1. GÜN
İstanbul’dan çıkıp otobana girdikten sonra rahat bir şekilde Marmara Ereğlisi’ne ulaştım. Ardından Tekirdağ, Malkara, Keşan hattı da gayet sakin ve iyi bir yoldu. Burası bizim için bir bağlantı yolu anlamını taşıyor malum, yani hikayemiz buradan başlamıyor aslında ama küçük bir anektod aktarmalıyım. Tekirdağ’ı çevre yolundan geçerken sağ tarafta bir uçak gözüme çarptı; burnu yola doğru bakıyor. Yanından geçerken anladık ki, birileri Airbus 300 uçağı almış, getirmiş ve yolun kenarına koyarak, üzerine de Köfte Airlines yazarak köfteci yapmış! Neyse şaşkınlıkla yolumuza devam ediyorum. Keşan’dan sola dönerek Koru Dağı’na tırmanmaya başladığımda yolculuk bizi atmosferine iyiden iyiye çekmeye başlıyor. Çünkü sonbaharın sarılarına şahit olacağımız güzel bitki örtüsü, Saros Körfezi’ne doğru kendini göstermeye başladı.
Yaklaşık iki buçuk saat kadar sonra Gelibolu’ya varmayı başardım. Şehir merkezine girdiğim gibi feribot gişelerini ve “geç geç” diye el işareti yapan birini görünce refleksle gişeye daldım. Ama orada çeşitli vapur firmaları var, saat açısından daha uygun başka işletmeler de arayabilirsiniz. Biz küçük bir gemiye bindik fakat konforsuz bir geçiş olmadı. Gişe görevlisi 5 lira deyince içimden “Vay canına, hayat İstanbul dışında ucuz arkadaş” dedim ve gemiye Discovery’yi bindirdim. Ancak içeride bir görevli geldi ve 30 lira daha istedi. Böylece yolculuk sarhoşluğuyla fazla iyimser bir ruh haline büründüğümü fark etmiş oldum.