ATP’de ilk 100’e giren ilk Türk tenisçi. Dünyanın en büyük isimleriyle karşılıklı oynamış ama konuşurken, içindeki yarı çekingen yarı duygusal çocuğu hiç kaybetmediğini anlıyorsunuz. Hayata pozitif bakmayı hedef edinmiş, gerçek bir profesyonel; Marsel İlhan. Burcu Kapu’nun röportajı.
Tenise nasıl başladın?
6 yaşındaydım. Büyükannem sayesinde tenisle tanıştım. Bir tanıdığının tavsiyesi ile beni tenise yazdırdı ve her gün o götürüp getirdi. Şu anda 80 yaşında ama hiçbir maçımı kaçırmaz, izler hep. İlk antrenmandan sonra tenisi çok sevdim. Küçük yaşlarda şampiyonluklarım oldu. Erken yaşta başarı kazanmak insanı daha da motive ediyor, o spora daha kuvvetli bağlıyor.
Ailede başka profesyonel sporcu var mı?
Yok. Annem de büyükannem de öğretmen. Babam rahmetli. Onun ailesinde de herkes doktor.
Peki böyle bir ailede kimse sana “Oğlum, oku öğretmen ol, doktor ol” demedi mi?
Hayır, hiçbir zaman baskı kurmadılar. Aksine, profesyonel sporcu olmam için desteklediler.
Özbekistan’dan Türkiye’ye geliş hikayesi böyle mi başladı?
Evet, 17 yaşındaydım. Türkiye’de bir turnuva kazanmıştım. O zaman Taç Spor beni almayı çok istedi. Türkiye Tenis Federasyonu da çok ilgi gösterdi. Aslında bir yanım hâlâ çocuktu o zamanlar ve İstanbul’a her geldiğimde, şehre hayran hayran bakıyordum. Türklerle çok iyi anlaşıyordum. Anladım ki bu şehir benim şehrim, ait hissettim yani kendimi. Sonra annemle düştük yola ve macera başladı. Çok iyi insanlarla tanıştım. Türkiye’ye yerleştiğimiz tarih benim doğum günümdü, 11 Haziran. Şimdi turnuvalar sebebiyle dünyanın birçok şehrini geziyorum. Ama benim için hâlâ en güzeli İstanbul ve yaşlandığımda da burada yaşamak istiyorum.
Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın nedir?
7 yaşındayım. İlk turnuvamda raket kazanmışım. O zaman raketler çok pahalı ve bizim öyle bir maddi gücümüz yok. O gece raketle uyumuştum. O raketi daha sonra ilk antrenörüme hediye etmiştim. Aramızda kalsın, hediye ettiğim için biraz pişmanım sanırım. Keşke saklamış olsaydım, güzel bir hatıra olurdu.
TC vatandaşlığına geçme fikri nasıl ortaya çıktı?
Hem Türkiye şampiyonu olmak hem de milli takımda olmak için, bu tercihi yapmam gerekiyordu. Zaten bizim, yani Özbeklerin kültürüyle pek bir fark yok. Diller de çok benzer. Hiç zorluk
çekmedim. Hatta hiç kendi vatanımı terk etmişim gibi hissetmedim.
Türkçeyi nasıl öğrendin?
Duyarak. Hiç ders almadım. Televizyon seyrederken, şarkı dinlerken, yani konuşa konuşa öğrendim.
Tıpkı futboldaki gibi, teniste de bir top toplayıcı çocuk gerçeği var. Senin de kariyerinde böyle bir dönemin var mı?
Ben de bir ara top toplayıcıydım. O dönem bazı turnuvalarda çok büyük tenisçiler gördüm. Yıllar geçti, aralarında hâlâ tenise devam edenlerle aynı turnuvalara katıldım. Yanlarına gidip, “Biliyor musun, ben sana top toplamıştım” dedim. Tabii hatırlamadılar ama benim için önemliydi. Top toplayan çocuk kortta neler hisseder? Oyuncuları gördükten sonra kendine profil çizmeye başlıyorsun. Kim gibi olmak istiyorsun, hangi turnuvalara katılmak istiyorsun, nasıl kritik sayıları alabilirsin, hatta nasıl sevinip nasıl üzülürsüne kadar bir rol çiziyorsun kendine.
İçindeki ses asıl o dönem doğuyor ve seninle konuşmaya başlıyor.
Rakibini maçtan önce nasıl analiz ediyorsun?
Artık hemen hemen herkesi tanıyorum. Çok sık turnuvaya katıldığım için iyi bildiğim neredeyse 250 tenisçi var. Beraber çalıştığım bir video analizcisi de var. Bir de rakibimin eski maçlarını
internetten izliyorum. Nerede daha çok hata yapıyor, hangi tarafta daha iyi oynuyor, ne seviyor, ne sevmiyor hepsini tek tek çıkarıyoruz.
Mental olarak seni kuvvetlendirecek özel bir tekniğin var mı?
Birkaç yıl önce yaşam koçu Murat Bilgili ile çalıştım. Çok okurum. Bir de yaş ilerledikçe insan yaşam tecrübesi kazanıyor, kendini daha iyi tanıyor. İşte o zaman daha güçlü oluyorsun. Şimdi düşünüyorum, gençken boş yere öfkelenip tepki veriyormuşum. Hakemmiş, havaymış… Öyle ki, neden rüzgâr esiyor ya da neden güneş gözüme giriyor diye bile sinirlenirdim. Zamanla hepsi geçti. Anladım ki, hayatta senin kontrolünde olmayan her şeyi kabul etmen lazım.
Maçlardan önce neler yaparsın?
Hâlâ maç öncesi stresi atamıyorum üzerimden. O anlamda hiç rahat bir insan olamadım. Bir sürü yol da denedim ama nafile. Korta çıkıp beş dakika geçene kadar o stresle yaşıyorum. Ama sonra bir anda kayboluyor ve tamamen maça konsantre oluyorum.