ACI VE ZAFER

Direnç Savaşçıları

Marcora’nın bu fikrine ilham kaynağı olan şey elit sporcularla çalışması değil, annesinin diyalize girmesini şart koşan, nadir görülen bir otoimmün böbrek hastalığına sahip olması olmuş. O yıllarda Marcora eklem iltihabından muzdarip olan ve diyalize girmek zorunda kalan, bunun bir yan etkisi olarak da kronik yorgunluk çeken kişilerde, direnç antrenmanlarının etkisi üzerine bir araştırma yapıyordu.

Kent Üniversitesi’nde spor bilimi üzerine ekibiyle pek çok yenilikçi araştırmaya imza atan Marcora, “Yorgunluk pek çok farklı hastalığın semptomlarından biri ve doktorlar bunu araştırmaya zahmet bile etmiyorlar. Çünkü pek spesifik bir şikayet değil. Ama yaşam kalitesini etkilemesi bakımından, en önemli faktörlerden biri aslında” diyor.

Marcora’yı yorgunluğun inişli çıkışlı doğasını araştırmaya iten şey de kısmen buydu. Hastaları iyi ve kötü günler arasında gidip geliyordu. Marcora da bu durumun kas kütlesi ya da hücresel enerji kaynağımız olan mitokondriyle alakalı değil, gün içinde değişen tutarsızlıklarla ilgili olduğunu düşünmeye başladı.

Yorgunluğu fizyolojik anlamda tanımlamak istersek, kasların güç üretme kabiliyetindeki azalma diyebiliriz. Marcora, “Lakin hastalar bundan değil, yorgunluğun verdiği hissiyattan rahatsız. Nihayetinde kuvvet de kaybetmiyorlar. Ben de bu nedenle bu işin psikolojik bir olay olduğunu düşünüyorum” diyor.

Marcora’nın kendi tabiriyle psikobiyolojik modeli, spor bilimindeki beden-zihin bağlantısının kesilmesiyle de benzerlik gösteriyor. Psikologlar genellikle fizyolojik belirteçleri kullanırlar. Örneğin bir yarışmacının önemli bir yarıştan önce ne kadar gerildiğini öğrenmek için nabız ölçerler. Günümüz nörogörüntüleme
teknolojisi, psikologların herhangi bir zihinsel süreçte beynin hangi noktalarının aktif olduğunu görebilmeleri adına elverişli durumda. Ancak çok az sayıda psikolog fizyolojiyle ilgileniyor ve daha da azı notları karşılaştırıyor. Marcora, “Aynı çatının altında yer alsak bile bilimler arası paylaşım oldukça düşük” diyor.

Daha ölçülebilir ve maddesel verilerle çalışan fizyologların da psikologların yazdığı raporlara (yani kişilerin kendini nasıl hissettiklerini söylemelerine) karşı bir tutumu vardır. Marcora iki tarafın da birlik olmasından yana. Bu nedenle olsa gerek, kendini geliştirmek için yedi yılda bir aldığı araştırma iznini Bangor
Üniversitesi’nin Psikoloji Okulu’nda yaptı. Acının gerçek bir his olduğunu söyleyen Marcora, “Ayak bileğinizi kırdığınızda yürümeye devam edebilirsiniz. Peki neden yapamazsınız? Çünkü canınız oldukça yanar. Hisleriniz çok güçlüler. Depresyon sizi hayatınızdan edebilir. Efor algısı da aynı şekilde sizi durdurabilir” diyor.

Marcora, efor algısının daha iyi anlaşılabilmesi adına 2010 yılında yaptığı bir araştırmada, rugby oyuncularından kondisyon bisikletinde beş dakika sprint atmalarını, ardından da yaklaşık 250W civarında yorulana dek bisiklet sürmelerini istedi. Marcora, 12 dakikalık bir sürenin sonunda yorulan sporculardan bir
sprint daha atmalarını istedi. Her ne kadar ikinci yaptıkları sprint güçleri, ilkinden yüzde 30 oranında daha düşük olsa da; ikinci dayanıklılık sürüşündeki watt güçlerini üç katına kadar (750W) çıkardılar. Yani aslında yorulmamış, sadece yorulduklarını düşünmüşlerdi.

Bu durum fizyolojik anlamda tutarlıdır. Hızlı kasılan kas lifleriniz (anlık güç kaynağı) daha çabuk yorulur ve katkıları azalır. Dayanıklılığınız için gerekli olan yavaş kasılan kas lifleri ise bu noktada devreye girer ve sadece oksijen açısından fakirleştiklerinde yorulurlar. Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse; kaslarınız
yorulmaz ama efor algınız değişir ve sürdürebileceğiniz bir antrenman işkenceye dönüşebilir. Efor algısı ayrıca yüksek yoğunluklu antrenmanları neden sadece kısa süreliğine yapabildiğimizi de açıklıyor. İri cüssesiyle göz dolduran Marcora şakacı bir ses tonuyla, “Beni kaldıracak biri, yüksek bir efor algısına sahip olmalı”
diyor ve devam ediyor: “Bu yorulduğunuz anlamına değil, benim ağır olduğum anlamına gelir. Ve belki de o kadar kuvvetli olmadığınızı gösterir.” Kas yorgunluğu tam anlamıyla yanıltıcı bir fizyolojik faktör olmasa da, olayın temeli değildir. Hatta önemli bir parçası bile değildir.

BENZER YAZILAR