Sadakat yemini eden her evli erkek, çekim yasalarına karşı savaştığı bir kader anı yaşar. Bu özel hikayeyi sakın kaçırmayın!
Oğlum üniversiteyi şehir dışında okuyor. Güneşli bir pazar günü odasına girdim pazar günü odasına girdim. Ünlü rock’çıların posterleriyle çevrili duvarlarına bakarak yatağına uzandım ve tuttuğum takımın maçını izlemeye başladım. Maçın ortalarına doğru eşim Karen içeri girdi ve şöyle dedi: “Sam’in bize yolladığı e-postayı okumak için bilgisayarını açtım. Oğlumuzun
keyfi yerindeymiş, güzel şeyler yazmış. Ama Erin’den gelen e-posta için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. En azından artık gözüm açıldı, her şeyi biliyorum.”
“Neyi biliyorsun?”
“Git de kendin oku” dedi ve bir hışımla odadan çıktı.
Hareket etmedim. Maç devre arasındaydı. Her halükarda, merdivenlerden koşarcasına inip bilgisayara bakmak için hiçbir neden yoktu. Erin arkadaşımdı, sadece arkadaş. Yeni tanıştığım bir arkadaş. O yüzden panik olacak bir durum yoktu.
Hayatımın ilginç bir dönemindeydim. Karen ve ben artık yalnızdık. Diğer oğlumuz, Sam’in bir küçüğü Nick de üniversitedeydi. Dahası, işimi bırakmıştım ve artık evden çalışıyordum. Her şey farklı ve yeni geliyordu. Eşim Karen, şakayla karışık Erin ve benim aramızda bir şeyler olduğunu ima ediyordu sürekli. İrlanda’da 20 yıl yaşadıktan sonra ABD’ye taşınan Erin bir aile dostumuzdu. Altı kişilik arkadaş grubumuzla toplanıp, ara ara akşam yemeği yeriz. Karen, Erin ve benim sürekli birbirimizle konuştuğumuzu, sanki
etrafımızda başka kimse yokmuş gibi davrandığımızı söylüyordu.
“Garip bir rüya gördüm; yepyeni bir BMW’nin içinde otobandaydık. Otomobili ben sürüyordum. Diğerlerine yetişmek için saatte 130 kilometre ile gidiyordum. Bunun tek bir anlamı olabilir: kendi kitabımızı yazacağız ve yol boyunca bir oraya bir buraya savrulacağız ama en nihayetinde milyonlarca dolar kazanacak ve gerçekten süper BMW’ler kullanacağız!”
Erin’in e-postası buydu. Saçma bir rüya işte. Bir önceki gece, evindeki akşam yemeğinde, birlikte bir kitap yazmak üzerine şakalaşmıştık. Maçı kontrol etmek için tekrar yukarı çıktım ama önce yatak odamıza bir göz attım. Karen kitap okuyordu: “Önemli olduğunu düşünmüyorum. Altı üstü bir rüya. Kim takar?” dedim.
Eşim gözlerini kitaptan hiç ayırmadan, “Sen aptal mısın?” dercesine hafifçe kıpırdandı; bu tavrını çok iyi tanıyorum. Sam’in odasına geri döndüm. Rüyalar tıpkı akademisyenler gibidir. Her şeyin derinine inip çok şey söylerler. Ama aslında hiçbir şey söylemezler. Onunla ilk tanıştığımızda, Erin ve ben salonda ayakta duruyorduk. Diğer herkes yemeğin hazır olduğu mutfağa gitmişti. Ne üzerine çalıştığımızı anlatıyorduk. Ortam oldukça loştu. Neler söylediğimizi hatırlamıyorum.
Nasıl duraksadığını, bir şey hesaplıyor ya da çözmeye çalışıyormuş gibi donup kaldığını hatırlıyorum. Erin epey zayıf bir kadın ve saçları 11 yaşındaki bir erkek çocuğunki gibi darmadağın. Gözlük takıyor ve makyaj yapmıyor. Dört kitap yazmış. Alaycı bir gülüşü ve inci gibi dişleri var. Sadece işimiz hakkında konuşmuştuk. Onun gibi ben de kıpırdamadan ayakta kalıp dakikalarca konuşmuştum.