HAYATINA YÖN VERECEK CEVAPLAR!

kisisel-gelisim-sorulari1

Reiki Master’ı ve Kişisel Dönüşüm Uzmanı İrem Şıkman, kendisine sıkça sorulan sorulara HealtyHypeiçin cevap verdi. 

İlişkiler
İlişkilerimde aradığım mutluluğu bir türlü bulamıyorum, doğru insanla karşılaşamama, bağlanma problemi, veya aldatma gibi durumlarla sık sık karşılaşıyorum. Ne önerirsiniz?
Özel ilişkiler, (sevgili, eş, partner, hayat arkadaşı) bize en hızlı ve en derin öğretileri sunan çok değerli araçlardır. Hayatımızda ne kadar süre ile kaldığı farketmeksizin, bu özel kişiler genellikle bizim en değerli öğretmenlerimizdir. Bunun sebebi, evrensel çerçevede, bu kişilerin bizlere, bizi geri yansıtan bir ayna görevini üstleniyor olmasıdır. Başka bir ifade ile, siz kimseniz, bunu kabul etmek ne kadar zor olsa da, hayatınıza çekeceğiniz herkes de sizi, size yansıtan bir ayna olacaktır, bu kişiler sizden ne aşağıda, ne de daha yukarıda değildir, “eşinizdir”. Bu nedenle özel ilişkilerinizde, partnerlerinize yönelik yaşadığınız her sorun, esasında, sizin bilinçaltınızda yer eden ve sizin farkında olmadığınız size ait düşünce örgülerinin sadece size geri yansıtılmasından ibarettir.

Örneğin, eğer sürekli aldatılıyorsanız, hayatınızda sorgulamanız gereken tema “yalan ve dürüst olmama” temasıdır. Aldatma kavramı sadece, bir kişinin sizden gizli olarak başka bir insanla beraber olması değildir, bu “aldatmanın” görüldüğü suretlerden sadece bir tanesidir.
Kendinize sormanız gereken sorular ise öncelikle şunlardır:

Aldatma ve Aldatılma
Siz kendi hayatınızda ne kadar dürüstsünüz, düşüncelerinizi olduğu gibi yansıtabiliyor musunuz, yoksa iyi niyetinizden dahi olsa, başkalarını kırmamak için, düşüncelerinizi filtreleyerek başka bir surette mi yansıtıyorsunuz?
Her ne kadar iyi niyetle de yapılıyor olsa, karşınızdakine kendi hakikatinizi sunmamak, karşınızdakini aldatmanın başka bir suretidir.

Kendinize ne kadar dürüstünüz? Kendinizi “aldattığınız” durumlar var mı? Kendi hayallerinizi, hakikatlerinizi ne kadar yaşıyorsunuz, yoksa hayata dair esas isteklerinizi bastırıyor musunuz?
Bu davranış kalıbı da kişinin kendini sürekli aldatıyor olduğuna işarettir. Bir çok kadın aldatılmadan önce zihinlerinde “alternatif” bir ilişki yaşar, esasında “boşanma” veya “aldatma” gibi durumlar, öncelikle taraflardan birinin veya kimi zaman her ikisinin de zihninde meydana gelir. Kadınlarımız aldatma eylemini çoğunlukla zihinlerinde gerçekleştirirler, bu başka bir kişiyi hayal etmek gibi bir surette gerçekleşebileceği gibi, mevcut ilişkinin farklı bir suretinin hayal edilmesi olarak da görülebilir. Netice de her iki durum da, mevcut ilişkiden memnun olunmadığına dair karşı tarafa yüksek sinyaller gönderir.

Evrensel yasalara göre, hangi baskın enerjiye/duygu durumuna sahipseniz, karşılığında alacağınız enerji ve yaşayacağınız duygular da “farklı suretlerde” görülebilmekle beraber, sizin enerjinizle eştir. Siz, bugün, kendinizi ve çevrenizi örneğin fark etmeden yukarıdaki şekillerde aldatıyorsanız, karşılığında da, kendi özel ilişkilerinizde “aldatma” teması ile sıklıkla karşılaşmanız olağandır, çünkü görmeniz gereken, karşınızdakinden ziyade SİZİN bu temaya sahip olduğunuz ve bunu değiştirmek durumunda olduğunuz gerçeğidir. Siz ruhunuza karşı dürüst olduğunuz sürece, kimse size yalan söylemeyecektir, olumsuz bir durum olsa dahi bunu size dürüstçe ifade edeceklerdir.

Aldatılma korkusuna mı sahipsiniz? Bu durum ne zaman başladı? Genç yaşlarınızda çevrenizde sıkça “aldatma” olaylarına şahit oldunuz mu?
Bu durum bilinçaltınızda “ilişkilerde daima bir taraf aldatılır” gibi bir düşünce kodunu bilinçaltınıza serpmiş olabilir. İlişkilerinde hiç aldatılmamış kişilerin düşüncelerini ve davranışlarını inceleyin, ve esasında her ilişkide böyle bir kaide olmadığını zihninize her gün yerleştirin. Bunun için de egonuz için referans noktası olabilecek olumlu ilişkileri inceleyin.


kisisel-uzman

Bağlanma Problemi
Özel ilişkilerinizde partneriniz bir süre sonra, “ilişkide devam edemeyeceğini” belirtiyor ise, ve bu genellikle bir süre sonucunda herhangi bir somut neden olmadan gerçekleşiyor ise, veya flört ilişkileriniz ciddiye giderken birden bire evlilik gibi ilişkinin diğer bir aşamaya atlaması sebebiyle bozuluyor ise, incelenmesi gereken temalar “istikrar”, “tutsaklık-özgürlük temaları”, “kaçış psikolojisi” gibi temalardır.

Yukarıda belirttiğim “aynalama” prensibi çerçevesinde, siz bilinçaltınızda bu temaları yaşamıyor olsaydınız, hayatınızda bu temaları deneyimlemiyor olurdunuz, bu nedenle;

Öncelikle kendinize sormanız gereken soru, hayatınızda başladığınız işi “yarım bırakmak” gibi bir özelliğiniz var mı?
Tutsaklıkla ilgili bir probleminiz mi var, otoritelerle ilişkileriniz nasıl, iş hayatında nasılsınız, kalabalık ortamlarda nasıl hissediyorsunuz, sıklıkla daralan bir yapıya mı sahipsiniz, sık sık, ülkenizi, evinizi terk edip, “özgürce” seyahat edebilmek gibi hayallere sahip misiniz? Aynı şeyi ne kadar uzun sürelerle ve sebatla yapabiliyorsunuz? Çabuk sıkılır mısınız?
Özel ilişkilerinize bakış açınız bu saydığım hisler çerçevesinde olmayabilir, ancak hayatınızın büyük bir bölümünde kendinizi bu duygu durumu içerisinde buluyorsanız, bu durumu size geri yansıtan kişi “partneriniz” olabilir, ve genellikle de bu böyledir. Burada yapılması gereken ise, kendi mevcut durumunuz ve an’da, herhangi bir şeyi yarım bırakmadan veya değiştirmeden “özgür” hissetmenizi sağlayacak bir duygu durumuna geçiş yapmanızdır. “Kaçarak” özgürlüğünüzü kazanamazsınız, bu sadece bir “kaçış” olur. Özgür olma durumu fiziksel bir durum olduğu kadar zihinsel de bir durumdur. Her gün kendinize neden “tutsak” olduğunuzu değil neden özgür olduğunuzu anlatın ve özgürlük enerjinizi yükseltin.

Ailenizde veya çok yakın çevrenizde bir “ayrılma” durumu var mı, genellikle anne-baba ilişkisi boşanma ile sonuçlanmış çocuklar ileriki yaşlarında, “bağlanamama” döngüsüne sıklıkla girerler. Bu, ya kişinin bağlanamaması, ya da partnerinin bağlanamaması olarak görülür. Oysa ki, daima zihninize kazımanız gereken durum, bir önceki neslin davranışları ve seçimleri ile sizinkinin bir olmadığıdır, dolayısıyla tarih tekerrür etmek durumunda değildir, geleceğinizi yaratan kişi sizsiniz, ve geçmişinizden korkmanıza hiç gerek yoktur.

İlişkiler “yoldaşlık” prensibi üzerine kurulduğu zaman sağlıklı bir şekilde ilerler, bu da, aynı ilişki içerisinde, aynı kişi ile, birlikte gelişme, büyüme ve evrilmeyi içerir. Seçtiğiniz kişilerin bu profile uyup uymadığına bakın, niyetiniz “tutkulu, çılgınca” bir aşk yaşamak yönünde olursa, tıpkı ateşin parlayıp, sönmesi gibi, ilişkiniz de bir süre sonra sönecektir. Niyetlerinize dikkat edin. Aradığınız şey esasında, dinginlik, huzur, denge, sevgi, saygı ve yoldaşlık durumu olmalıdır, ancak bu şekilde partnerinize karşı “bağımlı” değil, “bağlı” hissedersiniz. Anne-babanız veya yakın çevreleriniz bu bilinçle hareket etmemiş ve ilişkilerinde farklı sonuçlar almış olabilir, ilişkinizde ne yaşayacağınız tamamen sizin farkındalık seviyenize bağlı bir durumdur.

kisisel-gelisim-nedir

İlişkilerinizde, “korku” duygunuzdan ötürü, sürekli “kontrolcü” bir tavır mı sergiliyorsunuz, başka bir ifade ile karşınızdakini, “kaçmasın” diye enerjinizle kendinize “tutsak” mı ediyorsunuz?
Bu duygu durumu daima ters teper ve karşınızdakinin kaçmasına sebep olur. Siz herhangi bir partneriniz olmaksızın da, tam, mükemmel ve bütün bir bireysiniz, hayatınızı kaliteli bir şekilde idame ettirebilmek için ihtiyacınız olan tek kişi sizsiniz, bu sorumluluğu enerjisel olarak başkasına yüklediğiniz zaman, karşınızdaki çoğu zaman kendisi de sebebini bilmemesine rağmen sizden uzaklaşır. Kimseye böyle bir sorumluluk yüklemeyin.

İlişkilerde öğrenmeniz gereken en önemli sır, nasıl bir insanla beraber olmak istiyorsanız, o insanın özelliklerini öncelikle kendinizin taşıması gerektiğidir. Önce partnerinize dair beklentilerinizi bir yere not edin, ardından bu özelliklerin kaçı sizde var dürüstçe bir değerlendirme yapın, ve olmayan özellikleri geliştirmek yönünde çalışın.
Unutmayın, siz kimseniz, partneriniz de o kişidir.

yalnizlik

Doğru İnsanla Karşılaşamama:
Bu durumun birçok özel sebebi olabilmekle beraber, bu duruma sebep olan en yaygın durum, dişil-erkek enerjisinde yaşanan dengesizliktir. Günümüz kadını, kendi ayakları üzerinde durabilen, kimseye ihtiyacı olmayan, hem manen hem de bedenen daha güçlü bir profil çizmeye başladı, işte bu durum kadının eril enerjisinin yükselmesine neden olur, eril enerjisi yükselen bir kadın, yine eril enerjisi baskın olan bir erkek tarafından “çekici” değil “itici” bulunur çünkü evrensel prensiplerde eşleşme çoğunlukla dişi-eril eşleşmesi olarak görülür, bu doğrultuda da, kadınların, kadınlık enerjilerini onurlandırmaları gerekmektedir. (Bunun bir çok metodu bulunmaktadır, ihtiyaç halinde paylaşılabilecektir).
Bugün doğru insanla karşılaşamadığını belirten bir çok kişinin enerjisi “kapalıdır” ve karşı tarafta “duvara çarpma” etkisi yaratmaktadır, kişi farkında olmadan bunu “savunma mekanizması” olarak geliştirmiş olabilir ancak, erkeklerin de yine “sezdiği” bu kişinin ilişki için “müsait” durumda olmadığıdır.

Kariyer/Para/Bolluk

Gece gündüz çalışmama rağmen, kariyerimde bir türlü ilerleyemiyorum, oysa ki, benim kadar çalışmayan, hatta benim kadar tecrübesi dahi olmayan iş arkadaşlarımın her biri hem terfi alıyor hem de daha fazla kazanıyor? Ne yapabilirim?
Bu gibi durumlar genellikle kişinin kendisini “hayatın” karşısında, güçsüz bir rakip gibi görmesinden ileri gelir. Hayat, o kadar beklenmedik, o kadar adil olmayan, o kadar gizemli ve tekin olmayan yollarla size “saldırmıştır ki”, artık hayat sizin en ezeli ve korkulu düşmanınız, siz de onun karşısında zavallı bir kurban olmuşsunuzdur. Bu durumu yaşayan kişiler genellikle, hayatta olup bitenle yakından ilgilenen, ve gözlemleri sonucunda hayatın adil olmadığını ileri süren kişilerdir. Bu kişilerin mevcut frekans durumu “adaletsizlik”, “haksızlık”, “eşitsizlik” gibi temalarla titreşmektedir, ancak bunu en belirgin olarak kendi hayatlarında gördükleri yer genellikle iş yeri olur. Bu kişilerin hayatlarının diğer alanlarına da baktığımızda sıklıkla “söylendiklerini” ve “haksızlık” ve “haklılık” temalarından bahsettiklerini görebilirsiniz. Bu kişilerin çoğu kendi hayatlarında da “haksızlığa uğrayan” kişileri savunduklarını görebilirler, mevcut enerji durumları bu tema ile o kadar iç içe geçmiştir ki, bu kişiler, her daim, ya haksızlığa uğrarlar, ya da böyle bir duruma düşmüş kişilere doğru çekilirler.
Öncelikle sizin durumunuz bu saydıklarıma uyuyor mu dürüstçe bir değerlendirme yapın.
Ardından da şu söyleyeceklerime kulak verin.
Evren, sınırsız olasılıklar evrenidir, rekabet ve kaynakların kıt olması durumu bir ilüzyondan ibarettir. Evrenin tamamı saf enerjiden maddeye dönüşmüştür, hiçlikten zenginliğe evrilen evrenin özü ile insanın özü aynıdır, yani enerjidir; bu kadarı artık bilimsel bir gerçekliktir. Sizin gözlerinizle gördüğünüz dünya ile, başkasının gözleri ile gördüğü dünya tamamen farklıdır, gerçeklik diye bir şey yoktur, gerçek, her bakan kişinin gözünden farklı bir duruma işaret eder. Aynı durum hakkında taban tabana zıt görüşlerin oluşmasının sebebi de budur.
Hayat sandığınız gibi sizin düşmanınız değildir, hayat siz onu nasıl görmeyi ve yaratmayı seçerseniz o şekilde şekillenir, hayat bir oyun hamurundan ibarettir, onu yoğuran ise gizli bir güç değil, sizin düşünceleriniz ve düşünceleriniz doğrultusunda aldığınız aksiyonlardır, dolayısıyla hayata dair tüm sorumluluk ne talihinize ne de “kaderinize” aittir bu tamamen sizin tam şu an yarattığınız düşüncelerinize, yani size aittir.
Dolayısıyla, öncelikle hayat hakkındaki düşüncelerinizi değiştirmelisiniz. Gün içerisinde “hayat benim dostumdur” gibi bir afirmasyonu sık sık kendinize tekrarlamanızı öneririm. Hayatın size yardım ettiği anlarınızı hatırlayın, hayatın size “torpil” geçtiği anları hatırlayın; ve lütfen, Afrika’dan Yeni Zelanda’ya haksızlığa uğrayan insan hayatlarını incelemeyi bırakın, şu anda incelemeniz gereken tek hayat kendinize ait olandır.

İçinde bulunduğunuz durum “kurban psikolojisidir” ve bu psikoloji içerisinde olan kişilerin hayatlarında yaşadığı olaylar fakirlik, iflas, cinsel ve fiziksel saldırı ve benzeri yıkım olaylarıdır.
Kurban psikolojisinde kalmak size nasıl hizmet ediyor?
Bu davranış biçimine sıkı sıkıya tutunan egonuzun tek amacı sizi hayatta tutmak ve minimum acı prensibine göre sizi yaşatmaktır, ruhun amacı maksimum mutlulukken, egonun amacı ise minimum acıdır. Egonuz kurban psikolojisinden beslenmektedir, başka bir ifade ile ego bu davranış kalıbına belirli bir sebepten dolayı tutunmaktadır, bu davranış biçimi ona bir şeyler “kazandırmaktadır”.
Siz, işyerinde farketmediğiniz düşünce kalıplarınız nedeniyle kendinizi “haksızlığa” uğratırken, ne kazanıyorsunuz? “Hiçbir şey, ben bu durumdan kurtulmak istiyorum!” diye bağırabilirsiniz, ama durum bilinçaltınızda bu şekilde işlememekte.

yalnizlik2

Bu kadar çok çalışıp, emeklerinizin yok sayılması karşısında, kendinizi daha “ulvi”, daha “özel”, “ilgi ve sevgiye daha çok ihtiyacı olan”, “hassas bir ruh” gibi hissediyor ve konumlandırıyor olabilir misiniz? İhtiyacınız olan sevgi ve ilgiyi “acındırma” ve “zor koşullar” nedeniyle rahatlıkla kendinize çekiyor olabilir misiniz?
Agresyon ve öfkeniz için kendinize çok geçerli bir sebep olarak iş yerinde yaşadığınız haksızlıkları ve zorlukları gösteriyor olabilir misiniz? Daha da önemlisi, işinizden memnun değil misiniz, bambaşka bir iş mi yapmak istiyorsunuz, ama cesaret mi edemiyorsunuz, kendinizde bu cesareti bulabilmek için kendinizi zorlayacak bu koşulları yaratabiliyor olabilir misiniz?
Bu soruları dürüstçe cevaplayın, bu koşulları yaratan sizsiniz, ve bu koşulları belirli bir sebepten dolayı yaratıyorsunuz. Bu sebep nedir anlayın, ardından da, ideal iş koşullarınızı ve iş ortamınızda yaşamak istediğiniz duygularınızı tek tek not edin. Yazdığınız notu her gün uyumadan önce bir kere okuyun, okumaktan öte, “hissedin”; ideal iş ortamınızda hangi duygular içerisinde olacağınızı, şimdi şu an hissedin, odağınızı bu duygulara yönlendirin, bu duyguların her birini şimdi şu an bedeninizin her hücresinde hissedin, bu evrene, neyi talep ettiğinize dair çok açık bir mesajdır ve odağınızı bu hedef üzerinde en az 21 gün tutabildiğiniz takdirde, gerçekleşecektir. Enerji çalışmalarında istikrar çok önemlidir, tıpkı “bedduaların tutması” gibi, duaların da tutması için, çok kuvvetli bir odak, istek ve azimle niyetinize yönlenmelisiniz. 21 günün ardından ise, niyetinizin gerçekleşmekte olduğunu bilerek normal hayatınıza devam edin, ancak yukarıda yazdığım şekilde, dünyayı farklı gözlerle görmeyi öğrenmeniz de hayat boyu faydalanacağınız bir öğreti olacaktır.

Sağlık
Bu alanda karşılaştığım sorular genellikle, Tıbbın kesin çözüm üretemediği kronik ve sancılı rahatsızlıklar ile, kanser gibi hayati tehlike içeren hastalıkların tedavisine yöneliktir.
Önemli not: Böyle bir soru geldiğinde öncelikle kişi mutlaka gelensel Tıbba yönlendirilmelidir, herhangi bir doktor teşhisi veya tanısı olmadan herhangi bir hastalık hakkında yorum yapılmamalı ve kişiyi Tıp’tan uzaklaştıracak hiç bir tavsiyede bulunulmamalıdır. Bu gibi sorularda kişiye geleneksel “tedavi” tavsiyeleri verilmesi yerine kişinin neden bu hastalığı yaratmış olabileceğine yönelik kişiyi içsel bir yolculuğa çıkarmak esas tedaviyi oluşturur. Dolayısıyla verilecek cevaplarda hastalığın nasıl geleneksel olarak tedavi edileceğinden ziyade, hastalığın oluşmasına sebep duygusal ve ruhsal sebepler araştırmalıdır.
Yanıtlar rahatsızlığın türüne göre değişkenlik gösterecektir. Bana en çok gelen rahatsızlık türleri ve sebepleri ise aşağıdaki şekildedir.

Genel Bilgi:
Öncelikle bizler hiç bir hastalığı, “hastalık” olarak konumlandırmayız, fiziksel bedende yaşanan ve hastalık olarak adlandırılan her bir durum esasında “rahatsızlıktır”. Her bir rahatsızlık, fiziksel bedeninizde bir belirti veya teşhisi konulabilecek seviyede bir “hastalığa” dönüşmeden önce, enerji bedeninizde, ve enerji akışınızda bir “düzensizlik” olarak var olur. Bu akışın bloke olmasına sebep olan unsur ise, uzun süre enerji bedeninizde barındırdığınız olumsuz düşünce ve bilinçaltı kalıplarıdır.
Rahatsızlıklar sizin düşmanınız değildir, tam tersi rahatsızlıklar sizin dostunuzdur. Rahatsızlık, bedeninizin, sizinle konuşabilmek için kullandığı bir SMS metodu gibidir, beden, size ruhunuzun isyanını ve çağrısını fiziksel bir belirti olarak geri bildirir, siz bu sinyalleri dinlemedikçe ise, rahatsızlığın ivmesi artar, taa ki siz ruhunuzun neye ihtiyacı olduğunu dinleyene kadar, ruhunuzun ihtiyacını karşıladığınız oranda “iyileşme” gerçekleşir. Burada önemli olan nokta, kişinin bedenini dinlemeyi öğrenmesidir, bu şekilde, bir belirti “hastalığa” dönüşmeden önce önlenebilmektedir.

meme-kanseri

1. Meme Kanseri:
Kanser, bir kişinin, kendi bedenine, kendisini imha etmek yönünde verdiği bir emirdir. Enerji bedeninde uzun süreler olumsuz duyguları ve düşünceleri barındıran bir kişinin enerji rezervi bir süre sonra tükenir, bunu şarjı bitmiş bir cep telefonuna benzetebiliriz. Şarjı biten her cep telefonunda olduğu gibi, enerji rezervi tükenen her insan da kendini “kapatacaktır”.
Meme bölgesi, kadınlarda kalp çakrasını da içinde barındıran bir bölgedir. Bu bölge, dişil enerji, sevgi alış-verişi, annelik gibi duyguları yönetir. Erkeklerde meme kanseri görülme oranı son derece düşüktür, bunun sebebi erkeklerden ziyade kadınların bahsi geçen duygular ile iç içe olmasıdır. Meme kanseri özellikle, fazlasıyla fedakar olan, etrafına ve özellikle de çocuklarına ve eşine bol bol sevgi dağıtan ancak karşılığını alamadığını hisseden kişilerde sık sık görülür. Meme kanseri olan kişilerin ortak özelliği, çok uzun bir süredir, kendilerini hep ikinci planda tutmaları ve önceliklerini başka insanların oluşturmasına izin vermeleridir, bu kişiler verdiklerinin karşılığını alamadıklarını hissettiklerinde, kalp çakrasını çevreleyen organlarda sorunlar baş göstermeye başlar, kadınlarda meme kanseri genellikle orta yaşlardan itibaren görülmeye başlar, bu kişilerin geçmişini incelediğimizde, çok uzun bir süredir kendilerini sevmeye, şımartmaya, kadınlıklarını onurlandırmak için yeterli vakti ayırmadıklarını görebiliriz. Bir kadın, ne sadece annedir, ne de sadece bir dişidir, bir kadın tüm bunları içinde barındıran bir varlıktır, ve kadının bu rollerinin her birinin onurlandırılması gerekmektedir. “Kadın” veya “annelik” güdüsü yara alan bir kadının en çok karşılaştığı rahatsızlıkların başında da bu nedenle meme kanseri gelir ardından da rahim bölgesindeki rahatsızlıklar takip eder.

2. Alerjiler ve deri rahatsızlıkları (sivilce vs.):
Derinizin dışarı attığı herşey, sizin içinizde uzun bir süredir bastırdığınız ve dışarı atamadığınız öfke ve kin duygularına işaret eder. Böyle bir durumda kişi mutlaka, öfkesinin kaynağını bulmalı, ve bu duygularını dışarı akıtmak için bir metot geliştirmelidir. Tavsiyem öncelikle, ifade edilmemiş bu öfkenin, bir defter aracılığıyla olduğu gibi ifade edilmesi yani dışarı atılmasıdır. Kişi bu çalışmayı rahatlayana kadar yapmalıdır. Bunu kum torbasına vurmak gibi düşünebiliriz, esasında kum torbasına vurmak, ve hareketli sporlar da bu öfkenin dışa salınımı için faydalı olacaktır. Ardından incelenmesi gereken konu şu olacaktır: Evrensel prensipler çerçevesinde sizi herhangi bir konu bu kadar öfkelendiriyor ise, o konu sizin “hassas” daha da önemlisi “zayıf” tarafınızdır, belli bir alanda zayıf tarafınızın olması enerji kaçaklarına işaret eder. Kişi “beni bu kadar öfkelendiren nedir?” sorusunu kendisine mutlaka sormalı, ardından da bulduğu cevaba uygun olarak, zayıflığını “bağışıklığa” dönüştürmelidir. Unutmayın, bir kişi sizi sürekli olarak öfkelendiriyor ise, bu o kişiden ziyade sizinle ilgili bir durumdur, yarası olmayan kişiye tuz basıldığında canı yanmaz, eğer canınız yanıyor ise, bir yaranız olduğu aşikardır. Evrendeki herkesi hizaya getirmeniz imkansız, ama kendi yaralarınızı sararsanız, evrendeki hiçbir kimse siz izin vermezseniz, sizi incitemez.

3. Bel, boyun ve eklem rahatsızlıkları:
Sıklıkla beyaz yakalarda ve iyi eğitimli kişilerde bu rahatsızlık türleri meydana gelir. Bunun bir sebebi, oturuş bozukluğudur, ama diğer en önemli sebebi ise, kişinin “ağırlık” ve “sorumlulukları” altında ezilmesi ve taşıyamayacak hale gelmiş olmasıdır. İş değiştiren kişilerde, bu rahatsızlıkların kaybolduğu sıklıkla tespit edilmektedir. Kişinin, memnun değilse işini değiştirmesi, memnun ise, sorumluluklarını paylaştırması gereklidir. Bu kişilerin diğer bir ortak özelliği ise, hayata karşı “esnek” bir duruş sergileyememeleri, katı ve değişmez kurallara sahip olmalarıdır, ruhsal olarak gerekli esnekliği gösteremeyen kişinin bedeni de esnekliğini kaybeder ve bir süre sonra eklem rahatsızlıkları ve bel bölgesi rahatsızlıkları meydana gelebilir.

4. Mide Rahatsızlıkları:
Mide ve bağırsak ikinci beynimiz olarak görev yapmaktadır, zihinsel olarak “hazmedemediğiniz” her bir durum mide ve bağırsak bölgenizi etkiler. Böyle bir durumda, hazmedilemeyen konunun ne olduğu anlaşıldıktan sonra, kişinin gönüllü olarak kendine zarar vermeyi bırakmayı seçmesi gereklidir, bu da çoğunlukla geçmişte yaşanan ve hazmedilememiş olayın muhataplarının zihinden “serbest bırakılması” ve “affedilmesi” ile mümkün olur. Affetmek, yapılanları onaylamak değildir, halen yapılanları onaylamamayı sürdürebilirsiniz, ama kendi sağlığınızı korumak adına, kafanızda yer eden o dosyayı kapamanız gereklidir, affetme olayı muhatabınıza karşı yaptığınız bir büyüklük, veya “güzellik” değildir, affetme eylemi kendinize yaptığınız bir iyiliktir!

Aile

Annem/babam/aile büyüklerimin özel ilgiye ihtiyacı var, bu nedenle kendime vakit ayıramıyorum.

Bu durum bizim toplumumuzda sıklıkla karşılaşılan bir durumdur, kendisini böyle bir durumun içinde bulan kişilerin genellikle kendilerine ait bir aileleri, bir ilişkileri ve özel hayatları bulunmamaktadır ve bu durum da kişileri ayrıca sıkıntıya sokmaktadır. Böyle bir durumun içerisinde bulunan kişi, öncelikle, herkesin hayat yolunun kendisine ait olduğunu bilmelidir. Biz ne yaparsak yapalım bir başkasının hayatını “yönlendiremeyiz”, bunu zihinsel araçlarla yapabilsek dahi, bu; evrensel yasalar çerçevesinde özgür iradeye ve hayat yoluna müdahaledir, böyle bir enerji içerisinde bulunan kişinin de “özgür” bir hayata sahip olamaması olağandır, zira biz ortaya enerji olarak ne koyarsak, karşılığında aldığımız da aynı türde bir deneyim olmaktadır. Dolayısıyla bu kontrolcü ve yönlendirmeci tavrınız ile iyilik yaptığınızı zannederken, esasen hem kendinize hem de aile eşrafınıza zarar vermektesiniz. Hiç kimse bir diğer kimsenin kendi başına ayakta durma yeteneğini elinden almamalıdır, bu o kişinin gelişmesine engel bir durumdur, ve gelişim sadece 18 yaşına kadar gerçekleşen bir olgu değildir, ruhsal gelişim ölüm anına kadar devam eder. Dolayısıyla aile bireylerinin birbirlerine “bağımlı” olma hali, kişisel güçlerinin ellerinden alınmasına neden olur, ve bu bağımlılık ilişkisi içerisinde olan hiçbir birey de, özgür ve bireysel bir hayata kavuşamaz. Ne kadar zor da olsa, bağımlılık ilişkisinin “bağlılık” ilişkisine dönüştürülmesi gerekmektedir. Kişiler bencil olmayı değil ancak BENCİ olmayı öğrenmek durumundadırlar. Unutmayın, özen göstermeniz gereken ilk hayat kendinizinkidir.

Bununla birlikte, hiçbir birey ailesi ile “evlenmemelidir”. Toplumumuzda özellikle kız evlatlar babaları ile, erkek evlatlar da anneleri ile adeta “karı-koca” ilişkisi çerçevesinde sıkı bir bağımlılık ilişkisi geliştirirler, bu kişiler birbirleri ile o kadar meşguldürler ki, karşı cins ile kendilerine ait bir hayat kurmaları imkansız olur, kaldı ki, böyle bir enerji içerisinde bulunan kişinin karşı cinse yaydığı enerji de “evli olduğu” veya “başkasına bağlı olduğu” yönündedir, karşı cins elbette bunu farkında olmadan yapar ve size doğru bir “çekim” hissetmez.
Zaman ne kadar ilerlemiş olursa olsun, ailedeki roller daima baki kalmalıdır. Anne, anne, evlat ise daima evlat olarak kalmalıdır, her şeyden önce, her bir birey, bağımsız bir BİREY olduğunu unutmamalıdır, ve bu bireyler gerektiği takdirde gereken mesafeyi de bir diğerine koymakla yükümlüdür. Bunu yaptığında aile üyeleri ile arasının bozulacağını düşünen çok olur ve böyle bir mesafeyi koyamayacağını belirtir. Oysa ki, durum hiçbir zaman böyle olmaz, kendine ait bir alan açmak isteyen her kim olursa olsun, öncelikle rutine alışmış aile bireyi bu duruma tepki veya direnç gösterse dahi, mutlaka ama mutlaka yeni rutine alışacaktır ve sevgi ilişkisi olduğu gibi hatta çoğu zaman artarak devam edecektir. Çünkü enerjisel olarak yaptığınız aile bireylerinizi “dışlamak” veya “yok saymak” değil, onları özgürleştirmek, güçlendirmek ve kişisel güçlerini ve bağımsız bir birey olduklarını onlara hatırlatmaktır ve bu, bir kişiye yapabileceğiniz en büyük iyiliktir.

BENZER YAZILAR