Bu sene 27.’si düzenlenen Asics Venedik Maratonu’na katılan Hürriyet yazarı ve sivil toplum kuruluşları için bağış toplayan Adım Adım’ın koşucusu Yonca Tokbaş, yaşadıklarını esprili üslubuyla Women’s Health için kaleme aldı.
Yazı: Yonca Tokbaş
Saat 08.00, Start Alanı
Takır takır titriyorum. Çok soğuk. Ço-ço-ço-ço çok so-so-so-o-ğu-ğu ğuk! Dişlerim çarpıyor birbirine. Kırılacaklar neredeyse. Nasıl bilebilirdim ki bu kadar soğuk olacağını. İnsaf! İçime, iliklerime işledi… Ellerimi hissedemiyorum şimdiden. Ahhh keşke yanımda eldivenlerim olsaydı. Ama baksana Yonca, bir sürü insan gafil avlanmış, bir sen değilsin ki kek gibi kısa kollu zibidi. Adım Adım’dan Umut Ekşi, ki o tecrübeli maratoncu, o da zangır zangır titriyor. Ay onun şortu da kısa. Benim bari dizaltı.
Çok büyütme, çok düşünmeee Yonca. Amma hanım evladı oldun aaaa, çok ayıp. Sen Likya’yı yaşadın. Şikâyet yok. Şikâyet yok. Devam et Yonca, sadece devam et… İyi şeyler düşün. İyisin baksana. Sakın unutma, kafayı bozarsan, esas o zaman bitersin. Kalbini sıcak tut. Kalbini sıcak tut Yonca! Hele bir yola çık, ısınırsın nasıl olsa. Hele bir başla. Adım Adım. Koşamazsan yürürsün, yürüyemezsen emeklersin. Sadece devam et. Durma. Hayat böyle bir şey işte. Elinden geldiğince devam edebilmek, hayatın ta kendisi demek. Hayat devam etmekten ibaret. Her koşulda!
Saat 09.20
Start verildi. Vıyyy! Ne büyük bir bilinmeyene yolculuk. Asics Venedik Maratonu’nda hayatımın ilk harbi maratonunu koşmayı deniyorum. Üstelik hiç hazır değilim. Yani bedenen hazır değil gibiyim de, kafadan hazırım sanki. Ya zaten ben neye hazır oldum ki? Ah, annem ne kızgındır şimdi yine. Kadının hayatı “Yeter ama Yonca!” diyerek geçiyor.
Önümde tam 42 kilometre 195 metre var. Ne manyaksın Yonca! Amma inatçı bir soğuk. Soğuk deyip durma Yonca ya! Moralini bozma durduk yerde. Çok da yalnız hissediyorum. Hiç tanıdık yok etrafta. Ay tanısan ne olacak ki? Umut’la beraber başlasaydık keşke. Ama o hızlı. Ben yavaş. Hızlıları erken başlattılar, ben gibileri daha sonra. Keşke Asics ekibinden Hande, Women’s Health’den Hande ve Men’s Health’den Fatih’den ayrılmasaydım hiç. Beraber olsaydık onları göreceğimi bilir, kendime moral verirdim. Amaaan Yonca, düşündüğün şeye bak. Sana senden daha iyi moral verecek kimseye ihtiyacın yok. Hadi topla kendini. Sar ellerini şu naylona. Ellerin ısınırsa daha iyi hissedersin, bak gör.
Yok anam, bu eller ısınacak gibi değil. Naylonu deliyor soğuk. Ama kafam iyi. Kafam ve kalbim hazır. Yani iş bacaklarda gibi görünse de, ben inanıyorum ki inanmak en önemlisi. Bunu kanıtlayacak gibiyim. Züğürt tesellisi mi ne? Ay sus Yonca! Antrenman, hava, zart zurt deyip durma. Zaten bak 12 kilometre olmuş bile. Madonna sağolsun. You’ll See şarkısını hani bunca yıl dinlerim, koşuya ve şu anıma bu kadar iyi geleceğini hiç düşünmemiştim. “I don’t need anyone this time / I will survive / I know I’ll stay alive” Hakikaten öyle! Hayatta kalma savaşı veriyorum şu havada…
17. km
Yahu ne yağmur durdu, ne rüzgâr. Emre Tok ne yazmış sabah Twitter’da? “Yonca, yürüyerek bitmeyeceğini hatırla ve koş. Ve ne bulursan ye!” Kesin bir bildiği vardır. Adam dünyanın en zor dağlarını koştu. Kesin dinlemem lazım dediklerini. Hayata bak; Alper Dalkılıç Sahra Çölü’nü yanarak aşmaya çalışıyor, biz Venedik’de donarak koşmaya! Allah akıl fikir versin hepimize. Amin.
En iyisi şimdi bir jel daha atayım ağzıma ve protein barımı yiyeyim hazır henüz yutkunabilirken. Sonra yutkunamazsın dediler. Risk almayayım. Yeterince risk aldım zaten. Ayol belimdeki çantanın fermuarını açamıyorum ki yiyeyim. Ellerim donmuş. Yani bu hava koşullarında güzelim Venedik bile gözüme berbat geldi. Bir daha gelmem ben bu şehre. Türk’ün Venedik’le sınavı nedir ya? Hayatta gelmem. Acaba nasip mi değilmiş? Nerden çıktı bu nasip şimdi, zamansız! Demek bu maratonu bitirmek kısmet değildi. Şşşt çok ayıp Yonca! Yok öyle kendinle negatife oynamak.
Sağa sola bak Yonca. Bak bak, ne güzel kanallar. Ay ne kanalı yahu, gözümü açamıyorum ki rüzgârdan kanal göreyim. Kanal kadar kafana taş yağsın Yonca!
18. km
Hey Allah’ım, neden her dediğimi duyarsın ayıptır sorması? Şimdi de dolu başladı! Taş yağıyor işte kafama! “Kötü hava koşulu yoktur, yanlış giyim vardır” diye herkese caka sat ve gel sen şu an en yanlış giyimle koş Yoncacım. Ah Yonca, ah Yonca, ah Yonca!
Ama olsun. İyi hissediyorsun. Hem en önemlisi soğuktan başka derdin yok. Ağrı yok en önemlisi. Hadi kızım, gülümse, devam et. İyisin iyi. Sadece devam et Yonca… devam…
20. km
Ya ben resmen zor koşulların insanıyım demek ki. Ya da Arap atı gibiyim. Yooo ne Arap atı yahu. Ben Türk kadınıyım. Herrr şeyi yaparım. E totom da büyük, belki dört çeker bir cinsim.
Sonradan açılıyorum. Resmen iyi gidiyorum ay harika. Türk gücü filan dedikleri bu mu acaba? Bende kesin var, evet evet var. Amma gaz verdim be kendime… Uçacağım şimdi Venedik üzerinde!
21. km
Resmen yarısı bitti. Şaka gibi. Yolun yarısı… Vay be Yonca! Yaparsın kızım sen bu işi.
Devesin sen, deve!
24. km
Aaaa adam resmen çişini yaparak koşuyor şuna baaak! E zaman harcamamak için, haklı tabi.
Hem dursan, bilmiyorum tekrar koşabilir misin? Donma tehlikesi de var malum! Yani ben durursam bir daha adım atamayacakmışım gibi geliyor şu an! Ama yani az daha çişi ayaklarıma sıçrayacaktı rüzgârdan. Gerçi ne fark eder ki! Zaten sırılsıklamım. Hani köpekler ağrıyan yere çiş yapar ya, belki bu da sıçrasa ayağımın ağrısına iyi gelirdi, kramplarıma iyi gelebilirdi…
Aman tanrım Yonca! İyimser ol dedik de, bu kadarı da fazla yani! İyice uçtum mu ne? Nasıl düşünebiliyorsun bunları? İyimserliğin ‘kaka’sını çıkarttın. Sus hadi sus, koşmaya devam. Kafam susmuyor ki!
25.km
Eyvah benim de çok çişim geldi! Çoook çişim var. Çok çişim var. Ne yapsam? Tuvalet vardı da görmedim mi? Adamlar ne rahat şuna bak; duvar dibi gören yapıyor. Duvar yoksa yaparak koşuyor. Ah ulan erkek olmak vardı anasını satayım. Neyse, olmayanı değil olanı düşün Yonca. Kadınsın ve çişin var. Çözüm önerin ne şekerim, sen onu de bana bakayım!
Aaaa şuradaki parka mı girsem? Ayyy ama ya başka bir şeyim daha gelirse? Rezalet yani. Keşke tuvalet kâğıdım olaydı. Ay ne salağım, olsa ne işe yarardı, sular içindeyim!
Neyse… Park iyi fikir galiba. Hadi Yonca çok düşünecek zaman yok.
Evet park çok iyi fikirmiş. Zaten benim gibi üç kadın daha vardı. Gülümsedik birbirimize. Çiş kardeşliği! E ne yapalım? Tuvalet vardı da girmedik mi! Onlar da zor çömeldi kalktı, ben de. Ay ama nasıl rahatladım. Keşke daha önce yapsaymışım.
26. km
Yok bırakayım ben bu işi burada. Kısmet değilmiş. Baksana şimdi yine dolu başladı ve sol ayağımın üstü feci kramplar içinde. Ya bu ne manyak bir kramp ya! Bunlar herkesin anlata anlata bitiremediği kramplar olsa gerek. Vay be! Amma fenaymış. Of of of. Of anam of…
Normal bu kramplar. Çok normal. Şimdi geçecekler. Severim ben kramplarımı. Boşuna girmiyor ki, az mı çalışıyor kaslar. Helal olsun kaslara, ha gayret, geçsin kramplar. Donarak buraya kadar iyi bile geldim. Antrenmanlı olsam, 30.km’de filan olurdu kramplar belki. Ama neyse, şimdi geçecek… İki saniye, Refleksoloji ile beni ayağa kaldıran Hülyacığımın (Hülya Altan) dediği gibi, ayağımla alfabe filan yapayım iyi gelir.
Sakin. Yavaşlayayım. Hatta azıcık yürüyeyim… evet evet azıcık yürüyeyim…
27. km
E valla alfabe ve azıcık yürümek iyi geldi. A-B-C yaptım, devam ettim. Çok durmadım. Çok soğuk! Şimdi daha iyiyim. 500-600 metre yürüdüm. Madem 27.km olmuş, 30’a kadar dayanayım. Sonra bakarım duruma. Aaaa Barış Manço’dan, “Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde, bir türkü tutturmuşum anlıyorsun değil mi?” başladı. Sanki bana yazmış rahmetli. Cebim yok ki ellerimi sokayım Barış Abiiii! Ellerim dondu bitti. Mosmorlar. Ahh sevgili Nietzsche! Yeminle senin şu sözünü de sağ ayağımın sol içine dövme yaptıracağım bu maraton bitince! “Seni öldürmeyen güçlü kılar!” Baksana acıların kadınıyım ve 27 km devirdim. Ölmedim, güçleniyorum.
30. km
Nasıl yani? 30 km mi oldu? Vay be! Ayol kaldı 12 km 195 metre. Bak şimdi Yoncacım, şöyle düşün: Şimdi başladın koşmaya ve sadece 12 km var önünde. Yahu sen bu işi yaparsın, koçumsun kızıııım, hadi Yonca. Şebnem Ferah çaldı. “Hoşçakal” dedik birlikte. Yanımdan geçen adam bana deli deli baktı, avaz avaz söyledim çünkü. Ve geride bıraktığım 30 km için “Hoşçakal” dedim.
Gayet iyiyim yani 30 km koşmuş biri olarak. Hayret bir şey. Neden iyiyim ki? Ya insan iyiyse niye iyiyim diye sorar mı be kadın! Baksana, kaç kişiyi ambulans aldı götürdü.
Develer gibisin maşallah! Sulu deve! Seksi ve sulu deve… Seksi Sulu Donmuş Deve – SSDD!
Acaba ben de o herkesin anlattığı duvara çarpma durumuna gelecek miyim? Ay neden geleyim aaaa! Getirme aklına bunları Yonca! Yok duvar muvar, çarpmayacaksın. Anam ellerim bitti, bitti. Burnum, yüzüm dondu!
Ben bir jel daha yiyeyim… Kaç jel oldu? 5 km’de bir almaya çalıştım. Bazen 7 km’de bir aldım. Her su istasyonunda portakal-muz yedim. İyiyim. Yalnız bu jelleri streç filme saran kafamı, karşıma çıkarsa o duvara vurayım e mi! Eller donuk, streçi açıp jeli çıkarmak imkânsız. En iyisi ağzıma streçli atayım, bir şekilde tükürürüm. Görüyor musun, streç filmden boğulacaksın Yonca, sonra herkes maratondan oldu sanacak. Boğulmadım. Ayaktayım. Koşuyorum. Hâlâ.
31. km
Ay bu ne güzel bir şeymiş, nedir acaba? Hmmm sıcacık! Tat alma kabiliyetim de donmuş. Deminki su istasyonunda verdiler. Gatorade, çikolata ve kahve karışımı filan galiba. Ya da çay. Ay tadını geçtim, sıcacık bir şey. İçimi ısıttı ve iyi geldi. Ellerimi de soksam içine? Eller donmuş, sıcağa sokarsam parmaklarım yola dökülebilir. Sokma Yonca sokma. Sen bunu iç. Elleri unut, düşünme artık onları. Dondu onlar. Konu kapandı yavrum.
33. km
Kahretsin bu ne ya! Bu ne! Dolu soldan yanağıma vuruyor, yerlerden uçan bardaklar ve şişeler her yerimi dövüyor. Ellerim dondu, yüzüm dondu, yüzümü hissetmiyorum. Ya yüzüme bir şey oldu gerçekten. Acaba yüz felci filan olur muyum? Yok ya olmam. Acaba simlerim ve rujum ne halde? Acaba rujumu tazelesem mi? Yuh bunu da düşündüm ya! Kafayı yemeye başladım kesin. Rüzgâra karşı koşmak nasıl bir ızdırapmış. Bu nasıl rüzgâr anlamadım ki! Hortum gibi. Ya bu Sandy buraya gelmiş olmasın? Kesin geldi milletin haberi yok, eve gidince haberlerde söyleyecekler, ben de “Ben koşarken tanıştım!” diyeceğim.
Sanki o beni geri itiyor, ben onu. İnanılmaz kuvvetli. (Sonradan öğrendik ki saatte 55 km hızla esen bir rüzgârmış!!!) Şaka gibi, bir yandan da iyiyim hani. Ay nasıl bu kadar iyi olabilirim onu da anlamadım. Anlamaya anlamaya buraya geldim. Kafamın beyni dondu. Bu nasıl manyak bir köprü Allahım! 4 km.lik köprü! Bitmiyor koş koş… Bi de adı Özgürlük Köprüsü’ymüş. Özgürlük diyene deeee… Neyse küfretme Yonca. Kalbini iyi tut, sporcusun sen. Sporuna daaa!…
Bence bu köprünün adı bundan böyle “Kopri di SIRATio” olmalı. Sırat Köprüsü. Bitsin bu maraton, Venedik belediyesine dilekçe vermeyen maraton koşamasın. Aman tövbe!
Başka bir şey diyeyim. Ay diyemeyeceğim. Şu solumdan giden otobüsün yanında kalmaya çabalamalıyım. En azından o rüzgârı azıcık kesiyor. Ona sığınayım.
Şu elele koşan çift demin bıraktılar maratonu. Adam düştü bir daha kalkmadı yerden. Çok üzüldüm. Ha gayret Yonca. Ne demişti Dean Karnazes kitabında: “Koşamazsan yürürsün, yürüyemezsen emeklersin. Ama devam et… Sadece devam et. Devam et!” Devam et Yoncacım. Devam et. Al sana maratondan hayat dersi. Devam et… Devam et… Adım adım devam et.
37. km
Az kaldı. Azzz kaldı! Ama düşünecek hâlim kalmadı. Bir şeycik düşünemiyorum. Hele bir 40 km olsun bakarım duruma. Ay aman of… Ulan Venedik, ulan Venedik! Ulan deme Yonca, terbiyeni bozma. Sporcu insansın sen. Ay kafaya bak neler diyor kendine… Çok komik, çok saçma… Çok soğuk. Acaba koşu sarhoşluğu mu oldum? Ay bir şeyler oldum ama ne bilmiyorum… Of. Gangham Style dans etmek filan geçiyor içimden şu anda…
40. km
Şaka mı yani 40 km geldim mi? Yok artık! Valla mı? He valla Yonca, hayal değil. Gerçekten 40 kilometredir koşuyorsun. Gerçi demin köprüde biraz daha yürüdüm kramp feci girdi sol ayağımın üstüne. Gebertti içimi o kramp. Ama geçti… Geçti… yok kramp mramp… Kalmadı.
E tamam artık madem 40 km gelebildim bitirdim sayılır. Burada bırakayım. Belli ki yapabiliyorum. Ellerimi kurtarayım bari. Tamam Yoncacım bırak, bırak kızım, aaa derdin ne? Neee! Kafayı mı yedin Yonca! Ne bırakması saçmalama! Son 2 km 195 metre kalmışken ve iyi giderken niye bırakıyorsun ki? Neden?
Bu kadar gelmişsin, bırakmaya değmez. Dayan kızım. Olmadı son dakika yine bırakma şansın var. Bak hâlâ ayakların da gidiyor, kalbin de iyi, keyfin yerinde. İnsan buraya kadar gelmişken pes ederse esas o zaman kafayı yer. Devam et Yonca. Hayat devam etmek demek. Ölmedik ki duralım. İyiyim çok şükür. Neden durayım? Hadi bir gayret.
41. km
Bu 1 km geçmek bilmedi. Bir de köprüler başladı! İn çık in çık, sinir gülmeleri tuttu. Zaten bir köprüde iki kişi koltuk altlarımdan tutup kaldırdı, kondurdu beni köprüye. Acaba kötü mü görünüyordum, anlamadım ki? Ama iyi hissediyorum yani. Şaka gibi. Acaba hayal filan mı görüyorum? Yani kendimi iyi sanıyorum da iyi değil miyim? Daha neler! İyiyim ve iyi hissediyorum. İnsan niye kendinden şüphe eder ki? Eder tabi. Çünkü garip şekilde iyiyim. Bende bir gariplik var. Bende bir gariplik var ama ne? Ya da ben gerçekten uzun yol insanıyım. Kendime tişört yapacağım dönünce, Yonca “uzunyolcu”. Amma uzunmuş bu maraton olayı yaaaa! Koş koş hâlâ finish yok ufukta.
Ha ha ha ha! Delirme geldi galiba. Koşa koşa bitmedi, kaç saat oldu? Ay bir de altı saat dolmadan bitirmem lazım. Bitiririm herhalde… ne kaldı şurada? 1 km 195 metre! Eeeeh seni gidi o ilk maratonu koşan adam, ay adın neydi dur… Phi.. Phi… ay dilim de donmuş, dönmüyor.
Phidippides’di adamın adı. Adam Maraton şehrinden Atina’ya koşuyor, “Savaşı biz kazandık!” demek için ve haberi verip düşüp ölüyor varınca. E valla ölür tabi. Çok uzun abi bu maraton. Ne gerek var? Ama çok da iyi deneyim yahu. Valla. Ay ben kesin bir daha yaparım bu işi. 40 km olsaymış ya. Ha 40 km, ha 42 km, ha ekstra 195 metre, artık bu da küsurat olmuş. Ve kafayı yiyorum. Yedim.
Maraton şehrinden Atina’ya olan mesafe işte 42 km 195 metre… Bundan bize ne yaaa? Eh Phidippides, Allah rahmet eylesin sana da ama yani… Şu an bulsam seni.. Neyse… Şuna bak kimse yok sokaklarda! Venedik terk edilmiş gibi. E aklı olan bu havada sokakta durur mu! Amma akılsız kadınım ben. Benim ne işim var peki burda? Ben niye yapıyorum ki bunu? Ay sapıkça ama çok da keyifli. İçimden geçen keyfin tarifi de yok. Yani resmen keyif alıyorum ve buna inanamıyorum. Ben kesin yılda üç, beş maraton koşarım. Daha Kapadokya Runfire var, ultramaraton. Likya’ya hele Allah uzun ömür versin sağlık versin, her sene gideyim inşallah. Devam edebilmenin hazzı bu. Evet evet. Haz. Bunu da yaptım derim, denedim derim.
Derim de, hele bir bitse!
42. km
Hayatımın en uzun bir kilometresiydi galiba. Sokakta yüzüme bakmayan insanları parkurdan çıkıp dövmek istiyorum. Ama yapmayacağım bunu. Ben iyi bir insanım. Ben iyi bir insanım. İyi insan olmalıyım değil mi? Ayol bari birisi de bir “ha gayret!” dese yahu! Tüh sana Venedik! Millet kendi derdine düşmüş Yoncacım, kaçıyorlar, ondan. Kızma sen onlara. Koşmak yalnızlık demek. Yalnızlıkla cesurca baş etmek demek.Yalnızlığının içinde kendinle dost olmak demek. Rüzgâr yeteeeeer artık dur! Duramadın gitti. Sen durmazsan, ben de durmam. Al sana koşuyorum inadına!
Son 195 metre!
Aman Allahım! Aman Allahım! Bitti galiba. Ayyyyy… bitirdim mi acaba? Ayyyy…. Ha gayret Yonca! Ah keşke yanımda ailem olaydı… görselerdi beni… tüh tüh tüh! Ama hiç aklıma gelmedi ki yapabileceğim! Bilseydim sülaleyi toplardım finish’e! Ama çok üşürdü çocuklar… Duramazlardı bu soğukta. Sus Yonca bak bitti… Bitttiiiiiiiii!
Finish!
Beş saat 46 dakika 13 saniye ve İtalyan adam bağırıyor:
“Sinyori Sinyori Brava Brava…!” Yıkılıyorum…
“Sinyori Ambulanza Ambulanza…” Yok ya ne ambulansı!
“Va bene va bene!” İyiyim ben, sen endişe etme. Mutluluktan uçuyorum ziyadesiyle.
Kalkıyorum ayağa. Madalyama doğru sürüklüyorum kendimi. Korkunç bir titreme tuttu her yerimi. Normal mi? Gözlerimden yaşlar şakır şukur akıyor. Öyle suskun, öyle sessiz ama öyle çılgın mutlu bir gözyaşı ki! Çok mutluyum. Yaptım. Denedim… Çok şükür oldu. Down Sendromlu bir kız çocuğu madalyamı takıyor! Sarılmak istiyorum ona, ama kollarım kalkmıyor. O bana sarılıyor! Ne tatlı bir anı! Ne tatlı bir anı! Gülüyorum.
“Soyunma odası şurada” dedi galiba kadının biri… Maraton sonunda İtalyanca söktüm sanki. Perdeyi açtım girdim. Banklar var. Şuna otursam. Oturdum. Kafam kalkmıyor. Bir şey yemem lazım. Kesin yemeliyim. Ne olursa olsun yemeli ve içmeliyim. Çok titriyorum. Çantayı açamıyorum. Ellerimle hiçbir şey yapamıyorum. Rica etsem birine de çantamı açsalar… Kafamı kaldırıyorum. Aa… aaaa… aaa..!!! Ayol her yerde penis var. Rengârenk! Sarışın, kızıl, esmer. Ay olamaz yaaaa! Erkekler soyunma çadırı mı bu? Yoksa kadın-erkek karışık mı? Ay bilmiyorum. Bilmiyorum! Lanet olsun kadınlarınki nerede? Ay ben yanlış çadıra girmişim yaaa…
Gerçi kimsenin kadın erkek cinsiyet görecek hâli yok. Kalmamış! Neyse çıktım çadırdan. Tekne taksi lazım bana, imdat burası neresi? Kadının biri derdimi anladı. “Jardini Jardini” dedi. Jardini durağındayım. Deliler gibi gülüyorum. Arada kahkaha atıyorum. Sanırım koşu sarhoşluğu. Umberto ve sevgilisi Julia… Yani adları buymuş. Durakta tanıştık. Bana yardımcı olmaya çalışan beş, altı kişi daha var. Seferber oldular bana yardımcı olmak için. Ben söyledim, Umberto telefonuma şifre girdi. Ellerim tutmuyor. Ben basamıyorum tuşlara.
Julia da bana bir şeyler içiriyor. Ay Allah razı olsun diyeceğim de nasıl. Grazia Julia! Konuşamıyorum. Çenem takırdıyor. Bütün bedenim titriyor. Zangır zangır titriyorum. Ama çok manyak mutluyum yahu!
Bağırmak istiyorum, hâlim yok. Tekne taksi geldi. Bindim. Yere yattım. Oturamıyorum. Otele gittim. Otelde, Asics Türkiye’den beraber geldiğim Begüm ve Hande. Beni görünce fırladılar. Resepsiyondaki kadın ve adam, “Brava Brava!” diye bağırarak geldiler. Ve yaklaşınca gerisin geri gidip battaniye ile üstüme atladılar. Yürüyemiyorum ama çok mutluyummm!
Yeşil Asics ayakkabılarım sırılsıklam. Öpeceğim ben bu ayakkabılarımı ama hâlim yok. Üstüm başım su içinde. Sırılsıklamım. Yüzüm donmuş, ellerim mosmor ve şiş. Kaslarım titriyor. Ama çok mutluyum. İnsan, eğer koşamazsa yürür. Ağrıları kucaklar eğer sonunda ölüm yoksa –ki yok. İnsan kendini sevmeli… İnanmalı kendine. İyi şeyler söylemeli yolu uzun ve zorlu olunca. Kendi kendine iyi gazlar vermeli. “Yaparsın, inan kendine!” demeli. Yol ne kadar uzun ve zorsa, kendi kendine yol arkadaşı olmalı… İnsan kendine, “Önce koş, olmadı yürü, olmadı emekle ama vazgeçme, devam et, adım adım ilerle! Hayat, denemeye değer!” demeli. Demeli…
Hayat devam ediyorsa… İnsan devam edebilir. Etmeli.
Yonca “devam edecek”.
Teşekkürler!
Bu yazıyı buraya kadar okuduğunuz için size!
Hele videoları da izlediyseniz, gülmekten ölüyorsunuzdur hâlime. Olsun. Sizi mutlu görmek beni de mutlu eder. Ve Asics ekibine. Gerçekten. Asics’in açılımı Latince “Anima Sana In Corpore Sano” deyiminin baş harfleri. Yani, “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”. Bulunur. Ne olur, üşenmeyin. Spor yapın e mi!