Beslenme metabolizmasının temel yapı taşları sadece vitamin, mineral veya hormonlardan meydana gelmiyor. En az bu kadar önemli olan bir şeyi çoğu kez atlıyoruz: Besinlerle olan ilişkimiz!
Yazı: M. Pırıl Şenol Duru
Besinlerle olan ilişkimizi; ne yediğimize dair en içteki düşüncelerimizin ve hislerimizin toplamı olarak görebiliriz. Büyük Sufi şairi Rumi şöyle demiş: “Aç bir adamla tok bir adam, bir ekmeğe baktığında aynı şeyi görmezler.” Benzer biçimde, her birimizin yemek yeme hakkında ne düşündüğü birbirinden çok farklı.
Bir grup insanla aynı yemeği yediğimizde -her şey aynı görünüyor olsa da düşüncelerimiz de, metabolize edişimiz de birbirinden çok farklı olabiliyor. Örneğin bir tabak makarna, tavuk ve salatayı ele alalım. Bir kadın, kalori açığı oluşturarak karnındaki fazla yağı kaybetmek istiyor. O nedenle bu tabakta salata ya da tavuğa daha olumlu bir tepkisi var. Bir atlet aynı tabağa baktığında, karbonhidrat ve proteinin performansına etkisini ya da ne kadar sürede sindirebileceğini düşünüyor. Bir vegan aynı tabağa baktığında ise bir hayvanın öldürülmesinden duyduğu mutsuzluk ve öfke ile tabaktaki hiçbir şeye dokunmuyor.
Şaşırtıcı olan şey, bu tüketicilerin her birinin kendine özgü düşüncelerine karşılık olarak, aynı yemeği çok farklı şekillerde metabolize ediyor olması. Başka bir deyişle, bir yemek hakkında düşündüğün ve
hissettiğin şeyler, besin değeri ve vücut ağırlığına olan etkileri kadar önemli olabilir. “Çok mutlu olarak yersek, kaloriler sayılmaz mı yani?” dediğini duyar gibiyim. Kulağa oldukça inanılmaz geliyor. Peki, buna bilim ne diyor?
Nasıl Düşünürsen, Öyle…
Beyin, omurilik ve sinirlerin, bir anlamda bilgi otoyolu. Adeta sindirim organlarınla iletişim kuran bir telefon sistemi gibi. Çok stresli olduğunda tuvalete çıkamama durumunu belki deneyimlemişindir. İşte bu sebepten! Kulağa çok spiritüel gelse de bunlar bilimsel gerçekler.
Diyelim ki dondurma yiyeceksin. Buna vücudun fizyolojik olarak nasıl tepki veriyor bilmek ister misin? Beynin daha yüksek merkezi olan serebral kortekste dondurma kavramı ve görüntüsü oluşuyor. Oradan bilgi, beynin alt kısmı olarak kabul edilen limbik sisteme elektrokimyasal olarak aktarılıyor. Limbik sistem; duygular ve açlık, susuzluk, sıcaklık, cinsiyet, kalp hızı ve kan basıncı gibi anahtar fizyolojik fonksiyonları düzenler. Limbik sistem içinde, zihnin aktivitelerini vücudun biyolojisi ile bütünleştiren ve hipotalamus olarak bilinen bezelye büyüklüğünde bir doku topluluğu bulunur. Yani duyusal ve duygusal düşünce girdisi alır ve bu bilgiyi fizyolojik tepkilere dönüştürür. İnan bana, bu mucizeden başka bir şey değildir.
Eğer dondurma en sevdiğin tatlıysa -hele ki çikolatalıysa ve sen çikolataya bayılıyorsan- onu zevkle tüketirsin. Hipotalamus bu pozitif girdiyi, parasempatik sinir lifleri aracılığıyla tükürük bezleri, yemek borusu, mide ve bağırsaklara mutlulukla gönderir. Buna göre hormonların salınım düzeyleri farklılık gösterir. Dondurma bu durumda sindirime teşvik edilir ve kaloriler daha verimli bir şekilde kullanılır. Aslında yediğin dondurmanın kalorisi değişmese de, vücudun inanılmaz fizyolojisi birtakım hormon reaksiyonlarıyla kalori harcama hızını etkileyebilir.
Dondurma yediğin için kendini suçlu hissedersen ne olur peki? Hipotalamus bu negatif girdiyi alır ve otonom sinir sisteminin sempatik liflerinden aşağıya sinyaller gönderir. Bu da sindirim organlarındaki baskılayıcı inhibitör yanıtları başlatır. Yani bu kez dondurma yediğinde onu tamamen aynı verimle metabolize edemeyebilirsin. Sindirim sisteminde daha uzun süre kalabilir, bu da sağlıklı bağırsak bakterilerinin
popülasyonunu azaltabilir ve toksik yan ürünlerin kan dolaşımına salınmasını arttırabilir. Üstelik sinir sistemindeki engelleyici sinyaller, artan insülin ve kortizol-stres hormonu yoluyla kalori yakma verimliliğini azaltabilir. Bu da seni suçluluk ile vücudunda dolaşan dondurmanın enerjisini depolamaya daha müsait hâle getirir.
Yediğin yemek hakkındaki düşüncelerin, vücudundaki merkezi sinir sistemi ile anında ilişki kurar. Bir besin hakkında herhangi bir suçluluk, beden hakkında utanç ya da sağlık ile ilgili bir yargı, beyin
tarafından stres oluşturucu olarak kabul edilir ve vücuttaki elektrokimyasal durumu hemen etkiler.
Gezegendeki en sağlıklı yemeği yiyebilirsin; ama kafanda zehirli düşünceler varsa, yiyeceklerin sindirimi azalır ve yağ depolama metabolizmanın hızı yükselebilir. Aynı şekilde, sağlıklı beslenmeye meydan okuyan bir yemek yiyor olabilirsin; ancak eğer beynin ve kalbin doğru yerdeyse, emin ol yemekten aldığın verim artacaktır.
Tabakta Plasebo Keyfi
Zihnin metabolizma üzerindeki gücünü anlamak için, bilimdeki en zorlayıcı fenomenlerden birine bakalım: Plasebo etkisi! İşte bu olağanüstü güç, benim en sevdiğim örnek. 1983’te, onkoloji araştırmacıları yeni bir kemoterapi tedavisini test ediyordu. Bir grup kanser hastası test edilen gerçek ilacı alırken, başka bir grup plasebo (yani sahte, zararsız ve tesirsiz kimyasal bir madde) aldı. Bu çalışma sırasında, gerçek kemoterapi alan kanser hastalarının yüzde 74’ü bu tedavinin çok sık görülen yan etkilerinden biri olan saç dökülmesini gözlemledi. Yine oldukça ilginç bir şekilde, tuzlu bir su enjeksiyonu ile “plasebo kemoterapisi” alan hastaların yüzde 31’inin de saçlarını kaybettiği gözlemlendi. Bunun adı, beklentinin gücüdür. Plasebo alan hastaların saçlarını kaybetmelerinin tek nedeni neydi biliyor musun? Öyle olacağına inanmaları… Eğer zihnin gücü plasebo alırken saçımızın dökülmesini sağlayacak kadar fazla ise, yemekle ilişkimizi düşündüğümüzde şu cümleler de farklı sonuçlar doğurabilir: “Bu pasta benim göbeğimi kocaman yapacak, yememeliyim” veya “Bu kızarmış patatesleri yiyeceğim, kötü olduğunu biliyorum ama canım istiyor’’ ya da “Salatamı yemekten zevk alıyorum çünkü gerçekten sağlıklı.”
Elbette iyi olduğuna inandığın müddetçe zararlı şeyler yiyebilirsin demiyorum. İnandığımız şeyin, bedeni nasıl etkilediğini güçlü bir şekilde ifade etmek istiyorum. Her gün milyonlarca insan, yemekleriyle ilgili güçlü ve inandırıcı düşüncelerle yiyor ve içiyor. Ve yerken aklımızdan şunlar geçebiliyor: “Tuz kan basıncımı yükseltecek”, “Yağ beni şişmanlatır”, “Şeker beni hasta eder”, “Güne bir fincan kahve olmadan asla başlayamam”, “Bu et kolesterol seviyemi yükseltir”, “Bu sütteki kalsiyum kemiklerime iyi gelir.”
Belli bir dereceye kadar bu ifadelerin bazıları doğru olabilir. Fakat bu etkileri teşvik etmemiz mümkün mü? Ve eğer bu etkiler, bu besinleri tüketmenin doğal sonucuysa, sonuçları beklentilerimizin gücü ile nasıl geliştirebileceğimizi biliyor muyuz?
Plasebo etkisi, nadir görülen bir şey değil -hatta oldukça sıradan bir fenomen. Araştırmacılar, tüm reçeteli ilaçların yüzde 35 ila 45’inin plasebo gücüne sahip olduğunu ve reçetesiz satılan baş ağrısı, öksürük ve iştah kesici ilaçların yüzde 67’sinin plasebo bazlı olduğunu tahmin ediyor. Bazı çalışmalarda plasebolara verilen yanıt yüzde 90 gibi yüksek rakamları bulabiliyor. Hâl böyleyken, bir diyetisyen ve psikolog olarak akademide bilimsel çalışmalara bakınca, plasebo gücü ve besinlerle aramızdaki bağlantı konusunda oldukça az çalışma yapılmış olması, beni gerçekten hayrete düşürüyor.
Aslında plasebo etkisi beslenme sürecine mükemmel şekilde konumlanmış. Her gün yediğimiz besinlere erişimimiz, tıpkı kendi içimizdeki eczacıya telefon ederek sipariş vermek gibi. Besinler aslında bizim gerçek ilaçlarımız. Bu bilgilere göre de ortaya çıkan sonuç, yediklerimize karşı gösterdiğimiz tutumun sinir yolları, hormonal sistem, bağışıklık ağı ve sindirim sistemi yoluyla vücutta inanılmaz bir etkiye sahip olduğu yönünde.
Yeni Bir Bakış Açısı
Bir öğünün metabolize edilmesi söz konusu olduğunda iç dünyanın önemini görebiliyor musun? Kendini daha mutlu ve rahat yemek yerken hayal edebiliyor musun? Etmeye bugün başlayabilirsin. Gidip kocaman bir paket cips alıp, “bu benim vücudum için çok yararlı” diye düşünmeni kast etmiyorum tabii ki.
Besinlere karşı olan tutumunun ne aşırı büyütülecek, ne de küçümsenecek bir etkisi olduğunu ifade etmek istiyorum. Bizler, evrimsel olarak hayatta kalabilmek adına yemek yiyoruz. Atalarımızdan farkımız, farklı besinlere ve bunun yanında çok şükür ki doğru bilgiye olan erişimimiz. Sağlıklı beslenme önerileri çerçevesinde, bir dilim brownie yerken ya da taze bir salata ile öğlen yemeğini şenlendirirken de tutumunun nötr olması, fizyolojini ve mental sürecini oldukça önemli ölçüde etkileyecektir.
Beslenme danışmanlıklarında bir eğitim verilmesinin önemini de burada görüyoruz. Körü körüne düşük karbonhidratlı beslenmenin en doğru yol olduğuna inanan birinin, bir dilim ekmek yediğinde hem mental hem de fizyolojik sürecinin farklı olmasının temel sebebi de bu. Benzer şekilde, “Hiç yemek yemeden 15 saat nasıl aç kalıyorsun?” sorusunun altında da bireylerin, yaptıklarına olan inançları ve motivasyonları var. Bu inanç anlattığım sebeplerden dolayı herkeste farklı işliyor. İyi haberse, buna senin karar verebiliyor olman.
Senin için en doğru olan; sağlığını destekleyen, seni aç bırakmayan, sürdürebileceğin bir beslenme düzeni. Ve ne yaptığına inanman bu anlamda çok önemli. Yaz yaklaşıyor diye ortalıkta dolanan “üç günde üç
kilo” diyetleriyle zaman harcamamanı, metabolizmanı da kendini de üzmemeni temenni ediyorum. Ne beslenme ne de psikoloji bilimi, bir salata ile zayıflayabileceğini ya da bir dilim pastayla kilo alacağını söylemiyor. Lütfen kendini kandırma ve senin için en doğru olan yolda emin adımlarla yürümeye devam et. Kafandaki soru işaretlerine cevap bulmak için beni, Instagram’daki @simdipirilla hesabımdan takip edebilirsin. Bol güneşli ve mutlu bir bahar dilerim!