Dünyaya damga vuran ünlü kişilerin hastalıkları

Dünyaca ünlü kişiliklerin hastalıklarını hiç merak ettiniz mi? Bakın kimler neyle mücadele etmiş.

Mozart sizce bir dâhi miydi? Elbette! Ya ressam Van Gogh? O da… Agatha Christie, Alexander Graham Bell, Thomas Edison, Napoleon Bonaparte, Pisagor, Michelangelo, Da Vinci, Beethoven, Isaac Newton, Lev Tolstoy, Homeros, Dostoyevski…

Peki peki; bu isimlerin tümünün dâhi olduğu biliniyor zaten. O zaman daha günümüze gelelim.Şu isimler sizce kendi alanlarında “dâhi” sayılır mı: Michael Jackson, Stephen Hawking, Bill Gates, Harrison Ford, John Nash, Leonardo di Caprio, Stanley Kubric, Tim Burton ve uzayıp giden bir listede yer alan onlarca, yüzlerce isim dâhi miydi? Cevap elbette yine “evet”. Peki, dünya bilimine, sanatına, sinemasına, müziğine, kısaca insanlığa katkıda bulunmuş tüm bu isimlerin başa çıkamadıkları birer “engeli” ya da hastalığı olduğunu biliyor musunuz?

Örneğin en önemli kuramsal fizikçilerden biri olan Albert Einstein’ın başı disleksi ile dertteydi. Yani öğrenme güçlüğü çekiyordu ve basit matematiksel problemleri çözmek bile onun için işkence gibiydi. Hatta öğrencilik yıllarında bu sıkıntısı anlaşılamadığı için tembel ve başarısız zannedilmiş ve bu yüzden okuldan atılmıştı. Dahası kekemeydi. Üç yaşına kadar konuşamamıştı ve okula da anca dokuz yaşında başlayabilmişti. Claude Monet ve Picasso ise migren hastasıydı. Van Gogh da migrenden çok çekmişti ama asıl sorunu yetersiz beslenme, madde bağımlılığı ve sarı görme arazı olarak tanımlanan ksantopsi idi. Bu da paletinden tuvaline neden bunca sarı rengin aktığını açıklıyor.

Ünlü cinayet ve polisiye romanlarının yazarı Agatha Christie de bir dehaydı ve onun sorunu hayatındaki inişli çıkışlı dönemlerin akıl ve ruh sağlığı üzerinde bıraktığı izlerdi. Christie de disleksi benzeri bir öğrenme güçlüğü yaşamıştı ama asıl hastalığı ölümünden çok sonra ortaya çıktı: Ünlü yazar Alzheimer’dı. Dahası, füg’den mustaripti. Füg, kişinin nedensiz bir şekilde bulunduğu ortamdan bambaşka bir ortama sürüklenmesi, sürüklenme aşamasında o ana kadar yaşadıklarını ve kim olduğunu unutması, geriye döndüğünde ise o yok oluş sırasında neler yaptığını hiçbir şekilde hatırlamaması demekti. Agatha Christie de 3-14 Aralık 1926 tarihleri arasında ortadan kaybolmuştu ve bu 11 güne dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Bu olayın ardından Christie’nin yakın çevresi gereken önlemleri aldığı için, öncesinde ya da sonrasında daha kaç kez bu şekilde kaybolduğu da öğrenilemedi.

Disleksi ile savaşanlar

Telefonun mucidi Alexander Graham Bell, o muhteşem masalların yazarı Hans Christian Andersen, çağının ötesinde eserler veren roman yazarı Jules Verne; resim ve heykel sanatının üstatları Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Pablo Picasso; Hollywood’un yıldızlarından Harrison Ford, Leonardo Di Caprio, Charlie Sheen, Tom Cruise, müzik dünyasının dev isimleri John Lennon ve Michael Jackson ile tüm dünyayı çizgi filmleri ve o filmlerin kahramanlarıyla büyüleyen Walt Disney’in de bir ortak noktası vardı: Disleksi.

Disleksi, genel olarak okuma-yazma, akıl yürütme, dinleme, konuşma ve sayısal becerilerin kazanılmasında ortaya çıkan bir tür öğrenme bozukluğu. Öğrenme güçlüğü çeken, yani dislektik olanlar harfleri birbiriyle karıştırır; kolayca okuyup yazamaz. Okuduklarını kısa sürede unutabilir, harfleri telaffuz etmede zorluk yaşar. Asıl olarak nörolojiyi ilgilendiren bu rahatsızlık doğuştan geliyor. Fark edilmesi içinse çocuğun okulla, harflerle tanışması gerekiyor çünkü ancak o zaman beynin sol yarım küresindeki dil kullanımıyla ilgili bölümdeki farklılaşma nedeniyle çocuğun aslında okumada, yazmada, harfleri ya da kelimeleri telaffuz etmede zorlandığı ortaya çıkıyor. Uzmanlara göre dislektiklerin beyni farklı çalışıyor. Bu kişiler bilgiyi herkes gibi değil farklı işliyor ve sıralama, bilgiyi organize etme ve okumada sorunlar yaşıyorlar. Motivasyon, dikkat ve algılama süreçleri de karşılarına pek çok güçlük çıkarıyor. Onları ayıran bir nokta daha var: Disleksiden mustarip olanların çoğu üstün zekâlı ve farklı yeteneklere sahip. Çünkü hemen hepsi üç boyutlu düşünebiliyor, mekânsal muhakemede bulunabiliyor; görsel zekâları ve hafızaları da bu becerilerini pekiştiriyor.

Onların derdi, epilepsi

Dâhilere çok çektiren hastalıklardan bir diğeri epilepsi… Yeri gelmişken açıklamakta fayda var: Epilepsi krizi geçiren birini gördüğünüz zaman paniğe kapılmadan şu birkaç adımı atsanız yeterli: Kravat veya fular gibi boynunu sıkan her ne varsa gevşetin. Üzerindeki ve çevresindeki yaralayıcı objeleri (gözlük, masa, aletler, sivri cihazlar vs.) uzaklaştırın. Sağ yanına yatırın ve nefes almaya devam etmesi için başını hafifçe geriye itin. Bu, topu topu birkaç dakika süren bir elektrik boşaltma süreci ve işlem tamamlandığında krizi geçiren de kendine gelecek… Biz yine dönelim ünlü epileptiklere… Tıp dünyası, belirtilerine bakarak pek çok ünlü dâhiyi epileptik olarak sınıflasa da şunu unutmamak gerekir: Epilepsi, neredeyse insanlık tarihi kadar eski ve bilinen bir hastalık. Ancak tanımlanması 1800’lerin sonunda Dr. John Hughlings Jackson tarafından yapılmış. Dolayısıyla epileptik olduğu öne sürülen pek çok tarihe mal olmuş dehadan kaç tanesinin gerçekten epilepsi hastası olduğu bilinmiyor. Örneğin Alfred Nobel, Dante Alighieri, Isaac Newton, Leonardo Da Vinci, Van Gogh, Edgar Allan Poe gibi isimlerin gerçekten epilepsiden mustarip olup olmadığını bilmiyoruz. Biz bildiklerimizi sıralayalım: Amerikalı aktör Danny Glover, rock müziğin efsane ismi Neil Young, İngiltere’deki bir yarışma programında olağanüstü sesiyle bir gecede ünlü olan sempatik İskoç şarkıcı Susan Boyle, History Channel’da yayınlanan Modern Rehinciler’in babası Rick Harrison, Rock ve R&B sanatçısı Prince, Matrix film serisinin kötü adamı – Yüzüklerin Efendisi serisinin Elf Kralı Hugo Weaving ve ABD’nin ulusal güvenlik sırlarını basına sızdıran eski CIA çalışanı Edward Snowden… Biraz eskilere gidersek Amerikalı dâhi besteci George Gershwin, Amerikalı aktör Richard Burton, Rus yazar Lev Tolstoy, İrlanda asıllı yazar, ressam ve “Sol Ayağım” filminde hayatını izlediğimiz Christy Brown ile atletizmde dünya ve olimpiyat şampiyonu olan Florence Griffith-Joyner da dünyaca tanınan epileptiklere örnek verilebilir. Peki, epilepsi ile dehanın ne ilgisi var? Uzmanlara göre çocukluktan itibaren taşımıyorsa, genetik değilse ve başına aldığı bir darbe, beynine uygulanan bir operasyon sonucu ortaya çıkmamışsa epileptikler deha sınıfında. Çünkü bu insanlar fazla düşünme nedeniyle beynin elektrik akım düzenini bozuyorlar ya da yine fazla şeyle ilgilenmek ve üretmek zorunda kaldıkları için beyinleri kendini koruma altına alma adına epilepsi ile isyan bayrağını çekiyor. Bu arada… Özellikle sonradan ortaya çıkan epilepsi büyük ölçüde tedavi ediliyor.

Hepsi Aspergerli, hepsi farklı

Asperger sendromu, 1944 yılında Avusturyalı çocuk doktoru Hans Asperger tarafından tanımlandığı için onun adıyla anılan bir tür nöropsikiyatrik bozukluk. Genellikle otizmle karıştırılıyor ama farklı. Asperger sendromundan mustarip hastalar, otistiklerden farklı olarak sosyalleşmeye çalışıp başaramıyor. Yüz ifadeleri, sözlü olmayan uyarılar, işaretler ve sinyalleri anlamaları zor. Konuşmaları dilin kendine has melodisinden uzak, tekdüze, hızlı ve duygusuz. Kelimelerin mecazî anlamlarını da anlamıyorlar. Soyut düşünmekte zorlandıkları gibi hayal güçleri de yetersiz. El-göz, kol-bacak gibi uzuvların koordinasyonuyla üstesinden gelinen becerileri gelişmediği için sakarlıklarıyla biliniyorlar. Dünyaya karşı güvensiz, davranışlarında tutarsız olan Aspergerli kişiler sıkı sıkıya bağlı oldukları kurallarıyla yaşıyorlar. Asperger bozukluğu da pek çok ünlü ismin geçmişinde yer almış, onlara ciddi sorunlar çıkarmış hatta zaman zaman toplumdan soyutlanmalarına neden olmuş. Bu isimleri şöyle sıralayabiliriz: Microsoft’un “babası” Bill Gates, ABD’li ünlü oyuncu Clark Gable, Rock’n’Roll’un efsane ismi Elvis Presley, bilim kurgu kitaplarıyla ve evrene dair tezleriyle tanınan Isaac Asimov, sinemanın unutulmaz sarışını Marilyn Monroe ve Hollywood’un Oscar’lı aktörü Tom Hanks… Sergiledikleri davranışlar nedeniyle Aspergerli olduğu düşünülen tarihe mâl olmuş diğer isimler de şöyle sıralanabilir: Yunan filozof Socrates, klasik müziğin dâhi bestecilerinden Ludwig Van Beethoven, Fransız komutan ve devlet adamı Napoleon Bonaparte.

Kekemelik engel mi?

Dâhilerin ve ünlülerin illa ki tıbbi tedaviyle çözümlenecek hastalıkları olur diye bir şey yok. Son derece basit, sıradan ama hayatlarını etkileyen kusurlara sahip olanları var. Kekemelik gibi… Zor Ölüm film serisiyle sinema salonlarına milyonları çeken Bruce Willis’in kekemelik sorunuyla epey uğraştığı biliniyor. İngiliz doğa bilimci Charles Darwin de kekemeliğiyle anılıyor. Komplo Teorisi, Pelikan Dosyası, Kaçak Gelin, Özel Bir Kadın, Çizgi Ötesi gibi filmlerle ‘90’ların sinemasına damgasını vuran dünya güzeli Julia Roberts’ın da ilk gençliğinde kekemelikten kurtulmak için tedavi gördüğü biliniyor. Einstein’dan sonra dünyanın en kayda değer teorik fizikçisi ve matematik profesörü olan Stephen Hawking’in ALS hastası olduğunu bilmeyen yok ama Hawking hastalığının yan etkisi olarak aynı zamanda kekemeydi de… Kekemelikle dehanın ne ilgisi var diyorsanız, hemen açıklayalım: Dâhiler sıradan insandan daha hızlı düşündükleri için, ne zaman düşüncelerini aktarmak isteseler, dilleri beyinlerinin hızına yetişemez ve kekelemeye başlarlar. Yalnız dikkat! Her kekeme elbette dâhi değildir.

Yukarıda anlattıklarımıza benzer pek çok örnek var aslında. Obsesif kompulsif bozukluk yaşayanlar (örn. Woody Allen, David Beckham, mucit Nikola Tesla, kuramsal fizikçi Albert Einstein, ünlü pop yıldızı Michael Jackson, dâhi ressam ve heykeltıraş Michelangelo, besteci Beethoven); şizofrenler (örn. hayatını Akıl Oyunları filminde de izlediğimiz Amerikalı dâhi matematikçi John Nash), hayatının bir döneminde herhangi bir nedenle tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar (örn. Superman olarak tanıdığımız oyuncu Christopher Reeve) ve daha pek çok ünlü, dâhi, kendi alanında uzman ve üstat olarak nitelenen isim.

Sonuçta, başınıza kötü bir şey geldiğinde ve bir engelle yaşamak zorunda kaldığınızda üç seçeneğiniz var: Ya sizi engelinizle tanımlamalarına göz yumarsınız, ya bu engelin sizi mahvetmesine izin verirsiniz ya da söz konusu engelin sizi nasıl da güçlendirdiğine tanık olursunuz. Ve son söz “normal” ya da “engelsiz” olanlara: Bunca engelli dâhi varken, sizde bir sorun olmadığından emin misiniz?

BENZER YAZILAR