SONUNA KADAR DEVAM ET!

Enerji rezervlerinizi doldurup, diğer adamlar pes ederken vites yükseltmenin yolu nedir? Üstün performansa dair yeni bir yaklaşım, zihin gücünün kasa olan üstünlüğünü açıklıyor. 

Karl Meltzer, Apalaş Yürüyüş Patikası’nda pes etmeyi düşünmeye başlamadan önce 2.100 kilometreden fazla koşmuştu. Virginia’daki McAfee Knob’da, bir akçaağaç ormanının yakınındaydı. Bir gece önce patikada kamp yapmasına rağmen yorgun uyandı ve önünde uzanan bir başka 80 kilometreye lanet etti. Meltzer, günde iki maraton koştuğu 32 günü geride bırakmıştı. New Hampshire’daki White Mountains sıradağlarını aşmıştı ve Pennsylvania’daki kaya bahçelerini dikkatli adımlarla geride bırakmıştı. Meltzer, “O sabah vücudumun asla hareket etmek istemediği sabahlardan biriydi. Resmen hiç enerjim yoktu” diyor. Yine de harekete geçti ve şafak sökmeden yola çıktı. Apalaş Yürüyüş Patikası’nın hız rekorunu kırmak istiyorsa, 3.525 kilometreyi 46 günden önce tamamlamalıydı. Bu nedenle sabahları bile dinlenemezdi. Çok fazla koşmamıştı ki, yorgunluk onu hapsetti. Oracıkta çamura uzandı ve uyuyakaldı. Bu şekerlemenin en fazla 20 dakika sürdüğünü söyleyen Meltzer, yine de içinde uyku tulumu ve döşeği bulunan birkaç kilometredeki karavanına ulaşacak kuvveti toplamıştı.

Üç saat sonra uyandı fakat hâlâ güçsüz hissediyordu. Bel çantasından çıkartıp tükettiği fıstık ezmesi ve jöleli sandviçten dolayı midesi bulanmıştı. Bir yandan ise vücudunu saran kenelerle uğraşıyordu. Meltzer sıcak karavanına uzandı ve koşmak zorunda olduğu yüzlerce kilometreyi gözünde canlandırdı. İlk kez parkuru tamamlayıp tamamlamayacağına dair şüpheye düşmüştü. Kaslarınızın tükendiği anda şüphelerin de başladığını ve kendi kendinize “Bunu neden yapıyorum”,
“Burada amaç ne” gibi sorular sorduğunuzu söyleyen Meltzer, yine de o akşam bir kap dondurma ve kızarmış tavuk yiyerek 11 ve 16 kilometrelik iki farklı etabı geride bıraktı. Akşam 7’den önce yatağa giren Meltzer için o gün, patikadaki en kötü günüydü.

Bir sonraki sabah da çok farklı değildi. Berbat bir ruh haline sahip olduğunu söyleyen Meltzer, “Sabah 5’te, birkaç km koştuktan sonra bir şey hissetmemeye başladım” diyor. Daha önce Apalaş Yürüyüş Patikası rekorunu iki kez kırmaya çalışıp başarısız olan Meltzer, belki de asla başarılı olamayacağını düşünmeye başlamıştı. 48 yaşındaydı ve belki de bu iş için yaşlıydı. Belki yeteri kadar dayanıklı değildi. Ne kadar yorulduğuna ve önündeki mesafeye dair tüm olumsuz düşüncelerin zihnini ele geçirdiğini söyleyen Metlzer, “Devam etmenin imkânsız olduğunu düşünüyordum” diyor.

1920’lerin başlarında, Nobel ödüllü İngiliz fizyolog Archibald Hill ve ekibi, sırtlarındaki kauçuklanmış kanvas çantalara nefes vererek çim bir pistin etrafında koştular. Amaçları farklı hızlarda tüketilen oksijen miktarını ölçmekti. İyi bir orta mesafe koşucusu olan Hill, bu noktada kasların koşu esnasında akciğerlerde bulunandan daha fazla oksijene ihtiyaç duyduğunu ve bu nedenle koşunun oksijen açığı yarattığını keşfetti. Her ne kadar vücudunuz bu borcu silmek için nefesinizi ve kalbinizi hızlandırsa da, bu borç asla kapanmaz. Hızlı koştuğunuz zaman, vücudunuzu enerji üretmek için ihtiyaç duyduğu nefesten mahrum bırakıyorsunuz.

Hill’in görüşüne göre bu oksijen borcunun geniş kapsamlı sonuçları bulunmaktaydı. Walter Fletcher ve kurbağa bacakları üzerinde deneyler yapan bir diğer Nobel ödüllü fizyolog Frederick Hopkins’in de çalışmalarına dayanan Hill, kasların yeterli oksijen verimi olmadan enerji üretmeye zorlandığında başka bir şey daha ürettiği (laktik asit) sonucuna vardı. Kaslarınız kasılmaya devam ettiğinde bu asit hücrelerde birikiyor ve farklı bir tür ağrı yaratıyordu.

Kimyanın ise performansa karşı katı bir sınırlaması vardı. Ona göre siz neye karar verirseniz verin, son sözü bu asit söylerdi. Hill, Nobel konuşmasında bu konuya açıklık getirdi: “Kaslarınız da en nihayetinde kimyasal bir mekanizmadır. Tüm kimyasal olaylardan haberdar olsaydık, bu makinenin neye ihtiyacı olduğunu da bilirdik. Bunun üzerinde çalışıyoruz.”

Hill’in bilime kattıklarını göz ardı edemeyiz. Atletik performansın kimyasal açıklaması hakkında, onun söylediklerinden yola çıkarak sayısız ders kitabı yazıldı. Zaman içinde laktik asit, spor salonu tutkunları, egzersiz meraklıları ve Olimpiyat spikerleri arasında günah keçisi ilan edildi.

Vücudunuz tükendiğinde ya da kaslarınız antrenmandan sonraki gün ağrıdığında, laktik asidi mutlaka yâd edersiniz. Laktik asit enerjinizi çalan, aklınız devam etmenizi söylese de vücudunuzu durduran şeydir.

Meltzer de Apalaş Yürüyüş Patikası’ndaki yürüyüşünün 33’üncü sabahında aynen böyle gözüküyordu. 100’lerce kilometreyi dünyada onun gibi geçebilen çok az koşucu olsa da, kimyanın kurallarına karşı gelemezdi. Bir gün dahi dinlenmeden koştuğu 1600 kilometrenin ardından, kasları muhtemelen asit çölüne dönmüştü. Toprağın üzerinde uyuyakalmasının aslında hiçbir şaşırtıcı yanı yok.

Fakat Karl Meltzer yine de durmadı ve koşmaya devam etti.

Kaliforniya’da yer alan Pepperdine Üniversitesi’nin spor sağlığı profesörü Holden MacRae ile Malibu’da bir alışveriş merkezinde tanıştım. 61 yaşındaki MacRae,
ömür boyu atletik performansla ilgileniyor olmasından olacak ki oldukça kaslıydı. MacRae, enerji bilimini değiştiren araştırmalarından bahsederken, konuyu kaçınılmaz olarak kendi dağ bisikletine getiriyordu. Bunun da deneyinin bir parçası olduğunu söyleyen MacRae, “Fikirlerimin anlaşılması için belki de önce kendi
performansımı geliştirmem gerekiyor” diyor.

MacRae’nin bilime adım atışı, Timothy Noakes’in Cape Town Üniversitesi’ndeki laboratuvarında, çoğunlukla hareketsiz kalan insanlar üzerinde, insan enerjisi hakkında araştırmalar yapmasıyla gerçekleşti. Onlara göre en yüksek performans, yetersiz oksijen dolaşımı ve asit üretimi mümkün olduğunca engellenerek sağlanabilirdi. Antrenörlerin VO2 maks. (maksimum oksijen tüketimi) istatistiklerine takıntılarının olmasının sebebi de budur. Bu örneğe göre, maksimum oksijen tüketim değeri normalin yüzde 46 üzerinde (84) olan Lance Armstrong gibi dayanıklılık sporcuları, başarılarını yüksek verimli kardiyovasküler sistemlerine borçlular. Bu sporcuların kaslarındaki oksijen bitmediği için, enerjileri de bitmiyor.

MacRae’nin mevcut paradigmasının çok fazla basitleştirildiğini anlamak uzun sürmedi. Laktik asit seviyesinin aniden yükselerek belirli bir kimyasal noktayı geçtiği ve kasların kendini kapattığı sözüm ona laktik asit eşiğini ele alalım. Laktik asit eşiğinin abartılmış bir istatistik illüzyonu olduğu sonucuna varan MacRae, bunun zorlu egzersizlerde yeteri kadar kan örneği toplamayan bilim insanlarının yan ürünü olduğunu söylüyor. Kandaki standart laktik asit ölçüsü baz alındığında, 2-4 milimolü geçtiğinizde gerçekten yorgun hissedeceğinizi söyleyen MacRae, “Fakat yarı maratonda ya da uzun bisiklet yarışlarında mücadele eden insanların laktik asit seviyelerini ölçtüğünüzde, bu değerin 6-7 milimolü bulduğunu ve buna karşın performanslarının düşmediğini görebilirsiniz. Bu kişilerin laktik asit birikiminden dolayı durduğunu söylüyorsanız, kasların bir daha kasılmayacağını söylemiş olursunuz. Ama böyle bir durum görmüyoruz. Hâlâ kuvvetliler” diyor.

Peki bu nasıl mümkün olabiliyor? İsveç’teki Karolinska Enstitüsü araştırmacısı Hakan Westerblad, bu konudaki ilk öngörüye sahip olan kişilerden. Westerbald,
1990’lı yılların ortasında yaptığı araştırmalarda, Hopkins ve Hill’in kas yorgunluğu için laktik asidi suçladığı deneylerdeki kurbağa bacağının yerine fareleri kullandı. Çalışmasında bir büyük değişiklik daha yapan Westerblad, deneylerini oda sıcaklığında yapmak yerine, farelerin vücut sıcaklığında (25 derece daha yüksek) yaptı. Bu değişiklik de etkisini gösterdi. Kaslar laktik asitle dolsa dahi fonksiyonlarını korumaya devam ediyordu. Bilim insanları en son olaraksa laktik asidin hücrelerdeki kasılmayı kolaylaştırdığı için yorgun kaslara faydalı olduğunu söyledi. Bir zamanlar enerjimizden çaldığı söylenen bir kimyasal, şimdilerde ise bilim literatüründe performans artırıcı olarak tanımlanıyor.

Hill’in kimyasal modeline yapılan bu büyük çürütme, bir laboratuvar dahi gerektirmiyor. Birçok yarışta sporcular en çok yoruldukları yer olan finiş çizgisine yakın yerlerde hızlarını artırdıkları “son” bir çabanın içine girer. LeBron James’in geçtiğimiz yılki NBA finallerinin 7’nci maçında Andre Iguodala’yı yakalaması ve Mo Farah’ın Rio Olimpiyatları’ndaki 10.000 metre finalinin son 100 metresinde, ilk 100 metresinden 4 saniye daha hızlı koşması gibi örneklerini gördüğümüz bu durum, kimi zamanlarda bize çok büyük performanslar izletebilir. Sporcuların enerjisinin düşük olduğu anlarda bu denli performans göstermesi, kimyasal modele göre bizi bir paradoksun içine sokar. Çünkü vücudun hızını artırmak yerine tükenmesi gerekir.

Bu fenomen MacRae, Dr. Noakes ve ekip arkadaşlarını atletik performans bilimi konusunda yanlış düşündüklerini anlamaya itti. Yaklaşık 100 yıldır insanların kaslarının yorulduğu için tükendiğinin anlatıldığını yazan Dr. Noakes, “Tüm egzersiz fizyolojisi ve antrenörlük kitaplarında böyle yazıyordu. Dünyanın dört bir yanından öğrenciler hâlâ böyle düşünüyor. Ancak gerçek böyle değil” diyor. Bu da oldukça açık bir soruyu beraberinde getiriyor: Kaslarınızdaki asit sizi yavaşlatmıyorsa, niçin enerjimizin bittiğini düşünüyoruz? Bizi yavaşlatan nedir?

MacRae’ye göre bunun cevabı oldukça basit: “Sizi durduran şey burada” diyerek başına dokunan MacRae, “Her şey kulaklarınızın arasında bitiyor” diyor. MacRae, bu son performansları ele aldığımızda sporcuların büyük bir rezervi olduğunu söylüyor. Birçok insanın bu rezervleri açmayı bilmediğini söyleyen
MacRae, “Mücadele etmekten korkuyoruz. En yetenekli sporcuları anlamak isterseniz, bu rezervleri incelemeniz gerekir. Bu rezervleri açma yolunu arayın. En üst seviyede performans gösterebilmek için beyninizi nasıl zorlayacağınızı öğrenin” diyor.

İşte bu, Meltzer’in Virginia ormanlarında yaşadığı açmaz. Ne kadar kalori yaktığı veya ne kadar Red Bull içtiği önemli değil: hiç enerjisi yok. Fakat ailesini, eşinin ve babasının kendisini patikada nasıl desteklediğini düşünen Meltzer, bir anda tutumunu değiştirmesi gerektiğini anlıyor. Kendine “Haydi Karl, bu negatifliği tersine çevir” dediğini söyleyen Meltzer, “Kendi kendime buraya başarılı olmaya geldiğimi ve susup devam etmem gerektiğini söyledim. Duymaya ihtiyacım olan şey buydu. Durmaya ihtiyacım olmadığını fark ettim” diyor. O gün 80 kilometreden fazla koşan Meltzer, son kilometrelerini karanlıkta koştu ve başındaki fenerle yolunu buldu.

BENZER YAZILAR