Dolomitler’in Suyu

Untitled-2

Aşılmayacak dağ dere yoktur, az enerji vardır.

Artık patikada, kalın gövdeli ağaçlardan oluşan ormanın içindeyim. İşaretler muntazaman güzergâhı gösteriyor ve böylece “Yanlış yolda mıyım?” endişemi bir kenara bırakıyorum. Az ileride bisikletli bir grup görüyorum. Bunlar organizasyon ekibinden ve sonuncuyu takip ediyorlar. Önlerinde batonlarıyla yürüyeni görüyorum. Onlara göre hızlı sayılacak bir tempoda yanlarından geçiyorum, anlamsızca izliyorlar geçişimi. Aynı uyuya kalma işaretini yapıyorum ve arkamdan
yankılanan gülüşmeleri duyuyorum. En azından sonuncu olmadığımı biliyorum. Artık kendi hızımda ilerliyorum. Sonra bir yarışçıyı daha geçiyorum. Kendime kızıp telaşla koşmaktansa, acaba kaç kişiyi geçerim diye kafamı meşgul etmek için saymaya başlıyorum bundan sonraki geçtiklerimi. Altı, yedi… İlk 9 kilometre yokuş. Azimle ve güçlü bir şekilde çıkıyorum. Yirmi yedi, yirmi sekiz… İlerledikçe arazi dik ve zorlu bir hale geliyor. Olsun, böyle olacağını biliyordum ve
hazırlıklıyım. Katlanır batonlarımdan faydalanıyorum. Ağırlığımı sadece bacaklarım taşımıyor böylece. Yüz sekiz, yüz dokuz…

Artık tamamen yarışın içindeyim. Bazen bir patika yarışında var gücümle ilerlerken, arkamdan patır patır birinin yaklaştığını duyar ve sonra beni geçtiğini görüp şaşırırdım. Bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya çalışır, gözden kaybolana kadar izlerdim. Şimdi geçtiğim insanlar muhtemelen aynı duygularla beni izliyordur. Demek ki böyle oluyormuş. Dar patikada önündekini geçmek zor bir iştir. Ya yol vermesi lazım ya da risk alıp patika dışında bir yerlere basıp geçmeniz
gerekir. Her ikisini de yapıyorum; “Sorry” diye seslendiğimde yana geçiyorsa ne ala, yoksa sağdan soldan, taştan çalıdan sekerek geçiyorum. Çok iyi gidiyorum kanımca. Yüz yetmiş yedi, yüz yetmiş sekiz…

Bu arada, yarışın başından beri sırtımdan bacaklarıma doğru indiğini hissettiğim ıslaklık sadece ter değilmiş. Meğer çantamdaki su torbası delinmiş ve içindeki elektrolit takviyeli su tamamen boşalmış. Suya gereksinim duyup da suyunuzun olmaması hiç güzel bir his değil. Gördüğüm ilk akarsuya doğru koşuyorum. Kayalardan dolu dolu akan suyu avcuma doldurup içiyorum, su çok güzel ve buz gibi. Enerjim tazeleniyor, coşkuyla yola koyuluyorum. Düzlükleri iyi değerlendiriyorum. 250 civarında, geçtiğim koşucuları saymayı bıraktım. Şimdi etrafı daha çok izliyorum. Çok güzel bir coğrafya Dolomitler. Tanıdığım ve tanımadığım bitkiler, ağaçlar görüyorum. Keşke tüm gördüklerimi kaydetmenin bir yolu olsa diye geçiriyorum aklımdan. Tabii yarışa bu kadar geç başlayınca, durup telefonumla birkaç fotoğraf çekmedim. Bu vakit kaybını göze almadım. Dik bir iniş çıkıyor karşıma. Kontrollü inişleri seviyorum ve gruplar halindeki
koşucuları geçiyorum. Ohh keyfim o kadar yerinde ki, hoplaya zıplaya iniyorum. Hemen dik bir yokuş başlıyor bu inişin ardından. En dik çıkış olduğunu göğüs numaramdaki eğim grafiğinden teyit ediyorum. Aşılmayacak dağ yoktur, yeter ki aşma isteğini ve enerjini koru. Bir ritim tutturup ilerliyorum. Zorunlu malzeme olan bardağımı çantamdan çıkardım ve boru tipi bandana yardımıyla bileğime sardım. Bu, o anda bulduğum bir yöntemdi ve yarış sonuna kadar çok kullanışlı
oldu. Dolomitler’in suyunu kana kana içtim her seferinde.

Uzun bir patika koşusunda bir dereyle karşılaştığınızda tereddüt edersiniz. Daha önce böyle bir şey yapmadıysanız, “Ayakkabımı, çorabımı çıkarsam mı?”, “Şu taştan atlarsam ıslanmadan geçebilir miyim?” gibi kararsızlıklar yaşarsınız. Ben de yaşamıştım ama artık deneyimliyim. Çoraplarını çıkarmış dereyi geçmeye çalışan kalabalık bir grup insanın şaşkın bakışları altında, şabada şubada geçiyorum dereyi.

En uzun tırmanışı tamamlarken, solumda yükselen kayaları hayranlıkla izliyorum. Uzun mesafe koşusunda düşünmeye çok vaktiniz olur. Masada iki ekmek diliminin birbirine çarpıp yükselmesini, üst üste binmesini dağların oluşumu diye göstermiştim yeğenime. İşte şimdi o dev ekmek dilimleri gökyüzüne doğru uzanıyor yanı başımda. Bu görüntüden etkilenmemek mümkün değil.

Dar geçitler, dev ağaç kökleri, inişler, çıkışlar… Bir patika koşucusu daha mutlu olamaz!

Keyifle koştuğum 2 kilometrelik inişten sonra ilk kontrol noktasına geliyorum. Her zaman yaptığım gibi patikanın düz olduğu fırsatlarda şeker kontrolü yapıyorum. Bu konuda her şey yolunda gidiyor. Yanıma aldığım hurma ve kuru eriklerin hemen hemen yarısını tükettim buraya gelene kadar. Dolayısıyla karbonhidrat takviyesi yapmak önemli olacak. Coşkulu bir karşılama var. Çok iyi hissediyorum ve hemen bardağımı bileğimden çıkarıp uzatıyorum. Su içmenin ne kadar keyifli ve kıymetli bir şey olduğunu böyle zamanlarda anlıyorsunuz. Elektrolit tableti atıyorum içine ve erimesini beklemeden içip yeniden dolduruyorum. Tabaklardaki yiyeceklerden alıp yiyorum kontrollü biçimde. Parmesan peyniri bile var. Muz yiyorum birkaç parça. Gözüme ilişen meyveli turtayı da mideme indirip devam etmeye karar veriyorum. Yaklaşık 40 gram karbonhidrat alıyorum. Son bir bardak suyu da içiyorum. Gönüllülerden biri sırt çantamı
işaret ederek su torbamı doldurmak istiyor. Delindiğini ve yarışın başından beri Dolomitler’in suyunu içtiğimi söylemiyorum. “Zaten dolu, sağ ol” deyip hızla uzaklaşıyorum. “Niye boş? Nasıl delindi? Nasıl devam edeceksin?” sorularını da geçmiş oluyorum böylece. Evet, risk alıyorum ama Dolomitler’de yeterince su var, biliyorum artık.

Rifugio Avareu’ya, yani parkurun en yüksek noktasına geldiğimde her şey yolunda. Yorgunluk, bitkinlik hissetmiyorum. Tüm parkurun en teknik bölümü burası, yani 27K ve 30K arası. Kayalar, kütükler, çok dar geçitler ve ağaç kökleri arasından geçiyorum. Çoğunlukla kayaların üzerinden atlayarak kendime yeni yollar bula bula ilerliyorum. Bir patika koşucusu olarak en çok zevk aldığım bölüm burası. Bundan sonra koşacağım yarışlar için de deneyim kazandığımı düşünüyorum. Sonrasında birkaç kısa boylu çıkış var ama yarışın sonuna doğru uzunca bir iniş beni bekliyor. İşte parkurun bu kısmı için ayrı bir heyecan duyuyorum. Sanki o kadar zorlu çıkışın ödülünü alacakmışım gibi. Kısa inişten sonra geldiğim kontrol noktasında biraz su içip, iki parça muz yiyip aynı hızda
ilerliyorum. En sert çıkışı geçip Giau Geçidi’ni aşarken zirveleri arkamda bıraktığımı biliyorum. Dolomitler’in son balkonundan aşağı bakıyorum artık. Dağcılıkta zirve yapıp inişe geçmek biraz hüzünlüdür. Sanki dağı arkanızda bırakıp gidiyormuşsunuz hissi geçer içinizden. Ama ultra maratonda öyle değil. İniş ayrı bir mutluluktur. Dolayısıyla bir ultra maratona dağcı gibi başlayıp koşucu gibi bitirmek iyi bir stratejidir.

Son kontrol noktasına geldiğimde su içiyorum ve şekerimi zıplatmayacak ama aşağıya kadar da idare edecek kadar karbonhidrat alıyorum. Badem ezmesi var, çok lezzetli buluyorum ve yaklaşık 20 gram yiyorum. Son anda gördüğüm Parmesan’dan bir parça ağzıma atıp, genç bir gönüllüye “Son 9K değil mi?” diye soruyorum, “si” diye doğruluyor. Büyük bir coşkuyla koşmaya başlıyorum. Bu son etabın bir kısmı, insana doğanın beşiğinde sallanıyormuş gibi hissettiren bir ormanda geçiyor. Yokuş aşağı koşmak güzel dedimse de, çok dikkat gerektiren bir iş. Bolca yağmurun yağdığı bu bölgede toprak iyice yıkanmış. Böyle olunca, o yüksek ağaçların kökleri açığa çıkmış. Onlara takılmamak için yüksek ve dikkatli adımlarla koşmak önemli ama çok eğlenceli. Kesintisiz koşuyorum bu 9 kilometreyi.

Alkışlarla, tezahüratlarla mahallenin içinden geçiyorum. Buralar artık bildiğim yerler. Az sonra konakladığım otelin önünden geçiyorum. Kukalarla yarışçılara ayrılmış yolun içine giriyorum. Polis trafiği kontrol ediyor. Hiç gücünüz kalmasa bile o tezahüratlar sizi finişe ulaştırıyor. Parke taşlı çarşı caddesine geldiğimde coşku en üst noktasında artık. Sabah iki kez start aldığım takı görünce benim de coşkum ve hızım iyice artıyor. Ellerim havada giriyorum finişe.

Benim koştuğum Cortina Trail etabını 1300 kişi koştu. Yaptığım geç start ile birlikte toplam sürem 08:32:10 oldu, yol boyunca 650 kişiyi geçtim. En popüler ultra maraton organizasyonlarından biri olan Lavaredo’ya katılım, bir patika yarışı için oldukça fazlaydı. Buna karşın organizasyonda aksayan hiçbir şeye rastlamadım. Zorunlu malzeme konusunda sıkı davranmaları çok anlaşılır bir durum. Gönüllü çalışanlar, hemen her yarışta gördüğüm gibi sıcak ve size yardım etmek için can atıyorlar.

Lavaredo’da dersimi aldım!

Bu yarışta kulağıma taktığım yeni küpeler oldu. Şöyle ki;

Hangi yarış olursa olsun, en az iki gün önce yarış bölgesine ulaş. Yüksekliğe alışmak ayrı bir konu ama oranın atmosferini solumak, yemeklerini tatmak, yöreyi tanımak, sizi yarışa ısıtan güzel ayrıntılar.

Her şeyi önceden hazırlarken, “Şunu da sabah hallederim” deme, onu da yapmadan yatma.

Yarış kitini dağıtılmaya başladığı ilk gün almış ol.

Yarış numaranı aldığın anda, tek iğneyle de olsa tişörtüne tuttur.

Sabah odadan çıkarken aynaya bak.

Dağlardan akan suyu kana kana iç, hatta Dolomitler’in suyu şifalı bile olabilir.

O ülkede konuşulan birkaç önemli kelimeyi öğren (su, affedersin, teşekkürler, bay bay!).

BENZER YAZILAR