Size tüm sıcaklığıyla gülümseyen güneş, cildinizde ölümcül olabilecek hasarlara yol açıyor.
Öyle dış görünüşüne çok fazla önem veren bir adam değilim. En azından muayenehanesinde oturduğum dermatolog Dr. Stephen Voget, elindeki neşterle alnımı işaret edip şu sözleri sarf edene kadar öyle sanırdım: “Tabii estetik cerraha da gidebilirsin, daha temiz bir iş çıkarabilir.”
Onu durduracak değildim, çünkü cilt kanseriyim. İzin verin tekrar söyleyeyim: Cilt kanseriyim! Ve bir an evvel kurtulmak istiyorum. Bir ay önce rutin check-up taramasına girmiştim. İç çamaşırımla kalana dek soyundum ve Dr. Voget her zaman yaptığı gibi büyütecini eline alıp, tıpkı bir avcı gibi eğitimli gözleriyle cildimi taradı. Bakışları iki kaşımın ortasında durdu ve başını sallayarak sordu: “Bu ne?”
Eh, küçük bir yaraydı işte.
“Nasıl oldu?” diye sordu.
Alnım çok kaşınıyordu, ben de coşup kanayıncaya kadar kaşımıştım. Alnımdaki de o günden kalan bir izdi.
“İyileşmesi ne kadar sürdü?” dedi.
Birkaç hafta sürmüştü. Aslında dürüst olmak gerekirse, sinirimi bozacak kadar kaşınan küçük kabuklu bir yara oluşmuştu, birkaç defa kabuğu düşüp sonra yeniden kabuk bağladı. Sonunda böyle minik bir çukur kaldı. Dr. Voget’in gözü bu yara izini pek tutmadı ve biyopsi yapmaya karar verdi. Üç gün sonra laboratuvardan haber geldi: bazal hücreli karsinom. Dünyadaki en yaygın kanser türüne yakalanmıştım.
Şuna emin olun, konu deri kanseriyse herkes risk altındadır. Cilt Kanseri Vakfı (SCF) verilerine göre, dünyada her yıl 132 bin kişi melanom cilt kanserine, 2 ila 3 milyon kişi ise melanom dışı cilt kanserine yakalanıyor. Ve dünya üzerinde teşhis edilen her üç kanser vakasından biri cilt kanseri. Dahası, ozon tabakasının
koruyucu özelliğini kaybetmesiyle fazladan 300 bin melanom dışı; 4500 de melanom cilt kanseri vakası oluştu.
Dr. Voget, cilt kanserine daha analitik bir yaklaşımı savunuyor. Bunun için de sigara içmekle akciğer kanseri arasındaki ilişkiyi örnek gösteriyor. Eğer sigara içiyorsanız, akciğer kanseri olma riskiniz de yükselir. Eğer tişört giymiyor, şapka takmıyor veya güneş koruyucu krem sürmüyorsanız, cilt kanserine davetiye çıkarıyorsunuzdur. Bu bir anlamda emniyet kemeri takmamaya benziyor. Bu tercihi yapabilirsiniz ama neden bu riski alasınız ki?
Dermatoloğum bana Fitzpatrick cilt tipi sınıflandırmasından bahsetti. 1975 yılında belirlenmiş bu cilt tipi skalası, bugün dahi uzmanlar tarafından cilt rengini tespit etmek için kullanılıyor. Skalanın bir numarası çok açık cilt rengine sahip kişilerden oluşuyor. Bir sonraki sayfada yer alan örnek tablosunda görebilirsiniz. Açık ten rengim ve yeşil gözlerimle ben, skaladaki Tip 2’ye denk düşüyorum. Güneşe çıktığımda kolayca yanıyor ve hiçbir zaman tam olarak bronzlaşamıyorum. Ve milyonlarca çilim var. İlkokulda “çilli tavuk” olarak alay edilmişliğim de var. Asıl şaka, tüm çillerimin bir gün toplanıp şu soluk tenimi güzel bir kumral renge dönüştürmesi olurdu. Keşke olsaydı. Bugün bu kadar kötü durumda olmazdım. Dr. Voget, “Dünyada genel olarak koyu tenli kişiler açık tenli kişiler kadar cilt kanserine yakalanmıyor” diyor.
Bunun nedeni, cilde rengini veren ve aynı zamanda güneş yanıklarına karşı doğal bir koruma sağlayan melanin. Melanin güneş ışınlarını absorbe edip, bunu farklı dalga boylarında yansıtabilen yoğun bir polimer esasında. Yüksek miktarda melanin üretebilen koyu tenlilerin bu avantajı, cilt kanserinden muaf oldukları
anlamına gelmiyor. Vücutlarındaki dudak, avuç içi ve ayak tabanı gibi daha açık bölgeler hâlâ risk altında. Öyle ki cilt kanserinden ölen koyu tenli erkekler dahi var. Bu ölümlerin en büyük nedeni ise kanserin ancak ilerleyen aşamalarında teşhis edilebilmesi. Örnek mi? Bob Marley. Evet, siyahi reggae efsanesinden bahsediyoruz. Futbol oynarken ayak başparmağında oluşan bir yaradan malign melanoma yakalandı. Sonrasını biliyorsunuz zaten.
Yakalandığım cilt kanseri için futbol aşkımı sorumlu tutuyorum. Çocukluğumda güneşin altında hiçbir koruyucu kullanmadan saatlerce futbol oynadığım çok oldu. Birkaç yaz tatilini güneşin altında sere serpe yatıp kavrularak geçirdiğim de oldu. Sonuçta, çocuk yaşta şiddetli bir güneş yanığı vakası atlatmış olmak bile
melanom geçirme riskinizi yüzde 71 oranında artırıyor. Güneşle olan bu tehlikeli münasebetim, epidermisimde içten içe bir değişim yaratmış, cilt hücrelerimin metabolizmasını etkileyerek yapısal ve işlevsel hasarlara yol açmıştı. Bu hasarlı cilt hücreleri zamanla büyümüş, çevrelerindeki dokuyu da işgal edip yıkıma başlamıştı. Kısaca cilt kanserine yakalanma öyküm böyle. Yine de kendimi şanslı hissediyorum. En azından melanom değilim, yani şimdilik.
Ebeveynim, kendi jenerasyonundaki çoğu insan gibi güneş yanıklarının ağır sonuçları olabileceğini anlamak istemiyor. Süt beyazı tenlerinden bir an evvel kurtulmak için, plajda güneşten korurken bronzlaştıran kremler sürüp duruyorlar. Babam cilt kanserine 70 yaşında yakalandı ama benim trajedim daha erken başladı. Kollarımdaki ve burnumdaki kuru kabuklu yaraları, ellerimdeki garip lekeleri fark ettiğimde 30’larımın sonundaydım. Şimdi 45 yaşı devirmiş biri olarak yaz kış, yağmurlu veya güneşli demeden hiçbir sabah yüzüme güneş koruyucu sürmeden dışarı çıkmıyorum. Aslında siz de yaşınızı ya da genetik mirasınızı önemsemeden güneşten korunmalısınız.
Çünkü anne babalarımızdan daha yüksek oranda UV ışına maruz kalıyoruz. Dr. Voget de bunu destekliyor: “Cilt kanseri vakalarında çok büyük bir yükselişin olduğu ortada. Ne yazık ki bu, her gün kliniğimde teyit ettiğim bir bilgi.”
Daha kötü olan bir şey varsa, o da Dr. Voget’in giderek daha genç hastalarla karşı karşıya kalması. Hastalarına vücutlarına sürmeleri için “fluorouracil” etken maddesi içeren kremlerden reçete ediyor ki, bu ilaçlar temelde kemoterapi anlamına geliyor. Bu ilaçlar hızla büyüyen kanserli hücreleri hedef alıyor ve daha olgunlaşmadan yok ediyor.
Dr. Voget bana da fluorouracil etken maddeli bir krem reçete etti ve 21 gün boyunca kullanmamı tavsiye etti. Kaygı verici bir tonda “Acısına dayanabilirsen” dedi.
İlk hafta gayet rahat geçti. Eğer acıdan kast ettiği buysa buna ancak gülerdim. Kremi her akşam sürdüm ve hiçbir şey olmadı. İkinci hafta geldiğinde kırmızı lekeler ve belli belirsiz kaşıntılar hissetmeye başladım. Yine de dayanamayacağım şeyler değildi. Ama üçüncü haftanın başında, krem cildimde tutundu ve amibe benzer minik yaratıklara dönüşerek cildimi yemeye başladı. İlacın prospektüsünde, uyguladıktan sonra ellerinizi yıkamanız gerektiği yazıyordu ama bunun şeytanın kremi olduğuna dair bir not yoktu. Hasarlı cildinize o kadar şiddetle müdahale ediyordu ki, yüzünüzü parçalamak istiyorsunuz.
Her şeye rağmen 21 günü tamamlamıştım. Tedavinin sonunda yüzüm iltihaplı açık bir yaraya dönüşmüş, cildimin üst katmaları soyulmuştu. Suyla yıkamak, tıraş olmak şöyle dursun, dokunamıyordum bile. İş arkadaşlarım masamın önünden geçerken gözlerini diğer tarafa çeviriyorlardı. Onlar da haklılar, ben de yüzünü kaynayan sülfirik asit tankına sokmuş gibi görünen birine ne diyeceğimi bilemezdim.
Peki son yıllarda cilt kanseri vakalarındaki bu dramatik yükseliş sizi de meraklandırmıyor mu? Güneş mi daha pervasız, yoksa biz mi? Aslında cevap ikisi de. NASA’nın verilerine göre, güneş giderek daha çok parlıyor. Bu parlaklık her bir milyar yılda yüzde 6 artıyor. Daha kalın güneş gözlüklerine ihtiyaç duyacağımız çağlar çok yakın olmayabilir ama gezegenin güneş ışınlarını kırabilen ozon tabakası hasarlı olduğunu hepimiz biliyoruz.