Kötü Beslenmeyi Nasıl Telafi Edersin?

Egzersiz, sınırsız yeme özgürlüğü verir mi? Emin misiniz? Yanıt burada.

Haftanın birkaç günü fast food restoranlarında yemek yiyor, alışveriş sepetinizi düzenli olarak kurabiye, paketli tatlılar, dondurma, cips ve hazır soslarla dolduruyorsunuz. Ama hâlâ zayıfsınız. Çünkü çok koşuyor bu yüzden kilo almıyorsunuz. Yani her şey yolunda, öyle mi? Üzgünüz ama değil. Elinizdeki çikolatalı keki kenara koyun ve söyleyeceklerimizi can kulağıyla dinleyin.

Bellarmine Üniversitesi’nde egzersiz bilimi bölüm başkanı Dr. Sara Mahoney, “Koşucular, düşük diyabet ve kalp hastalıkları oranlarıyla nüfusun geneline kıyasla sağlıklı olmaya çok daha meyilli olsalar da bu durum genellikle düzenli koşudan ziyade sağlıklı beslemeyle ilişkilidir” diyor. Çünkü koşucular vücutlarına sadece egzersizle değil, dengeli beslenme ve dinlenmeyle de iyi bakarlar.

Ancak hepsi değil. Bir kısım koşucu hayatlarını tatlı ve hamburgerle idame ettirir. Koşu, kısa vadede bu tip bir yaşam tarzının negatif etkilerini tolere edebilir. Ama yıllar geçtikçe egzersiz bu koruyucu gücünü kaybeder.

Uzunca süredir Boston Maratonu direktörlüğü yapan Dave McGillivray (63) bunu yaşayarak öğrendi. 1973’ten beri her yıl Boston Maratonu rotasını koşan McGillivray, en parlak yıllarında haftada 145 km ila 190 km kat ediyordu. Şimdi ise her yıl doğum gününde yaşı kadar mil koşuyor.

Dört yıl önce, McGillivray, antrenmanlarına başlarken nefes darlığı çekmeye başladı. Yapılan anjiyo korkunç gerçeği ortaya çıkardı: Ciddi bir koroner atardamar hastalığına sahipti. Doktorunu dinleyen McGillivray’in cevabı ise, “Bir dakika. Ben hayatım boyunca koştum. Sekiz Ironman Triatlon ve 140 maraton tamamladım. Tüm ABD’yi koştum ben. Damarlarım nasıl tıkanmış olabilir” oldu.

McGillivray’in kronik kalp hastalıklarına dair aile geçmişi vardı ve hayatının büyük kısmını bir ergen gibi beslenerek geçirmişti: “Bir koşucu olarak metabolizmamı sürekli yanan bir şömine gibi düşündüğümden içine ne atsam yanacağını varsaydım. Bu bakış açısıyla istediğim her şeyi yedim.

Bu tutum koşucular arasında görülmedik bir şey değil. Runner’s World’ün Twitter üzerinden yaptığı ankete cevap veren takipçilerin yarısı, koştukları ve kilo almadıkları için istedikleri her şeyi yediklerini söyledi. Bu rakamlar ultra maraton koşucularının katıldığı başka bir güncel anketin sonuçlarıyla da paralellik gösteriyor: American College of Sports Medicine’in beslenme tavsiyelerinden haberdar olsalar bile, katılımcıların yüzde 62’si bu tavsiyelere uymadığını belirtiyor.

Tartıda gördüğünüz sayıların sağlıklı olması, sağlıksız beslenme düzeninin bedeninizde hasar yaratmadığı anla­mına gelmiyor. McGillivray’in doktoru, Massachusetts General Hospital Heart Center’da Kardiyovasküler Performans Programı direktörü ve Harvard Medical School’da asistan profesör olarak görev alan Dr. Aaron Baggish, “50’lerinde ve 60’larında, hayatları boyunca sağlık açısından her şeyi doğru yaptığını dü­şünen ama kalp hastalığına yakalanmış birçok koşucuyla tanıştım. Fakat onlara beslenme düzenleri hakkında soru sor­duğumda şaşırtıcı şeyler duyuyorum” diyor.

Baggish, “Sporcular için beslenme sağlığın en önemli bileşeni olmakla birlikte, klinik araştırmaların eksikliği bu konunun aynı zamanda en az anlaşı­lanlardan biri olduğunu da gösteriyor” diyor. Buna örnek olarak, basit şeker­lerin dayanıklılık sporcuları arasında sadece koşucular tarafından yapılan en yaygın sağlık ihlâli olmasını gösteriyor.

Beyaz ekmek, beyaz makarna, pirinç ve rafine şeker bunların başında geliyor. Baggish bu durumu şöyle açıklıyor: “Bu besinlerden büyük miktarlarda yiyorsu­nuz, vücudunuz bunları zararlı moleküllere, zararlı yağ tiplerine ve oksidatif şeker türlerine dönüştürüyor. Bunlar da kalp damarları üzerinde büyük hasara yol açıyor.

Koşucular hâlâ egzersizin -özellikle yüksek yoğunluklu olanların- abur cu­bur alışkanlığının yarattığı hasarı nasıl silebileceğine dair karmaşık mesajlar alıyorlar. Québec à Montréal Üniversitesi egzersiz bilimi bölümünden araştırmacı Dr. Christian Duval’in yürüttüğü güncel bir araştırma, bunun tipik bir örneğini sunuyor: Duval, 18 ile 30 yaş arası küçük bir erkek grubunu iki hafta boyunca her öğünde kahvaltılık sandviç, hamburger, kızarmış patates ve gazlı içeceklerle besledi. Katılımcılar asla sebze tüketme­di, buna karşılık aşırı miktarda doymuş yağ, şeker – ki bu yağdan da kötü – ve işlenmiş gıdalarda bulunan kimyasal madde tükettiler. Ancak programa ek­lenen interval antrenmanlarla Duval’in denekleri kilo almadı. Dahası, katılımcı­ların yağ birikimi ve enflamatuvar geli­şimleri -kalp hastalıkları ve diğer kronik rahatsızlıkların kaynağı- test edildiğin­de, bu diyetin herhangi bir etkisi olduğu gözlemlenmedi.

Ancak geniş yankı bulan bu çalışma sadece haftalara dayanıyor, yıllara değil. Kötü beslenme alışkanlığının yarattığı hasarın kendini göstermesi çok daha uzun zaman alabilir. Baggish, damar tıkanıklığını buna örnek olarak gösteri­yor: “Bu gençlikte başlayan bir süreç ve zaman geçtikçe gelişim gösteren bir du­rum. Bu hastalık kendini ciddi bir sorun olarak göstermeden önce semptomlarını hissetmiyorsunuz.

Sözün özü: Kötü beslenmenin etkilerini hafifletemezsiniz. Baggish’in de söylediği gibi, deli gibi egzersiz de yapsanız, yaptığınız diğer şeyler sağlıksızsa kötü beslenme alışkanlığı peşinizi bırakmaz.

Derleyen: Derya Kuş Yavuz

BENZER YAZILAR