Gen Faktörü

Profesyonel sporcuların DNA’larına özel antrenman programları hazırlandığını ve artık bu hizmetin bize de sunulduğunu biliyor muydunuz? Dünyada giderek yaygınlaşan bu çalışma anlayışı sporun geleceğini değiştirecek kadar etkili mi, bizzat deneyimleyen RW koşucusu James Witts anlatıyor.

Biz koşucular hem kelimenin gerçek anlamıyla hem de mecazen ileriyi düşünen insanlarız. Daima vücutlarımızın koşma kabiliyetini geliştirecek o sihirli formülü ararız. Dolayısıyla tamamen DNA’larımıza özel olarak tasarlanmış kusursuz bir antrenman programı, kulağa oldukça ilgi çekici bir vaat gibi geliyor.

Sıradan insanlar için spor odaklı genetik test imkânı sunan yapılanmaların sayısı giderek artıyor ve yaygınlaşıyor. En ünlü firmalardan biri olan DNAFit, (Türkiye dahil) dünyanın pek çok ülkesinde test ve analiz hizmeti sunuyor. 2004’te Avustralyalı bir firma olan Genetic Technologies, DNA’nızı temel alarak ticari amaçlarla program hazırlayan ilk firma olmuştu. Britanya Spor ve Egzersiz Bilimleri Derneği’ne göre ACTN3, yani “hız geni”ne odaklanan bu firma dışında, eğlenme amaçlı spor yapan kişilere yönelik genetik test imkânı sunan en az 22 firma daha mevcut. Kullanılan yöntemler ve insanların yorumlarına yönelik biraz araştırma yaptıktan sonra, genetik sırlarımı açmak için DNAFit’i seçiyorum ama öncesinde sürecin nasıl işlediğini inceliyorum.

DNAFit testinin geliştirilmesine katkıda bulunan sporcu beslenmesi uzmanı ve antrenman fizyoloğu Ian Craig, uygulanışını söyle anlatıyor: “Oldukça basit bir test. DNAFit size bir paket gönderiyor. Bir pamuklu çubuğu yanağınızın iç kısmına sürüyorsunuz, bir tüpün içine koyuyorsunuz ve geri gönderiyorsunuz. Önce DNA’yı, sonra da performans genlerini çıkarıyoruz ve analiz ediyoruz.”

DNAFit ve rakiplerinin sundukları hizmetin merkezinde bu “performans genleri” yatıyor. Genetik açıdan yüzde 99,9 aynı olmamıza rağmen, kalan yüzde 0,1’in atletik performansımız üzerinde büyük bir etkisi olabiliyor. Örneğin bu oran bazılarımızı maraton koşmaya yatkın hale getirirken, bazılarımızın daha iyi sprint atabilmesini mümkün kılıyor.

Doğu Afrikalı uzun mesafe koşucuları maratonları domine ederken, Jamaikalıların ve Karayiplerde yerleşik Afrika kökenlilerin sprintlere damga vurmaları bununla açıklanıyor. Çalışma disiplinleri ve diğer etmenler bir yana, başarılarının sırrının genlerinde yattığına inanılıyor.

Atletik potansiyelimizin ikili sarmalımıza derinden bağlı olduğu teorisini desteklemek için çok sayıda araştırma yapıldı. 1992 gibi uzak bir tarihte, ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün Heritage (Kalıtım) isimli araştırmasında, ABD ve Kanada’dan 98 aile (481 denek) belirlendi ve onlara birbirinin aynı beş aylık bir antrenman programı verdi. Bilim insanları deneklerin oksijen alımı, kalp atış hızı ve kalp debisi gibi kardiyovasküler ve metabolik değişkenlere verdikleri tepkileri ölçtü. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Katılımcıların sadece yüzde 15’i VO₂ max. değerini (maksimum oksijen tüketim miktarı) yüzde 50 ve üzeri oranında yükseltebilirken, yüzde 15’i çok az ya da hiç ilerleme gösterememişti.

Genetik bilimci Dr. Claude Bouchard tarafından gerçekleştirilen bir başka araştırmada 742 kişi, 20 haftalık bir egzersiz programına alındı. Sürecin sonunda Bouchard, deneklerin yüzde 40’ının kaslarının oksijeni ne kadar verimli kullandığı konusunda gelişme gösterdiğini keşfetti ama katılımcıların yüzde 10 ila 15’i antrenman programına herhangi bir tepki vermemişti. Bu ve benzeri araştırmaları yürütenler, tepkilerdeki farklılıkların genlerle ilgili olduğu sonucuna ulaştılar. Dolayısıyla kromozomlarımızda yazanlar, koşucular olarak ne kadar gelişebileceğimize dair bir fikir verebilir gibi görünüyor. Gelin şimdi benimkinde neler yazdığına daha yakından bakalım.

BENZER YAZILAR