İNSAN BEYNİNİN DİL İLE KURDUĞU GARİP İLİŞKİ

Türkçe, İngilizce ya da Portekizce…Hayata devam edebilmek için her alanda dili kullanıyoruz. Fakat beyninin dil ile kurduğu ilişki sandığından çok daha karmaşık ve şaşırtıcı süreçlerle dolu.

beyin

Eğer “topa vurmak” ile ilgili bir cümle okursan, beyninde, bacağındaki ve ayağındaki motor fonksiyonları ile ilişkili olan nöronlar harekete geçecektir. Benzer şekilde, sarımsak pişirmek ile ilgili konuştuğunda da koklama ile ilgili nöronların aktive olacaktır.

Dil olmaksızın düşünebilmenin ya da herhangi bir şey yapabilmenin mümkün olmadığını düşünürsek, dilin beynimizi ve hayatımızı ne denli kapsamlı bir şekilde istila ettiğini daha iyi anlayabiliriz.

Yüz yıldan daha uzun bir süredir, dili kullanma kapasitemizin beynimizin sol yarısında bulunan iki spesifik bölgede ( konuşma, üretim ve birikimden sorumlu olan  broca bölgesi ile anlamadan sorumlu olan Wernicke alanı) konumlandığı düşünülüyor. Bölgelerden herhangi birinin zarar görmesi sonucunda da dil&konuşma bozuklukları, dil kaybı ya da konuşma kaybı oluşabiliyor.

Ancak, geride bıraktığımız son 10 yıl içerisinde nörologlar, meselenin bu denli basit olmadığını keşfettiler: Dil, ne beynin sol tarafıyla ne de beyindeki iki bölge ile sınırlandırılabilirdi ve beyin, yeni dil öğrenilmesi ile birlikte kendiliğinden büyüyebiliyordu.
İki dil bilen insanların her iki dil için farklı nöral yollara sahip oldukları ve de iki dilden hangisi kullanılırsa kullanılsın, her iki yolun da aktif olduğu belirlendi. Yani insanlar, dillerden birisine odaklanabilmek adına diğerini bilinç dışı şekilde devamlılıkla bastırıyorlar.
Bu bulguların ilk kanıtları, 1999 yılında, İngilizce ve Rusça bilen insanlardan masada bulunan eşyaları hareket ettirmelerinin istenildiği bir deneyde elde edildi. Rusça olarak, insanlara damgayı haçın aşağısına koymaları söylendi. Fakat Rusça’da damga “marka” olarak ifade ediliyordu ve işaret (marker) ile oldukça benzeşiyordu. İnsanlar da bunu duyar duymaz, hemen damgayı seçmek yerine keçeli kalem (marker pen) ile damga arasında göz gezdiriyorlar ve damgayı sonrasında seçiyorlardı.
Öyle görünüyor ki, dile ait farklı nöral yollar beyinde sonsuza kadar iz bırakıyorlar. Üstelik, dili öğrendikten sonra hiç konuşmasak bile durum değişmiyor. Çin’den konuşma öncesi bebeklik dönemlerinde evlatlık alınan Kanadalı çocuklar üzerinde  yapılan araştırmalarda da, bu çocuklarda, tek bir Çince kelime konuşmamış olsalar bile yıllar sonra Çince sesli harflere karşı nöral tanıma meydana geldiği gözlemlenmişti.
Yani, konuşmayarak “unutsak” ya da konuşma kaybı yaşasak bile, dil, beyinde bir yerlerde kalıyor. Böylelikle, teknoloji yardımı sayesinde beyindeki gizli sözcük ağlarının, düşüncelerin ve fikirlerin, insanlar o dili fiziksel olarak konuşmasalar bile çözülebilmesine dair umutlar var olmaya devam etmiş oluyor. Nörologlar bu konuda yol katetmişler bile: Geliştirilen bir cihaz, kafalardaki iç sesi dinleyebiliyor. Bir diğeri ise bir imleci zihin yoluyla kontrol edilebilmesini mümkün kılıyor. Başka bir cihaz ise diğer bir insanın hareketlerinin, internet sayesinde beyinden beyine iletişimle uzaktan kumanda edilebilmesini sağlayacak kadar ileri gitmiş durumda! Hatta bunu dile ihtiyaç duyulmadan gerçekleştiriyor!

BENZER YAZILAR