Koşu Bandında Koşmak Neden Ölümüne Sıkıcı Geliyor?

KOSMAK

Pleistosen dönemindeki koşuyla şimdiki koşu arasındaki ikinci fark ise hedeflerle ilgilidir. Geçmişte amaç belli olup hemen
elde edilirdi. Yemek için bir hayvan öldürmek. “Beş kilo etle döndüm tatlım. Hemen ateşi yak. Ateşin 450 dereceye erişmesini
beklerken de biraz eğlenelim.” Gülmeyin, olması gereken budur. Nasıl koşacağını ve avlanacağını bilip, boş zamanlarını eşiyle
geçirmeyi tercih eden iyi avcıların soyundan geliyorsunuz.

Aslında Pleistosen dönemi basit ve ölçülebilir sonuçlarla doludur: Yiyecek bulmak, hava kararmadan eve dönmek ve yırtıcılardan uzak durmak. Bugün spor salonlarındaki nedenlerimiz çok daha soyut ve derhal sonuç vermekten uzak. Kilo vermek, fitness ya da bir maraton için hazırlanmak. Bu yaptıklarınızın o gün içinde  sonucunu görmeniz imkânsızdır.

Endorfin artışı ve yaptığımız şeyin sağlıklı bir şey olduğu bilgisinden istifade edebiliriz ama bunlar, yiyecek bulma ya da hayatta kalma seviyesinde hedefler değil. Üstelik gözle görülür sonuçları da ancak aylar sonra gözlemleyebiliyoruz. Koşu bandında koşan birini sıkıldığı için kim suçlayabilir? Mağara adamı atanızın kıllı bir mamutu devirmek için girdiği onca zahmetin ardından, onu yemek için dört ay beklediğini mi zannediyorsunuz? Yetmezmiş gibi, bizi derhal bir şeyler elde etmeye yönlendiren bir toplumda yaşıyoruz. Elde edemediğimizde de sonuç can sıkıntısı oluyor.

İyi haber şu ki, buna mahkum değilsiniz. Canınızı kurtarmak için koşmuyor olsanız da, koşu bandında koşmanın can sıkıcı
olması gerekmiyor. İşin sırrı farkındalıkta yatıyor.

Geçmişte hominidlerin iç gözlemle fazla zaman harcadıklarını zannetmiyorum. Ama mağara adamları da sürekli takip etme ya da edilme konumunda olduklarından, zorunluluktan ötürü sürekli temkinliydiler. Hayatta kalabilmek için en basitinden koşu hızı, tempo ve dayanıklılığa dikkat etmek zorundaydılar. Ölmemek veya sakatlanmamak için vücutlarını dinlemeleri gerekiyordu.

Günümüzde buna mecbur değiliz. O yüzden de yapmıyoruz. Kendimizi duymazdan gelip dikkatimizi dağıtacak şeyler aradığımız tek yer spor salonu değil. Yemek yerken bile aynı masada olduğumuz kişilerle konuşmak yerine mesaj atıyoruz. O yüzden koşu bandında sıkılmamıza şaşmamak gerek.

Çoğumuz artık içimizde olup biten nice şeyin farkında değiliz. Bu dâhili dünya, koşu bandındaki can sıkıntısının doğal panzehridir. Ama bundan faydalanabilmek için kendimize yönelmemiz gerekir.

Bir dahaki sefer koşu bandına çıktığınızda farkında olun. Vücudunuza kulak verin. Her adımın nasıl bir his verdiğini anlamaya çalışın. Kolunuzun duruş şekli omzunuza baskı yapıyor mu? Nefesinizin derin mi, değil mi?

Başta zor gelirse şevkiniz kırılmasın. Yeni öğrenilen her şeyde olduğu gibi, farkındalık edinmek de zaman ister. Ama buna değeceğini bilin. Farkındalığın stresi azaltmanın ötesinde, sağlığa olan faydalarını derhal görebilirsiniz. Kendinize bir iyilik yapmış olursunuz ve sinir sisteminiz hayatımızın bir bölümünü işgal eden ışık ve seslerden uzaklaşıp rahat bir nefes alır.

Koşu bandında belki hiçbir zaman tekerinde dönen fare kadar mutlu olamayacaksınız ama zamanla ona yaklaşacağınızdan
emin olun. Duyularınız size hiçbir yere varmadığınızı ve olduğunuz yerde devinip durduğunuzu söylüyor olsa bile. Gözlerinize
değil zihninize inanın.

BENZER YAZILAR