Koşmak İçin Yaratıldınız

İnsanoğlu avcılık yapmaya basladığından beri durmadan kosuyor. Ruhu, bedeni ve zihni birlestirerek dört dörtlük bir insan yaratan bu sporu yapmak icin daha ne bekliyorsunuz?

1

Louis Liebenberg, Kalahari Çölü’nde yerlilerle beraber avlanırken yanındaki tek silah el yapımı ok ve yaydı. Yerliler, Afrika ceylanlarını avlamaya çalışırken sürüden bir ceylanın ayrılmasıyla beraber adrenalin dozu yüksek macera da başladı.

Ceylanın Kalahari Çölü’nde tozu dumana katmasıyla avcıların görevi daha da zorlaştı. Artık önemli olan tek şey ceylana yetişebilmek değil, etraf duman altındayken ayak izlerini de gözden kaçırmamaktı. O zamanlar henüz 30’larında olan Liebenberg bu tür uzun mesafe koşularına hazır değildi gerçi. Üstelik ayaklarında da ağır botlar bulunuyordu. Botlar zehirli yılanlara karşı mükemmel koruma sağlarken, zorlu koşular için pek uygun sayılmazdı.

Hızlı koşuyu gerektiren avlarda, avcılara düşen iki görev vardır. Güneşin en yakıcı olduğu zaman diliminde hiç durmadan koşmak ve avlarına akasya ağaçlarının gölgesinde dinlenmelerine izin vermemek. Kalahari Avcıları bu ölümcül kovalamacada, oyunu kendi lehlerine çevirmeyi iyi bilir. İnsanlar, antiloplarda olmayan bir sisteme sahiptir. Biz terleriz ve ısı kaybederiz. Böylece doğru koşullarda insanlar en hızlı antilobu bile yenebilir.

Ancak Liebenberg 16-17 kilometre koştuktan sonra vücudu o kadar ısınmıştı ki hedefe tam ulaşacakken vücudu susuz kaldığından terlemeyi de bırakmıştı. Etrafındaki tek su kaynağı ise ceylanın karnındaki su birikintisiydi. Liebenberg bir an için onu içmeyi düşünse de arkadaşlarının uyarısı onu son anda engelledi. Suyun insan hayatını tehlikeye atmasının sebebi hayvanın zehirli otlarla beslenmesiydi. Avcılardan birinin kampa dönüp su getirmesiyle beraber Liebenberg kendine geldi. Ancak o günden geriye aklında iki şey kaldı. Yanında biri olmasaydı dehidrasyondan (su kaybı) ölebilirdi. Öteki ise tüm zamanların en merak edilen sorusuna verilen cevabı bire bir yaşamasıydı.

Neden dünyada tonlarca insan koşu ayakkabılarına ve yaptıkları kilometreleri hesaplamakla takıntılılar? Hatta koşmak o kadar popüler ki televizyonlarda çeşitli devlet başkanlarını jogging yaparken bile görebiliyoruz. Kimi zaman koşucular haber bültenlerine konuk oluyor. Gerçi bu gibi zamanlarda “Koşarken can verdi” başlıkları da haberlere eşlik etmiyor değil. Madem öyle şu soruya yanıt bulmak boynumuzun borcu: İnsanları koşmaya iten şey ne?

Yapılan araştırmalar açıkça gösteriyor ki, koşmak insanın doğasında yer alan bir çeşit tutku. Bir grup doktor, biyolog ve antropoloğun yaptığı araştırmaya göre eskiden insanın hayatta kalması için koşması şarttı. Almanya’da spor araştırmaları yapan Prof. Dr. Bernd Heinrich’e göre koşmak insanın içinden gelen bir dürtü. Prof. Dr. Heinrich “Belki de antilopları yenme isteğiyle alakalı. Kurt köpeği karşısında oturan süs köpeği durumuna düşmek istemeyiz. Zaten biyolojik yapımıza bakacak olursak kurt köpekleri gibiyizdir” diyor.

Prof. Dr. Daniel Lieberman ve Utah Üniversitesi’nden biyolog arkadaşı Dr. Dennis Bramble’ın yapmış olduğu araştırmalar da sadece koşma dürtüsünün değil insanın koşabilme yetisinin nereden geldiğini ışık tutuyor. Örneğin domuzlarda kafatası ve boynun rahat bir şekilde esneyebilmesi için gereken bağlar yok. Koşu bandı üzerinde gerçekleşen deneylere göre, domuzlar kafalarını havada tutamadıkları için koşmaya yatkın değiller.

 

Öte yandan koşarken kafanın bir öne bir arkaya eğilmesini engelleyen bu bağların köpeklerde olması sonucunda onlar koşarken kafalarını dimdik tutabiliyor. Bu da onları mükemmel koşucu yapmaya yetiyor. İnsan anatomisine en yakın olan şempanzelerde bu bağların olmaması şaşırtıcı. Prof. Dr. Lieberman ve Dr. Bramble’a göre belki de bizleri en yakın akrabamızdan ayıran özelliklerden biri bu yan bağlar.

Prof. Dr. Lieberman’ın yapmış olduğu bu araştırmalardan yaklaşık 20 yıl sonra kendimi koşu bandındaki domuz gibi hissediyordum. Kalçam, göğsüm, boynum ve alnımda jiroskop ve hızölçerler takılı. Hareketlerimin yönünün ve hızının hesaplanması için denek durumundayım. Giymiş olduğum özel ayakkabılar topuk vuruşlarımı ve ayak hareketlerimi kaydediyor. Prof. Dr. Lieberman koşu bandını çalıştırdığında karşıma sarı bir kağıt parçası yapıştırdı. Yakalamaya çalıştığım antilop olarak kağıdı düşünmemi istedi. Saatte 10 kilometre hız yaparken bir an için sarı bir not kağıdı değil avlamam gereken bir şey görüyordum…

Hiçbir zaman avcı olmasam da, gazeteci kimliğim nedeniyle birçok av gezisine katılıp ‘o anlar’la karşılaşmışlığım vardır. İrlanda’da tilki avı sırasında, avcılar çamurlu alanlarda atlarının nallarıyla yeri göğü inletiyordu örneğin. Av köpekleri ve kuşlar da avcıların tilkileri bulmasına yardım ediyordu. Köpeklerden biri tilkinin yerini tespit etti. Tilki anında ormandan tepeye doğru kaçmaya başladı. Tüm olayı takip etmek için bir tümsekten diğerine doğru zıplarken kendimi dokuz yaşındaki bir çocuk gibi hissetmiştim. Bir diğer avda, bizden kaçan tilkinin bir anda av köpeklerine yem olduğuna tanıklık etmiştim. Sanırım tam da bu durumda üzülmem gerekiyordu. Bu an karşısında hayretlere düşmüştüm. belki de beni bu kadar fazla etkileyen ölüm ve yaşam arasındaki denge ve elbette dürtülerin bir anda harekete geçişiydi.

Birkaç kilometre koşan kişi bile, bunun insanı ne kadar iyi hissettirdiğini anlayabilir. Yapılan araştırmalar da insanın dayanıklılık egzersizlerine ne kadar yatkın olduğunu kanıtlar nitelikte. Yapılan düzenli antrenmanlar kalbin sol karıncığının yüzde 20 daha verimli çalışmasını sağlıyor. Odacıkların duvarlarının daha da kalınlaşmasına neden oluyor. Sonuç olarak kan kalbe daha çabuk doluyor. Vücuda daha çabuk pompalanıyor. Buna ek olarak koroner damarlar da vücudun oksijen ihtiyacına daha çabuk yanıt verebiliyor. Ancak şunu unutmamalı. Dayanıklılık egzersizleri, insanın ömrünü uzatmıyor. Tam da yaşamını devam ettirebilmesi için gerektiği şekilde çalışmasını sağlıyor.

İskelet kaslarında artan kan basıncı nedeniyle yeni kılcal damarlar oluşturulur. Hücrelerdeki mitokondriyal yapılar bazı antioksidan maddelerin oluşumunu artırır. Enerjinin daha verimli harcanmasına katkı sağlar. Bu gibi değişimler vücudun bir dakikada harcadığı oksijen tüketimini yüzde 10-20 seviyesinde artırır.

3

 

TEMELİNİZİ SAĞLAM ATIN
Güçlü ayaklar ve dayanıklı kaslar sizleri uzun koşulara hazırlayabilir. Kansas Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Michael Smith’e göre aşağıdaki iki egzersiz denge sorunu nedeniyle ortaya çıkan yaralanmaları engeller.

Parmak kıvırma
Ayak parmak uçlarınızı yerde olan bir golf topunu ya da havluyu kavramak için kullanın. Tabanlarınız ağrıyana kadar devam edin. Ofisinizde ya da televizyon izlerken yapabilirsiniz.

Alfabe dengesi
Tek ayağınız havada olacak şekilde ayakta durun. Ayağınızı yaklaşık 30 cm havada tutun, ayağınızla büyük harflerle alfabeyi yazmaya çalışın.

YÜRÜYEREK HIZ KAZANIN
Koşmuş olduğunuz her bir kilometre sonrasında 30 saniye ile iki dakika arası yürümeye devam edin. Bu, kaslarınızın yorulmasını engeller.

AĞIRLIK ÇALIŞIN
Connecticut Üniversitesi’nden Dr. William Kramer’e göre ağırlık kaldırmak tendonları ve kasları güçlendirir. Haftada iki ya da üç setlik 60-90 dakikalık ağırlık çalışmaları vücudu sağlıklı koşulara hazırlar.

KENDİNİZİ TANIYIN
Des Moines Üniversitesi’nden Dr. Roy Lidtke’ye göre koşmanın zararlarını en az indirmenin başında yürüme şeklinizi analiz ettirmeniz gerekiyor.

Önceleri buzdolabından bira alırken bile yorulan erkeklerin VO2max’ında (maksimum oksijen tüketimi) bile artış görülür. Süs köpekleri de artık birer kurda dönüşmüştür.

İşin daha ilginci, insan beyninin dayanıklılık egzersizlerine programlanmış gibi olması. Koşunun sonlarına doğru kişinin oldukça mutlu ve zinde olması, salgılanan endorfin enzimleriyle açıklanabilir. Koşu sonrası konulan ödüller de bu duyguyu ikiye katlayabilir. Yapılan araştırmalara göre bu tür egzersizler hafıza, ruh hali ve öğrenme yetilerinin beyinde bulunduğu hipokampüste yer alan 33 farklı geni etkiliyor. Bunlar dışında beynin hücreleri de yenileniyor. Var olan hücrelerle daha sağlıklı bağlar kurup enerji artıran kan hücrelerinin yenilenmesine katkı sağlıyor.

Düzenli egzersiz yapan insanlar daha fazla koşup, daha doğru düşünüp, iyi avlanıp, güzel yemek yiyebiliyor. Alzheimer gibi hastalıkların başlangıcını geciktirip nörolojik bazı diğer hastalıkların meydana çıkmasına da ket vuruyor. İnsana en büyük katkısı ise modern çağın en büyük düşmanı olan depresyonu kişiden uzak tutması. Beden zinde oldukça ruh da zinde kalabiliyor.

Prof. Dr. Lieberman ve Dr. Bramble’a göre kalçalarımızın kaslı olmasının, tüysüz vücuda sahip olup, ter döküp ayakta durmamızın nedenlerinden biri de koşabilme yetimiz. Hatta büyük kalçalar yürürken değil, ancak koşarken insanın ayakta durmasını bile sağlar. Prof. Dr. Lieberman “İnsan bacakları koşabilmemiz için gelişmiştir. Üstelik sadece uzunluk bakımından değil tendonlar açısından da böyledir. Şempanzelerin aksine insan bacağı tendonlarla doludur. Koşarken bize enerji veren de zaten bu tendonlardır” diyor.

Dayanıklılık koşuları hipotezi bilim dünyasının yakından tanıdığı bir yaklaşım. Güney Afrikalı fizikçi Dr. Timothy Noakes, koşucuların kutsal kitabı sayılabilecek “The Lore of Running”de insan vücudunun geçirdiği evrimin ölümcül tehlikeler saçtığını da belirtiyor. Bazı atletler maratona çıkmadan önce fazla su içme hatasına düşüp koşu esnasında sürekli terliyorlar. Bu da kandaki sodyumun ölümcül seviyeye çıkmasına sebep oluyor. Bu yüzden birçok atletin hayatını kaybettiğini biliyoruz.

Cape Town Üniversitesi Egzersiz ve Spor Bilimleri Bölümü Başkanı Dr. Timothy Noakes’a göre insan vücudu koşmaya çıkmadan önce çok fazla su tüketmeye yönelik programlanmadı. “Eğer vücut buna ihtiyaç duysaydı, koşarken her beş dakikada bir durup su içmemiz gerekirdi. Bu da bizden kaçan avları yakalayamamamız anlamına gelir” diyor. Modern koşucuların asıl bilmesi gereken şey, susuzluğu giderecek kadar su içmenin kafi olduğu. İnsanlar susuz kalabilirler. Bu zaten bizim yapımızda olan bir şey. Dolayısıyla en iyi koşucular bunu bilir. Bu yüzden de en uzağa koşabilenler daima en az sıvı tüketenler olur. Ancak Wisconsin Üniversitesi’nden antropologlar Dr. Travis Pickering ve Dr. Henry Bunn farklı düşünüyor. İlk insanlar ve modern koşucular arasındaki farkın altını çiziyorlar. Normal insanların sürek avına katılanlar gibi gelişmemesi sebebiyle bu fikre karşı çıkıyorlar.

Prof. Dr. Lieberman’a göre 250 bin yıl öncesinde ilk insanlar yaşarken yakaladıkları eti pişirmeleri gereken ateş yoktu. 20 bin yıl öncesine kadar ok ve yaya sahip değillerdi. Ancak biliyoruz ki insanlar iki milyon yıldır avlanıyor. İlk insanların sahip olduğu en iyi silah, sivri uçlu tahta sopalardı. Tahta sopalarla bir hayvanı öldürmek şimdi size şaka gibi gelir. Avcının hayvana inanılmaz yakın olması gerekiyordu. Bu inanılmaz tehlikeliydi. Malum, boynuzlanabilir, ölebilirsiniz.

Peki ya alternatif bir yol yok mu? En kolayı avınızı 5-10 dakika koşturursunuz. Sonunda hayvan yorulur ve yavaşlar. İsterseniz ağaç yaprağıyla bile onu yenebilirsiniz. İşte bu kadar basit. İnsanlar mesafe koşuları için gelişmişse, o halde hepimiz maratonlara mı katılmalıyız? Merak etmeyin, çok hevesli koşucular bile bunu pek düşünmüyor. Vermont Üniversitesi’nden Dr. Walter DeNino, bir gün ortaokulda kapasitesinin çok üstünde koşunca sonunda bileğini ve dizlerini zedeleyip bir süre koltuk değneklerine ihtiyaç duymuş. Ona göre herkes uzun mesafe koşuları için yaratılmamıştır. Ya da en azından bunu bir takıntı haline getirip daha fazlası için kendimizi zorlamamalıyız.

Tabii sonraki yıllarda Dr. DeNino triatlona katılacak forma kavuştu. Bir antrenörlük okulu kurup doğru, beslenme tavsiyeleri veren bir internet sitesi açtı. Sitenin amaçlarından biri, gün boyu televizyon karşısında yemek yemekten başka bir şey yapmayan insanları yeniden hayata döndürmekti. Ona göre triatlon, maratondan çok daha yeni bir spor olmasına rağmen değişik beden tiplerine açık.

Doğanın kanunu da bu. İnsanlar sadece koşmak için değil, hayatta kalabilmek için de ava çıkıyor. Sonralarda tarımın gelişmesiyle insan vücudu da değişmeye başladı. Bazıları koşmak için ideal vücut ölçülerine, bazıları da dünyayı yerinden oynatabilecek güce sahip. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki atalarımızın hayat biçimi genlerimize etki ederek bazı insanları uzun mesafe koşularına yatkın kılmıştır. Ben o gün Prof. Dr. Lieberman’ın laboratuvarında koşu bandı üzerindeyken karşımda duran sarı not kağıtlarını unutup gerçekten antilop kovaladığımı hayal ettim. Hatta bir an için atalarımın Afrika topraklarında çıkmış oldukları avları düşünüp kendimi bu sıkıcı dünyadan uzaklaştırıp kutsal bir yerde buldum.

Sonraları, Dr. Heinrich bana böyle bir duyguyu Zimbabwe’de bulunan Matabo Ulusal Park’ında çalışırken hissettiğinden bahsetti. Bir av sahnesini betimleyen kayaya baktığı anda kendini resimdeki insanlardan biriymiş gibi hissetmişti. Üstelik kazandığı ilk maratondaki zafer gösterisinin avını yakalayabilen avcıyla aynı şekilde olması da bu duyguyu perçinlemişti. Dr. Heinrich’e göre hiçbir şey maratondan daha derin, vahşi, ilkel, hassas ve gerçek üstü olamazdı.

BEYİN 
Adaptasyon
Hipokampüs stimülasyonu

Sonuç
Koşmak hipokampüste yer alan birçok genin çalışmasına yarar. Ayrıca beyin hücrelerini yeniler.

KAFA 
Adaptasyon
Düz koşu

Sonuç
Maymunlardan daha şanslı olduğumuz kesin. Hareket halindeyken kafamızı dengede tutabiliriz.

BOYUN
Adaptasyon
Boyun bağları

Sonuç
Bu bağlar kafanızın siz koşarken istemsizce sallanmasını engeller. Bu özellik köpek gibi diğer memelilerde de bulunur. Domuzlarda yoktur.

SOLUNUM SİSTEMİ
Adaptasyon
Ağızdan nefes almak

Sonuç
Sıcaklığı vücuttan çıkartırken daha az kas gücüyle daha fazla nefes almaya yol açar.

DERİ
Adaptasyon
Ter bezleri ve daha az tüy

Sonuç
Diğer kıllı memelilere göre çok daha fazla ter dökeriz.

OMUZLAR
Adaptasyon
Geniş omuzlar

Sonuç
Kollarımızın oynamasını sağlayıp vücudu dengede tutar. İnsanı maymun gibi kafası ve gövdesi ayrı ayrı hareket ederken gördünüz mü hiç?

KALÇALAR
Adaptasyon
Daha kuvvetli kaslar

Sonuç
Güçlü kaslara sahip olmanın faydaları sadece vücudunuzu ileriye doğru itmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda vücudunu da forma soktuğundan kız arkadaşınız da güçlü kalça kaslarınıza bakmaktan kendini alamayacak. Sonuç olarak ne kadar formda olursanız o işte o kadar iyisiniz demektir.

 

 

 

BENZER YAZILAR