İŞ & YAŞAM DENGESİ

İş ve yaşam arasında mükemmel bir denge mi kurmak istiyorsun? Baştan söyleyelim: Bu mümkün değil. Amacın huzurlu, sağlıklı ve başarılı bir yaşamsa, öncelikli olarak bu gerçeği kabul ederek işe başlayabilirsin. Sonrası mı? Seventeen dergisinin eski Genel Yayın Yönetmeni Ann Shoket ve aynı dertten muzdarip olan diğer kadınların tecrübelerine kulak ver.

Derleyen: Pınar Şen
Giriş: Ann Shoket
Fotoğraflar: Sam Kaplan

Birçok kadın gibi, benim de ajandam ziyadesiyle dolu. Sabah çocukları okula bırakıyor, toplantılara katılıyor ve teslim tarihi yaklaşmış yazılarımı tamamlamak için bilgisayar başına geçiyorum. Ardından bir akşam yemeğine ya da davete katılmam gerekiyor. Genellikle 21.00 gibi bilgisayarımın başına dönüyorum ki bu ancak dört ve iki yaşlarındaki çocuklarımı yataklarına yatırdıktan sonra oluyor. Ya da çocukları yatırma sırası bende olmasına rağmen, eşimi sıranın onda olduğuna ikna etmeye çalışıyorum. Çünkü günlerdir yapılacaklar listemde olan ama hâlâ yapılmamış işlerimi bitirmek derdinde oluyorum. Bunları “çok önemli biriyim” demek için anlatmıyorum. Zaten çoğu zaman hissettiğim şey bu değil, tükenmişlik hissi.
Son iki yıldır, kariyer amaçlarının çevresinde aile ve ilişkilerini konumlandırmak üzere yeni fikirler arayan kadınlar ve değişen değerler hakkında yazdığım kitabım The Big Life ile uğraşıyordum. Hayatım ağzına kadar bu çalışmayla doluydu diyebilirim. Kitabım için araştırma yaparken farklı hayat tarzlarına sahip birçok kadınla tanıştım. Ve hepsinin “denge” kurma konusunda bazı huzursuzlukları olduğunu gördüm.

Benim anladığım şu: İş ve yaşam birbirinden bağımsız olan iki kavram. Ve bu iki kavramı homojen bir sıvı gibi birbirine karıştıramazsın. İş ve yaşam arasında denge kurma çabalarının, kadınları suçluluk duygusu ve anksiyeteye sürüklediğinin farkına varmalısın. Kanıt mı? WH Amerika’nın The Big Life anketine katılan yaklaşık 1.000 kadından yüzde 43’ü iş-yaşam dengesini kurduklarını söylüyor. Yüzde 75’i ise bu dengeyi başarılı şekilde kurmadıkları için suçluluk duyduklarını belirtiyor. Rakamlar biraz kafa karıştırıcı, farkındayım. Ancak daha derine indiğimizde kadınların, mümkün olan dengeyi yakaladıklarında bile daha iyisini yapamadıkları için kendilerini kötü hissettiklerini görüyoruz. (Yüzde 72’nin gün sonunda kendini yorgun, tükenmiş ve huzursuz hissettiğini belirtmeliyim.) İşte tam da bu noktada durup düşünmemiz gerekiyor.

Ben suçluluk duygusunu bertaraf etmeyi, karmaşayı kucaklayarak öğrendim. Çünkü “mükemmel dengeyi bulmak zorundayım” demeyi bıraktığın anda kendinin en iyi versiyonu olabiliyorsun. Kendini kanıtlamak için mücadele mi veriyorsun? Aşkı bulmak mı istiyorsun? Derdin ödeyeceğin faturalar mı? Yoksa hem aile kurmak hem kariyer yapmak çabasında mısın? Ben, iş, aşk ve yaşam üçgeninde aceleyle koşturduğum enerjik hâlimi seviyorum. Eşim ve çocuklarımla ilgilenirken çalışmadığım için ya da çalışırken ailemle ilgilenmediğim için suçluluk hissetmiyorum. Çünkü işler bir şekilde halloluyor ve gün sonunda ailemin bana koşulsuz bir sevgi sunduğunu biliyorum.

Sinir krizinin eşiğine geldiğin anlar olmayacak demiyorum. Ben de günün temposuna ayak uydurmaya çalışırken aksilikler yaşayabiliyorum. Telefon görüşmesi yaparken rahat olmak adına çıkardığım küpemin tekini kaybetmek ya da hızlıca kahve almak için girdiğim kahve dükkânında kredi kartımı unutmak gibi sinir bozucu şeyler başıma geliyor. Bazen gecenin bir yarısında uyanıp son ödeme tarihi geçen bir faturayı hatırlayabiliyorum. Ancak tüm bunları, içine birçok güzellik sığdırdığım hayatım için ödemem gereken küçük bedeller olarak görüyorum.

HER ZAMANKİNDEN DAHA YOĞUNUZ
Yan sayfada okuduğun içten itirafların sahibi olan Ann Shoket, yıllarca daha sıkı çalışması gerektiği söylendiği için kendini suçlu hissettikten sonra iş-yaşam dengesine daha akılcı bir bakış açısı getiren kadınlardan sadece biri. Dahası var: Facebook COO’su Sheryl Sandberg, kocasının ölümünün birinci yıldönümünde Lean In adlı kitabında kadınların iş hayatında karşılaştıkları zorlukları önceden hafife aldığını itiraf ediyor: “Evde yapılması gereken onlarca iş yüzünden yorgun düşen kadınlar için, iş hayatında başarılı olmanın ne kadar zor olduğunu önceden yeterince anlayamamıştım.” İşe geri dönmeye çalışan yeni annelere rehber olmayı amaçlayan The Fifth Trimester kitabının yazarı Lauren Smith Brody ise bu düşünceyi bir adım ileri taşıyarak, “Açıkça söylemem gerekirse; iş-yaşam dengesi kavramını antifeminist buluyorum” diyor. Erkekler çalışmanın hayatın bir parçası olduğu düşüncesiyle yetiştirilirken, kadınlar bu düşüncenin dışında bırakılıyor” diyor. Brody, “Kadınlar çalışmaya karar verdiğinde, sık sık hayatındaki daha önemli şeyleri kaçırdığına dair imalarla karşılaşıyor” diye de ekliyor.
Yaraya tuz basmak istemeyiz ama günümüzde kadınların hâlâ iş yerinde kendini ispatlamak için iki kat çabalamak zorunda kaldığı bir gerçek. Stanford Üniversitesi’nde cinsiyet araştırmaları üzerine doktora yapan Marianne Cooper, “Kadınların toplantılarda duyulmak adına seslerini yükseltmeleri gerekiyor ve işlerin çoğunu onların yapması gerektiğine dair bir beklenti var. Bu durumla her gün karşılaştıkları için de kendilerini tükenmiş hissediyorlar” diyor. Peki, kadınlar bunca zorluğun sonunda ne elde ediyor dersin? Daha düşük maaş ve daha az terfi (yüksek pozisyonların sadece yüzde 26’sını kadınlar dolduruyor).
Çelişkiler sadece iş hayatı ile sınırlı değil. Mevzu çocukların bakımı ve ev işleri olunca, işinde önemli bir konuma sahip olan kadınlardan bile bu “görev”lerini yerine getirmeleri bekleniyor. Sosyologlar bu çabayı “ikinci vardiya” olarak adlandırıyor. Amerika İş İstatistikleri Bürosu’na göre kadınlar, erkeklere oranla her gün yemek pişirmek ya da temizlik gibi ev işlerine ortalama bir saat fazla zaman ayırıyor. Ankette yer alan kadınların yarısından fazlasının “Kendime vakit ayıramıyorum”
demesine şaşırmamak gerek.

BÜYÜK BEKLENTİLER
Peki, denge kurmak bu kadar zorsa biz niye hâlâ bu fikrin peşinden koşuyoruz? Sebeplerden bir tanesi, sosyal medyada hayatı oldukça zahmetsizmiş gibi gösteren hemcinslerimiz. Yakın zamanda yapılan bir araştırma, başkalarının sosyal hayatını dikkatlice takip eden insanların daha depresif ve yetersiz hissettiğini ortaya koyuyor. Başka bir çalışma ise annelerin yüzde 42’sinin Pinterest hesaplarına baktıktan sonra kendini yetersiz hissettiğini söylüyor.
İş-yaşam mücadelesinin zorlukları konusunda kadınlara yardım etmeye çalışan sosyal hizmetler görevlisi Melody Wilding, “Çıtayı bu kadar yüksek tutma isteği sanki DNA’mızda kodlanmış gibi” diyor. Wilding’in dediğine göre yapılacaklar listemizdeki bir maddeyi silmeyi başarmak, kontrolün bizde olduğunu hissetmemize yardımcı oluyor. Ancak elimizdeki liste o kadar dolu ki, sonuçta eksiksiz yapamayacağımız ya da tamamlayamayacağımız bazı şeyler de olacak. Bu olduğunda ise sıklıkla “zaten yeterince iyi değilim” düşüncesine gark oluyoruz.
Cooper’in dediğine göre ise heybemizi sürekli dolu tutma isteğimiz, çoğu zaman tükenmişlik hâli ile son buluyor. Bu durum sosyal hayatımızı da etkiliyor tabii. Ankete katılan kadınların yüzde 56’sı iş stresinin ilişkilerini ve sağlığını kötü yönde etkilediğini belirtmiş. Araştırmalar haftada 41-50 saat arası çalışan kadınların (ankete katılanların yüzde 42’si) kalp krizi, damar tıkanıklığı ve diyabet gibi hastalıklara yakalanma riskinin, aynı saat aralığında çalışan erkeklere oranla çok daha yüksek olduğunu söylüyor. Neden mi? Kariyer yükünü ve ev işlerini aynı koltukta taşımaya çalışmak yaşadığımız stresi arttırıyor. Stres de belirttiğimiz kronik hastalıkların her biriyle bağlantılı durumda.

KARMAŞAYLA BARIŞ
Karmaşayı kucaklamayı, yutulması zor bir hap gibi düşün. Ancak hayatındaki kaostan uzaklaşmak istiyorsan, bazı şeylerden vazgeçerek onu içimi kolay bir şuruba dönüştürebilirsin. Kısacası, her şeyi mükemmel yapma isteğinden vazgeçmelisin. Wildin, “Artık patronlarımız 7/24 ulaşılabilir olmamızı bekliyor. Ancak yine de sınırlarını belirleyebilirsin” diyor. Eğer gelen e-postalara gece yarısı yanıt vermek iş yerinde normal (ya da gerekli) görülen bir şeyse; e-postayı aldığını ama tüm geceni buna ayıramayacağını belirten (“Bunun hakkında düşüneceğim, sabah üzerine konuşuruz” gibi) bir e-posta gönder. Hatta sürekli iletişim hâlinde olabilme durumunu kendi yararına kullan: Patronuna haftada bir ya da iki gün evden çalışmanın faydalarından bahset.
Yardım istemekten çekinme. Wonder Woman bile Batman ve Robin’in arada sırada ona yardım etmesine izin veriyordu. Ankete katılan kadınlarınsa neredeyse çeyreği, her şeyi tek başına yapmaya çalışıyor. İşte bunu yapma. Dışarıdan daha sık yemek söyleyebilir, çocuklarını öğleden sonra kız kardeşine emanet edebilir ya da eşinden çamaşırları yıkamasını rica edebilirsin. Böylelikle kitap okuyacak ya da iş yerinde birkaç saat daha mesai yapacak vakti bulabilirsin.
Evet, az evvel fazla mesaiden bahsettik. Çünkü enerjini harcayacağın doğru ya da yanlış bir yer yok. “Hırs” korkulacak bir kelime değil. Hatta ankete katılan kadınların çoğu daha az çalışıp daha az para kazanmaktansa, daha çok çalışıp daha çok para kazanmayı tercih edeceklerini söylüyor. Ve bugün yaptığın tercihler, ömür boyu sadık kalman gereken sözler değil. Eğer bir sağlık sorunun varsa, bakıma muhtaç ebeveynlerinden birine bakman gerekiyorsa ya da sadece biraz geri çekilip kendini dinlemek istiyorsan da seçim yine senin elinde. Neticede yaşadığımız karmaşa sürekli biçim değiştiriyor.
Hayatında sabit bir şekilde yapman gereken tek şey ise kendine özen göstermek. Söz konusu başkaları değil de biz olunca, gereken özeni göstermede sıkıntı çektiğimiz ortada. Wilding, “Kendine özen göstermek denince herkesin aklına ilk olarak yoga yapmak ya da lüks bir SPA’ya gitmek gibi pahalı aktiviteler geliyor. Ancak sorumluluklarını daha eğlenceli hâle getirerek de kendine iyi davranabilirsin. Mesela bütçe planı yaparken bir taraftan mum yakarak Sia dinleyebilirsin. Mum masaya damlar diye mi endişeleniyorsun? Kimin umurunda! Unuttun mu? Karmaşayı kucaklıyoruz!

BENZER YAZILAR