EN BÜYÜK RAKİBİN KENDİNSİN: MARSEL İLHAN RÖPORTAJI

“İÇİMDEKİ SES HİÇ SUSMUYOR”

2Grand Slam kazanmak için çok ileri bir önsezin olmalı derler, doğru mu?

Bazı turnuvalar var, onu hissediyorsun. Ama bazen de büyük boşluk. Hiçbir şey hissetmiyorsun. Hatta o hissizlik sana “olmayacak herhalde” diye düşündürüyor. Ve sonra kazanıyorsun.
Çok enteresan bir şey. Bir keresinde Rusya’da böyle bir turnuva kazandım. Çok kötü başlamıştım. Hiçbir şeyi beğenmiyordum, keyif almıyordum. Hatta elenirim kesin diye dönüş için uçak bileti bakmaya başlamıştım. Sonra bir anda her şey değişti ve şampiyon oldum. Nadir de olsa böyle sürprizler de olabiliyor.

Teniste “gününde olmak” önemli, değil mi?

Kesinlikle. Bazen öyle günler oluyor, uyanıyorsun, moralin bozuk, kolun ağrıyor. O kadar çok faktör var ki oyununu etkileyen. Çünkü bireyselsin, tek başına çıkacaksın maça. Futbol gibi takım sporlarında kötü hissettiğinde yedek kalabilirsin ya da takım arkadaşların sana destek olup açığını kapatmaya çalışabilir. Ama burada her şeyi sen yapmak zorundasın.

O yüzden mi tenisçilerin hepsi oyun sırasında kendi kendine konuşur?

Tabii, her zaman. Teniste, oyun sırasında en büyük rakip kendinsindir. Çünkü o ses hiç susmaz ve sen, sürekli içinde konuşan o sese karşılık verirsin. Bazen o ses seni çok aşağı çekebiliyor.
Onu duymamayı öğrenmen gerekiyor. Kalecilere de yalnız derler ama takım arkadaşın bazen geri gelir, onunla konuşursun ya da arada arkadaşlarına bağırırsın. Teniste rakibine yakınlaşamazsın, antrenörünle konuşamazsın, molada bile tek başınasın. O yüzden zamanla içinde bir ses doğuyor. Ve maç boyunca onunla
konuşuyorsun.

Kaybettiğin maçtan sonra ne yapıyorsun?

Birkaç saat kimseyle konuşamıyorum, çok üzgün oluyorum ama sonra geçiyor. Teniste hep yarın var. Bırak kaybetmeyi, kazansan bile hemen unutuyorsun. Çünkü hemen peşinden yeni bir turnuva geliyor. Çok maçlar kaybettim.Bundan sonra da mutlaka kaybedeceğim maçlar olacak. Bu bir oyun ve doğasında kazanmak da var, kaybetmek de.

Seni turnuvadan erken elendiğin yönünde eleştirenler çok oluyor. Bunlar seni olumsuz etkiliyor mu?

Hayır. Dışarıdan gelen eleştirileri çok fazla dinlemiyorum. Ama eleştiri de şart. O yüzden, bu konuda beni yapıcı bir şekilde eleştiren bir ortamım var, onlar ne derse dinliyorum. Onun dışındakileri çok takmıyorum. İnsanlar bu sporu bilmediği için böyle kolay eleştiriyor. Yaklaşık 2000 tane oyuncu ve her hafta bir turnuva var. Federer, Djokovic gibi isimleri ayırarak söylüyorum, yılda ancak birkaç turnuvada şampiyon olabilirsin. Teniste tur atlamak bile büyük bir olaydır. İki saat kortta ter döküyorsun, bir maç kazanıyorsun, bu tek başına önemli bir şey. Ama nasıl ki her maçı kazanamazsın, her turnuvayı da şampiyon bitiremezsin. Asıl önemli olan o turnuvalara katılabilmek, mücadele etmek.

Grand Slam’i diğer turnuvalardan farklı kılan nedir?

Çok büyük bir organizasyon. İnanılmaz bir izleyici ilgisi de var. Orada korta çıktığında rüyada gibi hissediyorsun kendini. Büyük kortta oynamak çok farklı. Orada kaybettiğinde gerçekten
çok üzülüyorsun, etkileniyorsun. Çünkü yılda sadece dört turnuva oluyor. Eğer profesyonel bir tenisçi olmak istiyorsan, ancak Grand Slam’de olabilirsin. Ben Türkiye’yi temsilen orada oynuyorum ve Türk bayrağı orada göründüğünde çok farklı hissediyorum.

Yakın zaman için hedeflerin neler?

Ben ve arkadaşlarım şu an Türkiye’yi Olimpiyat düzeyinde temsil edebilmeye odaklanmış durumdayız. Sponsorumun da katkılarıyla, Şubat ayında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bir ATP turnuvası olacak. Ben o turnuvaya eleme oynamadan, ana tablodan katılıyor olacağım. Bu büyük bir avantaj. Hedefim ATP’de sıralamamı yükseltip, en az ilk 70’e girmek. Ancak böyle 2016 Rio Olimpiyatları’na katılabileceğim.

BENZER YAZILAR