan, Alberta Kasabası’nda büyümüş olan Evangeline, “Hollywood’u gözünde çok büyüten bir evde yetişmedim” diyor. “Televizyon izlemezdik. Etrafta çok fazla dergi olmazdı. Ailemin çok parası yoktu. Tüm bunlara şükrediyorum. Para, mutluluğa giden en uzun yol.”
Evangeline’e göre, bugüne gelmesinde hem anne hem baba tarafı etkili olmuş. “Annemin ailesi, fazlasıyla düzgün, ateist aydınlardan oluşuyor. Babamın ailesi ise, evde eşofmanla oturmayı, beş yıldızlı bir restoranda olmaya tercih eder. Bu iki farklı etki hayatımda birleşerek beni oluşturdu. Kalbim, insanlara yardım etmek ve hayatın o maddesel olmayan tarafında. Diğer yanda parlatılmış bir yanım da var. Afrika’da yaşayıp, fakirlere yardım ediyor olsam, en çok özleyeceğim şey musluktan temiz su akması veya elektrik değil, güzel giyinebilmek ve kendimi güzel hissetmek olurdu.”

Kayıp ve bulunmuş
Lost’tan önce CV’si son derece renkliymiş: hostes, garson, barmen, yağ değiştirme teknisyeni, İncil Kampı danışmanı. Tüm bunların içinde danışman olarak çalıştığı zamanlar kendini daha iyi hissetmiş. University of British Columbia’nın Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne katılmadan önce, Filipinler’de Hristiyan misyonerlerle üç hafta geçirmiş ve bunun üzerine kariyer yapmaya karar vermiş. Misyonerlik faturaları ödemediği için birkaç reklam filminde ekstra olarak çalışmış. Buradan Smallville ve Kingdom Hospital gibi TV programlarında ufak rollere geçmiş. 2004 yılında, kendini Lost’un yapımcısı J.J.Abrams’ın ofisine giderken bulmuş. Bir aydan daha uzun süren seçmeler sonucunda rolü kapmış. “Aslında pek istemedim rolü” diyor. “Gerçekten çok kötü bir senaryo gibi geldi. Senaryonun tümünü hiç görmedik. Bize gösterdikleri kısmında ıssız bir adaya düşen bir uçak olduğu vardı. ‘Hadi canım. Yine bir Gilligan’s Island dizisi daha’ diye düşündüm. Meğer çok zekice yazılmış bir işmiş.” Dizinin takipçileri ve eleştirmenlerden aldığı yorumlara bakılırsa bu tanım kesinlikle doğru. Evangeline, hayatının rolünü aldığı için ne kadar şanslı olduğunu biliyor. Lost’un başka emellerine alet olduğunu söylüyor. İnsani savaşlarını sürdürebilmek için parasal olarak bir yardım olduğunu düşünüyor. Son yedi senedir Rwanda’da yardım işlerinde çalışıyor. “Dizi az rastlanacak bir fırsat oldu. Ama altında başka niyetler de barındırıyor” diyor. “Yaptığım iyilikler fedakârlıklarımın karşılığı oldu. Sonuçta oyunculuk benim tutkum değil, sadece işim.”

Gönülsüz yıldız
Heyecanlı Lost hayranları dizinin gizemini çözmeye çalışırken, Evangeline’in içi çok rahat. Kahvesini yudumlarken “Bilmek istediğim tek şey karakterlerin kavisleri” diyor. “Kim mutlu? Kim değil?” Karakteri, Kate’in sonunda kiminle birlikte olduğu konusunda (seksi Doktor Jack mi, yoksa asi adam Sawyer mı?) internette tartışmalar süre dursun, Evangeline “Ben ne birine ne de diğerine yatkınım. Matt ve Josh, ikisi de benim ağabeyim gibi. İkisini de seviyorum ve o noktaya kesinlikle gelmem. Sanki iki ağabeyin var ve onlardan hangisini yapacağını seçiyorsun.”

Evangeline’in “Umurumda değil” duruşu dizideki çalışma arkadaşlarını hep şaşırtmış. Anti Hollywood düşüncelerinin önceleri ilgi çekmek için bir taktik olduğunu düşünenler, bu konuyu bir daha değerlendirmek durumunda kalmış. “Büyük bir film yıldızı olmak konusunda fırsatları
değerlendirmediğimi gördüler. Sanırım artık bunları uydurmadığımı, benim gerçekten bu insan olduğumu anladılar. Yapımcım Bryan Burk bana her zaman ‘Tanrım, ne çok fırsatın var!’ diyor. Onu kızdıran şey bana bir sonraki Angelina Jolie olma şansını vermelerine rağmen bunun arkasından gitmiyor olmam. Tabii ki onun gibi olmak isterim. Ama insani çalışmalar yapan tarafıyla…”

Evangeline, Angelina’nın özel ve sosyal hayatının arasındaki dengeyi kurmasına hayran. “Kimse o kadını tanımıyor. O tam bir buz kraliçesi. Neden daha fazlası olsun ki? Bize bir borcu yok.”
Lost’taki oyuncu arkadaşı Dominic Monaghan’la, dizi yoluyla başlayan ve 2007’de biten aşklarının devam edip etmeyeceği sorulduğunda, “Size Sandra Miggum ve Henry Pickett’in çıkıyor olduğunu söylesem umurunuzda olur mu? Bu insanlar tamamen uydurma ve siz bunları tanımıyorsunuz. İnsanlar bizi de tanımıyor. Neden umurlarında olsun ki?” Ama umurlarında oluyor işte. “Fotoğrafçılara ‘Hayır’ diyorum. Birisi benim fotoğrafımı çektiğinde sanki geri alamayacağım şekilde bir parçamı alıyor. Ruhumu kurutan bir şey bu. Gerçekten sinirlendiğim anları hatırlıyorum. Odanın diğer ucundan biri benim fotoğrafımı çektiğinde gidip yüzlerini dağıtmak geçiyor içimden.” Kızmanın onu bir yere getirmediğini anlamış. “Bununla yüzleşmem gerekiyordu çünkü bu benim işim” diyor. “Milyonlarca insanın hayatına burnunu sokmasını istiyorsan yapabileceğin en iyi şey çılgınlık. Bu endüstri kaçıklığı seviyor. Onu yaratmak istiyor. Onu destekliyor. Tüm bunların içinde akıl sağlığımı korumam gerekiyor.”

Gerçek olmak
Evangeline’in kendine mukayyet olmasına yardımcı olan şey, dinlenmek için vakit ayırması. Ara sıra Lost ekibi ile yaptıkları akşam yemeği ve mangallar hoşuna gitse de, çoğunlukla sosyal biri olmadığını söylüyor. “Sosyal değil, verimli bir insanım.” Kanıtı ise geçen sene yenilemeye başladığı, biri Hawaii, diğer ikisi Vancouver’da üç adet ev. Boş zamanlarında yazı yazmayı seviyor. Şu an üçüncü romanı üzerinde çalışıyor. Başarılı bir hayat kadınının madam’a dönüşme hikâyesi. Lost altıncı ve son sezonunu bitirdiğinde Fortress adını verdiği senaryosunu satmayı düşünüyor. İş listesinde insani yardımlarını devam ettirmek ve anne olmak da var. “Dünya fırsatlarla dolu. Deneyebildiğim kadar çok şey denemek istiyorum. Şu an için en büyük hayalim olmayan işi yapıyor olmaktan da memnunum.” Bu cümle, Evangeline’in mutluluğa bakış açısını tanımlıyor. “Mutsuz olsan da, mutlu olduğunu düşün. Gülüşün sana bulaşıcı olacaktır. Bunu öğrendim. Eskiden bunun sahte olduğunu düşünürdüm. Ama fark ettim ki, sahte ve mutlu olmak, gerçek ve bezgin olmaktan iyidir.”

Evangeline’den iyi yaşam önerileri
Fit olmak ve stresi yenmek için beş önemli strateji:

Egzersizin kölesi olma
“Yaptığın egzersizler değil, zihnin ve ruhun vücudunun kralıdır. Eskiden meşin gibi serttim, şimdi ise keyifli yürüyüşlere çıkmak, havuzda yüzmek bana daha iyi geliyor. Basit şeyler. Vücudum 10 kat daha iyi görünüyor.”

Stresi dansla uzaklaştır
“Müziği koyup hissederek dans edip, kendimi böyle ifade etmeyi seviyorum. Balerin olmak isteyen küçük bir kız gibi dans edip deliriyorum. Stresli bir hayatın biriktirdiği enerjiyi bu şekilde atıyorum.”

Tatlıya yer ayır
“Diyetler tam bir zaman kaybı. Her gün tatlı bir şey yiyorum. Bazen çikolata, bazen bir latte, bazen de bir kurabiye. Eğer bunu yapmazsam ve regl öncesi günlerdeysem dayanamayıp bir gün kendimi tıka basa tatlıyla dolduruyorum.”

Kendini yatağa at
“Uyku, her şeyin en iyisi. Her gece sekiz ile 10 saat arası uykuya ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Yeteri kadar uyumadığımda şiş görünüyorum, saçım kötüleşiyor, cildimde sivilceler çıkıyor. Şişkinlik problemin varsa daha çok uyu.”

İş listeni azalt
“Herkes stresle başa çıkmak için iş listelerine bir şey eklemek gerektiğini düşünür. Mesela yoga dersine gitmek gibi. Harika. Yapamadığında kendini suçlu hissedecek bir şey daha. Limitlerim var. Eğer onları zorlarsam yere düşer ve yok olurum.”

Kaybettiklerim
İşim
“Bir İncil kampında gönüllü yaptığım işimden kovuldum.”

Saygınlığım
“Her gün ve her an. Ormanın içinde Matthew Fox ile çekim yaparken ağacın altına çömelip çişini yapan tiplerdenim.”

Aklım
“Dizinin ilk sezonundan sonra, Conan O’Brien’in programında söylememem gereken bir şey söyledim. Ağlayarak kaybettiklerimi anlattım. Sonunda o bölümü yayınlamamak için kesmek zorunda kaldılar.”

Bağlantım
“Washington’daki Mount Baker Dağı’nın tepesine tırmandım. 3.500 metre yüksekliğe, hem de taşıyıcı ip, gerekli ekipman ve eğitimim olmadan! O kadar heyecanlandım ki aşağı koşarak indim. Popomun üzerine oturup kaydığım anlar oldu. Bir noktada vücudum öne doğru giderek ayaklarım yerden kesildi. Neyse ki kendimi sürünerek tekrar düzlüğe çıkardım. Hayatım hep bu tür saçmalıklarla dolu.”

Yön duygum
“Birçok kez yön duygumu kaybettim. Bir kadına göre yön duygum gelişmiştir. Ama hâlâ bir kadınım diyebilirim.”

Masumiyetim
“Bence hâlâ yerinde ama yok olacağı günü bekliyorum. Neredeyse 30 yaşındayım ve kendime soruyorum; onu çoktan kaybetmiş olmam gerekmez miydi?”

Röportaj: Marshall Heyman / Derleyen: Banu Alagöz / Fotoğraflar: Tony Duran

BENZER YAZILAR