Erin ve ben hiç yalnız kalmamıştık. O gece de kalmamıştık. En başta. Evden çıkmayan ama insan içine çıkmak arzusundaki kötü yazarlar olarak, yakınlarımızdaki bir kitapçıya doğru yürüdük. Daha önce yazışarak sözleşmiştik. Sadece ondan sonra, onu eve bırakmak için yola çıktığımızda baş başa kalmıştık. Karen saat 05.00’te uyandığı için eve dönünce hemen uyuyordu. Erin ve ben otomobilde oturduk ve sohbet ettik.
Kafamın içinde hafif bir baskı oluşmaya başladı, sadece şu düşünce hariç diğerlerini dışarı çıkarmaya çalışıyordu: Erin’e eşlik edebilir ve arkadaşı olabilirdim. Her şey kontrolüm altındaydı. Neden olmasındı? Yetişkin bir adamdım, bir kadına sadece yardım eli uzatıp, onunla ahbaplık edebilirdim. Yanlış olan bir şey yoktu. Bir dakika daha konuştuk, bir dakika 15 dakika oldu, biraz daha yürüdük ve durduk. Beklenen an gelmişti. Erin’e sarıldım.
“Amerika’da arkadaşına veda ederken öpmek mi gerekiyor sarılmak mı, kestiremiyorum.” 20 yıl uzak kalınca gelenekleri unutmuştu tabii.
“İkisini de yaparız” dedim.
“İyi geceler.”
“İyi geceler.” Evinden uzaklaşırken Erin’in aksanını düşündüm. İrlanda aksanı yoktu ama sanki Avrupalı gibiydi. R harflerinin üzerine basıyordu. Ne yazık ki finalde, gecem pek de sakin bitmemişti. Ne de huzurlu. Eve doğru giderken telefonum çaldı. Bir mesaj gelmişti, eşimdendi: “Neredesin?” Vakit gece yarısını biraz geçmişti.