KOŞU İTİRAFLARI

Koşmak dayanıklılığını arttırıyor, kaslarına meydan okuyor ve seni mutlu ediyor. (Buraya kadar her şey normal.) Ancak zihnin ve bedenin üzerinde, sevinçle karşılamadığın bazı etkileri de olabiliyor. İtiraf zamanı! Sayfaları çevir ve en iyi koşucuların deneyimlerinden faydalanmaya başla.

Derleyen: Pınar Şen

Dünyada 21 milyon kadın kendini koşucu olarak tanımlıyor. Koşmak senin hayatının da bir parçasıysa, eminiz ki sen de “runner’s high” denen coşku hâline aşinasın. (“Beni durdurmayın, bütün dünyayı koşacağım!”) Çok sayıdaki araştırma ve gözlem, koşu esnasında salgıladığımız endorfinin yaşattığı hazzı kanıtlar nitelikte. Peki ya “runner’s low” diye bir kavramı hiç duydun mu? Duymamış olabilirsin çünkü daha az dile getiriliyor. Hatta madalyonun iki yüzünden başka, bir de tam ortası var. Evet, koşuyla ilişkimiz bazı günler adeta bir aşk-nefret ilişkisine dönüşüyor. Oysa koşarken yaşanan sorunlardan ya da bazı günlerde ortaya çıkan motivasyon kaybından pek az kişi bahsediyor.

Kendi ülkelerinde en iyiler arasında sayılan dört koşucu, ayakkabılarını bağlayıp ilk adımı attıkları andan itibaren yaşadıklarını, motivasyonlarını kaybetmemek için neler yaptıklarını ve bir maratonu yarıladıktan sonra karşılaştıkları zor durumlarla nasıl mücadele ettiklerini Women’s Health’e anlattı. Umarız kendi koşu deneyimin için faydalanacağın şeyler öğrenirsin. Sonuçta dile getirilen her problem çözümünü de beraberinde getirir, değil mi?

YARIŞ RİTÜELLERİ

Olimpik madalya sahibi, Amerika tam ve yarı maratonunda rekoru elinde tutan Deena Kastor, yarış gününe dek stres yaşadığını kabul ediyor. Ancak bunun için kendisini rahatlatacak bir ritüel geliştirmiş: “Yarışın başlamasına az zaman kalana kadar ayakkabılarımın bağcıklarını sıkıca bağlı tutarım. Yarışa dakikalar kaldığında ise bağcıklarımı, o güne kadar yaşadığım zorlukları ve stresi serbest bırakmak adına çözerim. Yeniden bağlarken de yarış heyecanına kapılmaya başlarım. Bu, her yarış öncesi yaptığım bir ritüel hâline geldi.” Kastor buna o kadar alışmış ki yapmadığı zaman kafasını boşaltamıyormuş. (Bir keresinde bağcıklarını kocasının bağlamasına izin vermiş ancak bu aynı etkiyi yapmamış.) Koşarken ise kendi merkezinde kalmanın önemli olduğunu söylüyor: “Böylece en çok ihtiyaç duyduğunda, senin için neyin anlamlı olduğunu hatırlayacaksın.”

NEFES TEKNİKLERİ

2012 Olimpiyatları’nda 400 ve 4×400 metre koşan ve altın madalya kazanan Sanya Richards-Ross, “Beş yıllık kariyerim içerisinde, burundan nefes alıp vermenin ne kadar değerli olduğunu öğrendim” diyor ve ekliyor; “Koşarken ağzımdan nefes alıp vermenin, vücudumu panik hâline soktuğunu ve kaslarımın da bu durumu pek hoş karşılamadığını fark ettim. Eğer koşu hızın seni ağzından nefes alıp vermeye zorluyorsa, burnundan nefes alıp vermeye başlayana kadar yavaşla. Bunu, vücudunun sürdürebileceği hızda koştuğunun bir işareti olarak görebilirsin.”

AYAKLARIN HÂLİ

10.000 metre yarışında Amerika rekorunu elinde tutan, uzun mesafe Olimpik koşucu Molly Huddle, “Ayaklarımın su topladığı, ayak tırnaklarımı kaybettiğim zamanlar oldu. Ayrıca zamanla eğri büğrü ayak parmaklarına sahip oldum. Bunlar pek şaşırtmayan şeyler” diyor. Bu sorunlarla başa çıkabilmek için ayağına bir buçuk numara büyük gelen ayakkabılar giydiğini söylüyor: “Kilometreler aşan tüm koşuculara da bunu öneriyorum.” Tabii bu, ayak parmaklarının kötü görünümü için çare olmamış. “Eskiden bu nedenden dolayı sandalet giymeye utanıyordum. Ama şimdi parmaklarımı birer onur nişanı olarak görüyorum” diyor.

BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİ

Richard-Ross, “İnsanların düşüncelerinden etkilenmeyi bıraktığım anda koşmanın bana hissettirdikleri değişti” diyor ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Büyürken aslında 400 metre koşusundan nefret ettiğimi kimse bilmiyor. Gariptir ki ben de ileride 400 metre koşusunda altın madalya kazanacağımı bilmiyordum. Lise dönemim boyunca bu koşulara kimse katılmak istemezdi. Çünkü 400 metre, sprint için oldukça uzun bir mesafe olarak görülürdü. Sonuçta, daha önce hiç denemediğim bir şey hakkında bir korku geliştirdim! Babam beni bu konuda yüreklendirdi ve ilk koştuğumda aslında sandığım kadar kötü olmadığını anladım. Daha sonra kendimi bu konuda geliştirme ve pek çok insanın nefret ettiği 400 metre koşularında yarışma fikri benim için bir tutku hâline geldi. Maraton, triatlon ya da CrossFit yarışları hakkında olumsuz şeyler duymuş olabilirsin. Ancak denediğinde, sevebileceğin bir şeyle karşılaşman mümkün. Başkalarının lafına kulak asmak yerine kendini keşfetmeye başla.”

DOĞANIN ÇAĞRISI

Madem bu kez konuşulmayanları konuşuyoruz, sıkıştığın bir anda çalılıkların arasına tuvaletini yapma fikrine nasıl bakıyorsun? (Uzmanlar, koşarken bağırsak hareketliliğinin artması nedeniyle tuvaletinin gelmesinin normal olduğunu söylüyor.) Amerikalı maraton koşucusu ve Olimpik sporcu Kara Goucher da asla bunu yapacağını düşünmez, yarışlarda (hatta antrenman sırasında da) tuvalet molası vermezmiş. Ancak bir gün bu fikrini değiştirecek bir şey olmuş: “Magnolia’ya doğru yokuş yukarı koşarken karnım beni rahatsız etmeye başladı. 24 kilometre kadar koşmuştum ve etrafta umumi tuvalet yoktu. Gitgide daha yavaş koşmaya başladım ve en sonunda dayanamayarak çalılıkların arasına girdim ve tuvaletimi yaptım. Temizlik içinse eldivenimin tekini kullanmak zorunda kaldım! Ardından bıraktığım eserin ve eldivenin üzerini ağaç yaprakları ile kapattım. ‘Yaşadığım en kötü gün!’ diye düşündüm ama en azından koşmaya devam edebiliyordum. Ancak bir buçuk kilometre sonra aynı karın ağrısı tekrar başladı. Her ne kadar bu kez kendimi tutmaya çalışsam da dayanamadım. Yine çalılıkların arasına girdim ve bu sefer eldivenimin diğer tekini kullandım. Ellerim üşüyecekti ama yanımda tuvalet kâğıdı olmadığı için de yapacak bir şeyim yoktu. Aynı şey yol boyunca üçüncü defa tekrar edince çaresiz kaldım ve bu kez temizlik için kullanabileceğim tek şey olan iç çamaşırımı kullandım. Koşuyu tamamladığımda artık farklı bir kadındım. Magnolia’da sadece eldivenimi ve külotumu değil, aynı zamanda masumiyetimi de kaybetmiştim. Şimdi utanmayı bir kenara bırakarak dilediğim yerde tuvalet ihtiyacımı giderebilirim. Ama yine de, ne olur ne olmaz diye ceplerime tuvalet kâğıdı doldurmadan koşuya çıkmıyorum.”

HAVA ŞARTLARI

Her zaman mükemmel koşullarda koşamayabilirsin. Örneğin rüzgâr, her zaman Kastor’un sinirlenmesine neden oluyormuş.

“Zamanımı çalması ve bu durum ile alakalı yapabileceğim bir şeyin olmamasından nefret ediyorum. Ama sinirlenince insanın omuzları geriliyor, kas gerginliği ise işlerin daha da kötüleşmesine neden oluyor. Öncelikle zihninin verdiği tepkinin senin kontrolünde olduğunu unutmaman gerekiyor. Negatif düşüncelerden uzak durmak, koşarken formunu bozmaman adına önemli. Rüzgâr, yağmur gibi dış etkenler ve ağrıyan bacakların gibi kişisel nedenler, koşma süreni bir ölçüde etkileyebilir. Ancak sen aynı çabayla koştuğun müddetçe, bedenin koşma sürendeki saniye farkını bilebilir mi? Tabii ki hayır. Bunun farkına vardığında zorlukların üstesinden gelmen de kolaylaşır.”

DETAYLARA TAKILMAMAK

Kastor, “Uzun bir süre sadece erkeklerden oluşan bir grupla antrenman yaptığım için onların bazı davranışlarını alışkanlık hâline getirdim.

Mesela burnumun akmaya başladığını fark ettiğimde mendil derdine düşmeden direkt koluma siliyorum” diyor. (Uzmanlara göre sigara dumanı ya da parfüm gibi burnu rahatsız edici kokulara maruz kalmak, burunda aşırı mukus salgılanmasına neden oluyor.) Bu yapmaktan gurur duyduğu bir şey değil tabii ki. Ancak koşarken önemli olanın öncelikle alabildiği kadar oksijen almak olduğunun farkında. “Sonuçta kimse tıkanık bir burnun dikkatini dağıtmasını istemez” diyor. Kolları uzun bir üst giymek ya da eldiven kullanmak, akan burnuna müdahale etmen için sana yardımcı olabilir. Ya da bel çantası taşıyorsan içine bir mendil koymayı unutmamanda fayda var.  

 

BENZER YAZILAR