Dedikodu ve sosyal kabul görme

Kime sorsanız, “dedikodu yapmak kötüdür” der ama bir grubu farkına bile varmasa da, herkes illa ki dedikodu yapar.

Psikoloji bilimi ise son araştırmalar sayesinde artık konuya farklı bir açıdan bakıyor.

Sıradan bir sabah… Komşunuz sıcak ekmek almak için koşa koşa fırına gidiyor. Öğleden sonra mahalleden arkadaşlarınızla çay için toplanıyorsunuz ve aralarından biri sabahki sıradan olayı şöyle anlatıyor: “Şekerim o ne pasaklılıktır, anlamak mümkün değil. Sokağa çıkıyorsun ayol. İnsan üzerine şöyle düzgün bir şeyler giymez mi hiç. Altında çiçekli pijama, üstünde ekose yelek. Alttakinin rengi pembeli üstteki kahverengili. Saçını bari tarar insan. Yataktan kalktığı gibi kapıdan çıkmış. Ay baktım baktım, üzüldüm haline ne yalan söyleyeyim…”

Oysa yaşanan olay gerçekte neydi? Komşunuzun kahvaltı sofrasını bir an önce kurma telaşıyla alelacele fırına gitmesi… Komşunuzun kıyafeti, saçı, üstündekilerin rengi sizin dikkatinizi çekmiş miydi? Hayır! Peki, bütün bunları “sorun”, ya da en basitinden “anlatılması, paylaşılması gereken bir konu” haline getiren kim? Arkadaşlarınızdan biri. O zaman tanıştıralım: O arkadaşınız, bir dedikoducu! Üstelik anlattıklarının hiç birinin abarttığı gibi olmadığını da biliyorsunuz. Peki, bu dedikoduyu dinlerken bir şey dikkatinizi çekti mi? Farkındaysanız, çay partinizin dedikoducusu hem eleştirdi hem de neyin nasıl olması gerektiğine dair ders verdi. Aynı anda görgü kuralları eğitmeni, modacı, saç stilisti, renk uzmanıydı üstelik. Ama vurucu cümleyi en sonda kullandı: “Üzüldüm haline!”

Dedikodu aslında kime yarar?

Psikologlara göre dedikodu, bireylerin başkalarını aşağılarken, eleştirirken, yargılarken kendilerini yüceltmek için kullandıkları bir strateji. Böyle yaparak toplumdaki yerlerini yukarılara çıkarmayı ve kendilerini bilirkişi olarak kabul ettirmeyi amaçlıyorlar. Yani dedikoducu asıl olarak bencil amaçları uğruna başkalarını kullanıyor. Belki yukarıdaki basit hatta istenmeyen türde bir dedikodu ama şunu da kendimize sormamız lâzım: Müthiş gizli bir haberi tesadüfen öğrenen ve bu haberin çok kişiyi etkileyeceğini bilen biri bunu kendine saklayabilir mi? Zor olsa gerek, öyle değil mi? Haber herkesten şu ya da bu sebeple saklanıyor ama siz dâhil herkesi etkileyeceği de gün gibi ortada. Örneğin bir bankada çalışıyorsunuz ve bankanın, altı ay sonra başka bir bankayla birleşeceğini tesadüfen öğrendiniz. Bu kesinlikle başkalarının sırrı hatta iş sırrı ama sizin de içinde bulunduğunuz kalabalık bir kitleyi de etkileyecek. Ne yaparsınız? Kuşkusuz hemen hepimizin benzer sırlar öğrendiği ve önce bunları saklayıp saklamamakla, sonra da kime açılacağına karar verememekle ilgili sıkıntıları olmuştur. Dedikodunun aşağılayan bir yanı olduğu gibi toplumsal iletişimde etkili bir mekanizma olduğu da reddedilemez. İşte dedikodu, tam da bu noktada bir kişilik zaafı değil iletişim şeklidir.

Psikologlar, dedikodu yapamayan kişilerin, dedikoduculardaki toplumsal iletişim becerisinden yoksun olduğunu belirtiyor ve (tartışmaya açık olsa da) şu tespitte bulunuyor: Dedikodu yapamayanlar, genellikle başkalarıyla kolay iletişim kuramazlar, topluluklara kolay kolay dâhil olamazlar. Bir süre sonra da kendilerini, o topluluklara dışarıdan bakarken bulurlar…

Mağara kardeşliğinden günümüze

Hoşumuza gitse de gitmese de bizler ilk çağlardan beri başkalarının işine burnunu sokan varlıklarız. Evrim psikologlarına göre prehistorik çağdaki beyin yapımızın bir mirası olarak başkalarının aklından geçenlerle fazlasıyla alakalıyız. Bilim insanları da gerçekte bu iddiayı doğruluyor. Tarih öncesi dönemlerde küçük gruplar halinde yaşadığımız için, bu gruplardaki tüm bireylerin birbirinin aklından ne geçtiğini içgüdüsel olarak bildiğini öne sürüyorlar. Buna gerekçe olarak da düşmanlardan korunmak için ya da zorlu doğa koşullarında hayatta kalabilmek için grup olarak ortak hareket etmeye mecbur olmamızı gösteriyorlar. Bir konuya daha açıklık getiriyorlar: Sınırlı yiyecek içecek, kürk, barınma gibi zorluklar karşısında “mağara kardeşliği”nde herkes aynı zamanda birbirinin rakibiydi ve herkesin, aynı grup içinden, arkasını kollayacak birilerine ihtiyacı vardı! İşte bu noktada atalarımızın çözmesi gereken ve en az dışarıdaki vahşi hayat kadar zorlu olan bir sorun vardı: Kim dürüsttü? Kim yalancıydı? Kim ikiyüzlüydü? Kim sırttan bıçaklardı? Dostluk, arkadaşlık, iş birliği, güç birliği ve aile kurmak için kime, mağaradakilerden hangisine güveneceklerdi?

Uzmanlara göre dedikodu hayatımıza tam da bu noktada girdi. İnsanların içinde bulundukları toplulukla / toplumla ilgili bilgi sahibi olmaya ihtiyaçları sürdüğü için de ardı arkası kesilmedi. Ancak evrim geçirdi! Ya da fonksiyonu değişti demek daha doğru… Artık elde ettikleri bilgiyi kendi lehine kullanan, kendini öne çıkaracak şekilde yayan hatta söz konusu bilgiyi “ilişkilerim sağlam”, “ben önceden öğrenebilirim”, hepinizden bir adım öndeyim” havası yaratanlar var ve içinde bulundukları topluluğu asıl etkileyenler de bunlar.

Dedikodudan kaçmak mümkün mü?

Siz dedikodu yapmıyor olabilirsiniz ama ya size anlatılanlar?.. Yani bir başkasının yaptığı dedikoduya da kulak misafiri oluyorsunuz ister istemez. Ancak şurası kesin ki dedikodu yapmayıp dedikodu dinlememek diye bir şey yok. Herkes illa ki bu dedikodu işine kıyısından köşesinden bulaşıyor. Çünkü aksi halde toplumsal bir soyutlanma gündeme geliyor. Yalnız bu dedikodunun da sınıfları var. Meselâ aldığınız bir haberi tek bir kişiyle paylaşmanız, arada derin bir güven ilişkisi olduğunu gösteriyor. Geniş bir insan iletişimi ağına sahip olmanız ise aynı oranda geniş bir istihbarat ağını yönetiyorsunuz, dolayısıyla grupta ne olup bittiğini anında öğrenebiliyorsunuz anlamına geliyor. Şimdi bu iletişim ağı içinde yer almayan, ne dedikodu yapan ne de kendisine dedikodu anlatılan birini düşünün… Bu kişi ya grupta yenidir, ya dışlanmıştır ya da güvenilmez ilan edilmiştir… En çok da işyerlerinde karşılaşılan bu tür dedikodu grupları gerçekte zararsızdır. Bu gruplarda yapılan meslektaşlar arası küçük dedikodular çalışanlar arası bağı sıkılaştırır ve moralleri yükseltir. Özellikle işe yeni başlayanlar, bu tür dedikodu gruplarına dahil olduklarında, içinde bulundukları gruptakilerin başkaları hakkında bulundukları yargıları dinleyerek ne yapmaları gerektiğine dair fikir sahibi olur. Gruptakiler de anlattıklarıyla, yeni gelene onayladıkları ve onaylamadıkları davranışlar, tutumlar hakkında alttan alta resmi olmayan bir brifing vermiş olur.
Bu gibi küçük gruplardaki dedikoduların bir işlevi daha vardır: Nasıl ki içinde bulunduğumuz grup başkaları ile ilgili dedikodu yapıyorsa, başkalarının da bizimle; ait olduğumuz grupla ve kendimizle ilgili dedikodu yaptığını biliriz. Bu da bizi “aidiyet” konusunda hizaya sokar. Örneğin ABD’deki büyükbaş yetiştiricileri, karides avcıları ve üniversitelerin kürek takımları gibi birbiriyle alakasız üç grup üzerinde yapılan dedikodu merkezli araştırmanın sonuçları hayli ilginç olmuş. Bu grupların her üçünde de bireyler, aldıkları bilgiyi paylaşmaya zorlanmışlar. Aksi takdirde dedikoduların hedefi haline gelerek dışlanacakları kendilerine hatırlatılmış. Sonuç olarak tehdit gören her birey, grup içinde daha iyi eleman olabilmek için çaba göstermeye başlamış. Örneğin karides avcıları, grubun oturmuş kurallarını hiçe sayan ve nasıl hızlı karides avlanacağına dair grup eğilimlerini önemsemeyen üyeleri dışlayıp onlarla birlikte ava çıkmayı reddetmiş.

BENZER YAZILAR