Çöl maratoncusu: Sınırları zorlayan bir başarı hikayesi

Yıllar önce biri bana “çöl maratoncusu olacak ve ilkleri başaracaksın” dese inanmazdım. Lisede okurken bilgisayar başında elinde joystick’le futbol oynayan, 37 ekran televizyona bir karış mesafede oturan, tombul bir çocuk hayal edin. Annem “Hadi oğlum, biraz dışarı çık, bisiklete bin, hareket et” derdi. Sonraları ablam Ayşe, sabahları evimizin yakınındaki halı sahada koşmaya başladı. Annem de yalnız koşmasın diye beni zorla uyandırıyordu, ben de ona eşlik ediyordum. Hayatımın dönüm noktası tam da o yıl üniversiteyi kazanmam oldu ve rüzgâr başka bir yönden esmeye başladı. Her şeyin insanın kendisinde başlayıp, sınır tanımaz bir istekle devam edebileceğini henüz bilmiyordum tabii. Ama öğrenecektim.

Üniversiteye başladıktan sonra kampüs ortamından etkilenip, kendimi spor salonunda buldum. Buradaki hocam Ziya Suvar, beni koşarken görünce “Her gün saat 12.00’de kampüs çevresinde koşuyorum, sen de gel” dedi ve sportif yaşam düzenli bir hale geldi benim için. Yaz, kış, yağmur, çamur demeden koştuk, koştuk ve koştuk. 1981 yılı Avrasya Maratonu birincisi olan Süleyman Sılacı ile bu koşular sırasında tanıştım. Beraber antrenman yaparken dayanıklılığımın iyi olduğunu söylerdi. Yine aynı dönemde tanıştığım Tuncer Hoca “İstanbul’da maraton koşma vaktin geldi, beraber koşuyoruz” demez mi! Sorgusuz sualsiz kabul ettim. Tuncer Hoca maraton günü Bursa’dan gelemedi ve kendimi koşuda yalnız buldum. 2000’li yıllarda henüz uzun mesafe koşmamışken 42,195 km uzunluğundaki maratona kalkışmak cesaret işiydi. Maratonun ikinci yarısında karşılaştığım biri, o hızla gidersek 3 saat 30 dk. altında bitirebileceğimizi söyledi. Bitiş çizgisini göğüslediğimizde kolumdaki saat 3 saat 29 dakikayı gösteriyordu.

kosmak

Üniversitede Prof. Dr. Tayfun Çarlı ile devam eden antrenmanlarımız, yine İstanbul’da bir maratonla sonlandı. Bu son aslında yeni bir maceranın başlangıcıydı. Tayfun Hoca dört saatin üzerinde maratonu bitirdikten sonra, “Ben maratonu, maratonun doğduğu yer olan Atina’da koşacağım” diyerek hedefini belirledi. Ben de kendimi ekipte buldum ve bir sene boyunca 2004 yılındaki Atina Klasik Maratonu için hazırlandık. Binlerce koşucuyla birlikte maratona ismini veren Maratonas kasabasında yarışa başladık. Heyecan doruktaydı, koşarken defalarca bağcıklarım çözüldü (neyse ki hiç düşmedim). İlk 30 km genelde tırmanış ağırlıklıydı ve organizasyon şahaneydi. Son kilometrelerde hızımızı alamayıp, alkışlar eşliğinde (3 saat 10 dakikada) 1896 yılında ilk Olimpiyat’ın düzenlendiği Panathinaiko Stadyumu’na girişimizi ve ipi göğüsleyişimizi unutamam. Çünkü İstanbul dışındaki ilk önemli tecrübemdi.

Üniversite bitince özel bir bankada işe başladım ve atletizme kurumsal etkinlikler kapsamında devam ettim. Katıldığım (daha doğrusu katılamadığım) ilk turnuva, bana isteyince neler başarabileceğimi gösteren çok önemli bir deneyim oldu. Turnuvanın tarihini yanlış anlamış, stadyuma bir gün gecikmeli gitmiştim. Hazır bir şekilde yarışı beklerken, meraklı gözlerden birinin açıklaması ile yıkıldım. O an karar verdim; bir sene sonra farklı bir şekilde gelecektim. İş çıkışı birkaç otobüs değiştirip piste giderek, daha sıkı bir antrenman programı takip ettim. Günler hızlı ilerledi ve yarış zamanı geldi çattı. Erkenden başlangıç çizgisinde yerimi aldım ve 10 km koştum. Sabrımın ve azmimin sonu birincilik kürsüsü ile taçlandı. Pistte, parkurda herkes çalıştıkları ile vardır ve çalıştığınızın sonucunu alırsınız.

BENZER YAZILAR