Dağların Efendisi

Shakespeare’in “Sabrı olmayanlar, ne kadar fakirlerdir” sözü, Marco ile yeni bir anlam kazanıyor.

Untitled-2

Batı İtalya bölgesi Robilante’de sıradan bir gün, saat 06.00. Yüzde 40’dan fazlası dağlarla kaplı olan bölgenin, 2300 kişilik küçük kasabasında gün yeni doğuyor. Her yerin karla kaplı olduğu zamanlarda bile hep üzerinde olan kısa gri şortu, yüzlerce farklı yarışta giydiği logolarla süslü tişörtü, beresi ve kirli ak sakalı ile uzun bacaklı yaşlı bir adam, sabah antrenmanına çıkıyor. Bazen köpeğiyle, çoğunlukla yalnız başına, fazla konuşmadan, düşünerek, hissederek, doğayla baş başa kalarak, her gün rutin olarak yaptığı dağ koşularından birini daha gerçekleştirmek üzere. Fakir ve basit bir hayata doğmuş, yaşamın zorlu yollarında yürürken şansa ve imkanlara sahip olamamış bir olsa da, her sabah bıkmadan usanmadan dağlara çıkmak için eğilip ayakkabılarına bağlayan bir adam; Marco Olmo.

2006 yılı Ağustos ayının sonra cumartesinde öğle saatleri, yer Mont Blanc dağı çevresi. “Dünyanın patika koşusu olimpiyatı” diye adlandırılan, 170 kilometrede 9600 metre tırmanışı ile ultraların bile en zoru olarak addedilen Ultra Trail Mont Blanc yarışı. 1948 doğumlu Marco, 8 km’deki ilk kontrol noktasında 20’inci sırada. Courmayeur kasabasından geçen yarışın 70’inci km’sinde, eşi Renata’nın yardımıyla dinlenip üstünü değiştirdiğinde ise 44’üncü sırada. Üç tane 200 metre üzeri tırmanış içeren ikinci yarının son 50 km’sine girmeden hemen önce, İsviçre topraklarında krater gölü kenarına inşa edilmiş meşhur Champex kasabasına 3’üncü sırada giriyor. Çoğu otoritenin hayal bile edemeyeceği şekilde, 58 yaşında kendisinden neredeyse 20 yaş küçük Macar Csaba’dan 25 dakika önde olarak, bitiş takının altından geçiyor. Zaman duruyor. Oğlunu, kızını, hatta torununu finişte görmeyi bekleyen insanlarla aynı yaşta olan bu adam, sakin ama gururlu bir biçimde 160 km’lik bu ultra trail koşusunu 21 saatte tamamlıyor. Spikerin titreyen güçlü sesi fonda. Marco’nun kıskanılmadığını söylemek imkansız.

1948 yılında doğan, basit bir dağ evinde eşiyle beraber eski bir televizyon, ayda bir yatan ve sadece temel ihtiyaçlarını karşılamaya yeten bir maaş, sponsorlardan gelen birkaç ayakkabı ve tişörtle yaşayan bir adamın, dünyanın en önemli patika koşusunu 58 ve 59 yaşlarında iki kez üst üste kazanabilmesinin mucizevi bir tarafı var mı, yoksa aslında her şey çoğumuzun başarabileceği kadar basit mi?

2010 yılında hakkında Il Corridore, yani Koşucu isimli kısa belgesel çekilinceye dek, onu tanıyan pek kimse yoktu. 59 yaşındayken ünlü elit atlet Kilian Jornet Burgada’yı kovaladığı ve yedinci durumdayken son kontrol noktasından önce bıraktığı UTMB yarışı sırasında ve öncesinde çekilen bu belgeselde, onun sıradan hayatına, antrenmanlarına, eşinin fedakarlığına ve hırslı ama bunu göstermeyen karakterine tanıklık ediyoruz. 

BENZER YAZILAR