BİRLİKTE YAŞAMAK

Beraber yaşamaya karar veren bir erkek ile kadının uzlaştığı noktalarla, ana hatları belirlenmiş fedakârlık dolu bir hikâye. Eminim sana tanıdık gelecek…
Hikâyemiz bekâr evinde Playstation’ı, her daim dağınık yatağı ve içinde birası eksik olmayan buzdolabı ile mutlu mesut yaşayan erkek kahramanımızla başlıyor. Hikâyenin içine girmek için kahramanımızı gözünüzde Jude Law ve Orlando Bloom karışımı bir adam olarak canlandırabilirsiniz. Olmazsa kafanızda beni de canlandırabilirsiniz. Nasılsa Abdullah Gül’ü George Clooney’e benzeten bir milletin evlatlarıyız. Bu denklemi bana uygularsak benden de pekâlâ bir Johnny Depp çıkar. Hatta inanıyorum ki, arta kalan malzeme ile bir Tom Cruise yapabiliriz.

Neyse, nerede kalmıştık? Kahramanımız hayatını evde arkadaşları ile Guitar Hero oynayarak, dünden kalan pizzayı afiyetle yiyerek geçirmektedir. Dışarıdan bakan birinin görebileceği üzere, aslında iş bulma ve yeni bir hayat umuduyla kamyonun kasasında sekiz ülke geçen mülteciler bile daha insani şartlarda yaşamaktadır. Ancak kahramanımız hiçbir şeyi dert etmemektedir.

Derken sahneye hoş bir kadın giriş yapar. Erkeğin ağzı, Falım sakızı reklâmlarındaki yaşlı amcalar gibi açık kalır, haliyle. Artık gönlünü kaptırmıştır. Seviyeli bir ilişki yaşamaya başlar. Beraber yapılan Pazar kahvaltıları, evde izlenen DVD’ler derken, iş balayı aşamasına kadar gelir. Taraflar paralel dünyaların yavaş yavaş karışmaya başladığından habersizdir. Hani kurbağa ile ilgili bir hikâye vardır ya. Kaynayan kazana atarsanız, aniden sıçrayıp kaçar ancak soğuk suya atıp suyu yavaş yavaş ısıtırsanız fark etmez. İşin farkına varıp da canını kurtarmaya ihtiyaç duyduğundaysa kıpırdayamaz hale gelir. İşte kahramanlarımızın hali de tam budur. Birbirlerinde kaldıkları gecelerin sabahında ayrılmak o kadar zor gelir ki, beraber yaşamaya karar verirler.

Kulağa tanıdık geldi değil mi? Benim başıma geldi. Her an sizin de başınıza gelebilir. Kurbağanın aksine benim bu mücadeleden sağ çıkmamın sebebi doğuştan bir müzakereci olmamdan kaynaklanıyor. Bu konuda o kadar başarılıyım ki, bir ara Ali Babacan’dan sonra adım kulislerde dolanıyordu. Sonra ortaya çıkan seks kasetimden dolayı, siyasi hayatım başlamadan bitti, ne yazık ki!

Onu bunu bilmem arkadaş. Eğer bu sözlerim beni erkek meclisinden dışarı atacaksa, varsın sürüleyim bu diyardan. Ben evde bir kadın dokunuşu olmasını seviyorum. “Bulaşıklar her daim temiz, çamaşırlarım ise ütülü oluyor” gibi erkek egemen cümleler kurmayacağım. Bildiğim bir şey varsa, o da kadının varlığının evde ABS sistemi gibi çalıştığıdır. Yani erkeğin kendini salmasını, ortaokul ikinci sınıfındaki haline geri dönmesini otomatik olarak önler.

Tabii bu kadar anlayışlı bir noktaya gelebilmek için, uğraş vermedim değil. Uzun tartışmalarımız oldu. O kendi sınırını çizdi, ben de erkek kedi gibi ev içinde kendi bölgemi, kendi eşyalarımı itinayla işaretledim. Bu alanların neler olduğunu bilmek isterseniz, sizi daha fazla merak içinde bırakmayayım.

Bilgisayar başında geçirdiğim zaman
“Playstation’ı açmayacaksın değil mi?” En çok duyduğum soruların başında geliyor. Aslında içinde gizli bir soru olduğunun farkındayım. Bu soru bana değil kendisine; “Acaba hayatımı sürekli bilgisayar oynayan koca bir çocukla mı geçireceğim?” İşin aslı ise pek öyle değil.

Şampiyonluk yaşayan bir takımın oyuncusu olmak nasıl bir duygudur bilemezsiniz. Gerçi ben de bilmiyorum. İşte bilgisayar başında saatler geçirmemin sebebi de bu. Bir takımın şampiyon olması gerçekten emek ve zaman gerektiren bir iş… Yani elimde bira ile bilgisayar başında otururken aslında o kadar meşgulüm ki; bir sonraki maçın taktik antrenmanını yaptırıyor, rakip takımın zayıf noktalarını inceliyor ve devre arasında alacak genç yıldızlar arıyorum. Yok, olmayacak bu, ne yaparsam yapayım kendimi haklı çıkaramayacağım. Tamam, ben de vaktimi çok elzem bir şey için harcamadığımı kabul ediyorum. Ancak ben boş vakitlerinde insanlık adına önemli keşifler peşinde koşan bir adam değilim ki! O yüzden, tam kanserin çaresini çözecektim de, oyuna dalmışım havası vermeye gerek yok. Iki alternatifim var; ya beraber Aşk-ı Memnu izleyeceğiz ya da o kadar emek sarf ettiğim takımımla şampiyonluk turu atacağım. Tercihim haliyle ikincisinden yana. Ne var bunda? Bu arada yeri gelmişken Behlül’ün mal varlığının acilen açıklanmasını talep ediyorum. Olmayacak bu adam çok prim yaptı, kadınların gözünde.

Sizin Aşk-ı Memnu ile aranızda nasıl bir bağ varsa, bizim de bilgisayar oyunları ile aramızda öyle bir bağ var. Bunu anlamak zor olmasa gerek. O yüzden bilgisayar başında geçirdiğim dakikaların, saygınlığımdan götürmesine izin vermiyorum.

Mutfak ritüeli
Yemek yapmayı seviyorum. Peki, becerebiliyor muyum? Hayır. Çünkü nasıl yapıldığını tam olarak bilmiyorum. Ancak çabamla taraftarın sempatisini kazandığım kesin. Üstelik var olan şeyleri tam olarak bilmeme rağmen yeni şeyler denemekten asla kaçınmayacak kadar da cüretkârım. Örneğin rendelenmiş peynir ile tavada ızgara yaptığım bir makarna tarifim var, iddia ediyorum üç Michelin yıldızlı restoranlarda bulamazsınız. Tabii “deneysel mutfak” tatlarını keşfetme süreci biraz sancılı geçiyor. En azından mutfak hijyeni adına. Benim kurallarım çerçevesinde, bu süreçte iki şeyin olmasına asla izin vermiyorum. İlki, yemeği yapma aşamasında sevgilimin gelip moralimi bozmasına. Zira buna sıklıkla teşebbüs ediyor; “Altını çok açtın, yakacaksın” ya da “Bu kadar yağ fazla değil mi?” gibi cümlelerin tek bir amacı var, beni yıldırmak. Peki, ben başladığım yoldan dönüyor muyum? Asla! Yemin ediyorum, eğer Thomas Edison bu muamelenin onda birini görseydi, bu satırları şu anda gaz lambası eşliğinde okuyor olurdunuz.

İkincisi bana gelip etrafı temizlemem gerektiğini hatırlatmasına izin vermiyorum. Filmlerdeki gibi mikseri çalıştırınca duvarları rezil edecek kadar beceriksiz hareketler sergilemiyorum. Orası kesin. Tabii kırdığım yumurtanın kabuklarını tezgâhta unutuyor olabilirim. Bu durumdan ben de mutlu değilim elbette. Aramızdaki tek fark ise mutfağın dağınık durmasına ondan daha fazla tahammül edebilmem… Örneğin yemek bitip de üzerinden birkaç saat geçmesi benim için çok da anormal bir durum değil. Ancak koyduğumuz kesin kural şu, saatler gece yarısını vurmadan etrafı toplamış oluyorum.

Onun eşyaları
Kokulu mumları, makyaj malzemeleri ve güzellik kremlerinden oluşan dünyasına bakarken, kendimi Hubble Teleskopu’ndan evreni izleyen bilim adamları gibi hissediyorum. Tüm bunlara neden ihtiyaç duyduğunu gerçekten tam olarak çözebilmiş değilim. Gerçi çözememiş olmam, pek de şaşırtıcı değil, zira evde Quasimodo tadında dolaşan bir adamım. Ancak çabanızı takdir ediyorum. Hele duş sonrasındaki krem sürme merasimi, beni testosteron dolu derbeder dünyamdan alıp başka diyarlara götürüyor. Yeter ki beni de o dünyanın içine çekmeye çalışmasın. Yani Molton Brown Blissful Templetree duş jelinin kalan son damlasını bitirdiğim için bana kızmasın. Çünkü kullandığım süpermarket markalı ürün ile gizli gizli karıştırıp kendi çapımda bir miks de yaratabilirdim. Ancak yapmadım. Teşekkür bekliyor muyum? Hayır, ailem beni her daim vakur olacak şekilde yetiştirdi.

Benzer bir durum alışverişte geçerli. Eğer alışveriş sepeti benim kolumdaysa, içine attığım ürünlerin markaları konusunda ben söz sahibiyim. Henüz süpermarket markalı olanlarından daha güzel kokan sabunu keşfetme yetisine sahip değilim. O yüzden karşıma ilk çıkan en ucuz şeyi aldığım için bana kızmayın…

Yazı: Eren Erentay

BENZER YAZILAR