“El”e kolay, yaşayana zor olan ayrılığın üstesinden nasıl gelinir ve nasıl ayakta kalınabilir?
Eğri oturup, doğru konuşalım. Şurada biz bizeyiz, hepimiz erkeğiz. Biz de âşık oluyoruz, üstelik öyle böyle de değil… Dışarıya karşı kuyruğu dik tutuyoruz tutmasına da, ayrıldığımızda ya da terk edildiğimizde dibe vuruyoruz. Zaten bu utanılacak bir şey de değil. Aşk acısı çekmenin sadece kadınlara özgü olduğunu düşünenler feci şekilde yanılıyor. Üstelik erkekler, terk edildiklerinde çok daha yoğun travmalar yaşıyor. “Bu acıyı hafifletmenin yolu var mı?” diye soruyorsunuz ya, işte cevap veriyorum: Hem var, hem yok…
Aşk, insanlara mutluluğu tattıran en önemli duygu… Gün gelip aşk bittiğinde bu mutluluğu kaybettiğimiz için her şeyin bittiğini de sanırız. Terk edilen kişiler, bir yakınları öldüğü zaman ne hissederse, aşklarını kaybettiklerinde de benzer şeyleri hissediyor. Hatta daha da ileri gideyim, terk edildiğinde insan kıyamet koptuğunu ya da dünyanın sonunun geldiğini bile düşünebilir. Belli bir süre hayatı paylaştığımız kişiyle yollarımızı ayırmanın etkisi elbette sarsıcıdır. Özellikle de uzun süren ve evlenmeyi planlayan kişilerin birlikteliği sona erdiğinde, ayrılığın şiddeti daha da fazla olacaktır. Çünkü uzun süreli ilişkilerde günlük hayatın tüm alışkanlıkları paylaşılır. İki âşık olmanın yanı sıra, aynı zamanda iyi iki dost ve hayat arkadaşı haline dönülür. Kişinin yaşamının büyük bir bölümü haline gelmeye başlayan böylesi bir ilişkinin kaybı ise sadece bir aşkın değil, hem sevgilinin hem de yegâne yol arkadaşının kaybıdır ve kişide onarılması zor yaralar açabilir. Üstelik çoğu ayrılıkta bir tarafın aşkı devam eder. Terk edildiği halde aşkı yaşamaya devam eden kişinin acısı çok daha fazladır.