MEME MUAYENESİNDEN KAÇMAK KURTULUŞ DEĞİL!

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berksoy Şahin, metastatik yani ileri evre meme kanserinin yeni keşfedilen tedavi yöntemleri sayesinde artık kontrol altına alınabildiğini ve hastaların yaşam süresinin uzatılarak daha kaliteli bir hayat sürmesinin mümkün olduğunu belirtti.

Kanserli hücrelerin kaynaklandığı dokudan veya organdan çıkıp diğer doku ve organlara dağılıp yayılmasına metastaz, bu evredeki kanserlere ise metastatik kanser deniyor. Metastatik evreye ulaşmış meme kanserlerinin tamamen iyileşme şansı çok düşük olsa da hastaların yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini artırmak mümkün. Metastatik meme kanseri hastalarına umut olabilecek yeni gelişmeler olduğunu vurgulayan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berksoy Şahin meme kanserinin görülme oranları hakkında şunları söyledi: “Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre meme kanseri, kadınlarda en yaygın görülen kanser türü ve her 100.000 kadının 46’sı meme kanserine yakalanıyor. Meme kanseri Türkiye’de, dünyada, Avrupa topluluğunda ve Amerika’da kadınlar arasında en sık görülen kanser.”

Yeni tedaviler hastaların yaşam kalitesini yükseltiyor
Metastatik meme kanseri tedavisinde amacın yaşam süresini uzatmak yanında, hastaların şikayetlerini hafifletmek olduğunu belirten Prof. Dr. Berksoy Şahin şöyle devam etti: “Erken evre meme kanseri hastalarının hastalıktan tamamen kurtulma şansı vardır. O yüzden gerektiğinde yaşam kalitesinin bozulması pahasına, risk faktörleri de dikkate alınarak daha yoğun tedaviler uygulanabilir. Çünkü bu tedavilerin yan etkisi de olsa, tedavi sonrası kazanım daha fazladır. Ancak metastatik evredeki bir hastada bu tedaviler yaşam süresinde çok ciddi bir uzama sağlamıyorsa, asıl odak noktası verilen ilaçların hastanın yaşam kalitesini bozmaması olur. Bu nedenle erken evrede daha fazla yan etkisi olabilecek ilaçlar kabul edilebilirken; ileri evrede daha az yan etkisi olan, yaşam kalitesini daha az bozan ilaçlar tercih edilir. Tedavide kullanılan ilaçların yaşam kalitesini artırma düzeyleri farklıdır ancak özellikle yeni nesil hormonal ve/veya biyolojik ajanlar, kemoterapiye göre daha hafif yan etkiler yaratmaktadır. Örneğin hormon reseptörü pozitif yani hormonal tedavilere yanıt veren meme kanserlerine yönelik hücre bölünmesini hedefleyen bazı yeni tedavi ajanları keşfedildi ve bunlar çok ciddi ümit veren ilaçlar. Ayrıca epidermal büyüme faktörü reseptörü pozitif olan, yani kısaca HER2 pozitif dediğimiz meme kanseri türlerinin tedavisinde de keşfedilen yeni ilaçlar var. Bu yeni ajanlar meme kanserinin metastatik evrede olmasına rağmen hastaların yaşam süresini uzatarak yaşam kalitesini artırıyor ve meme kanseri tedavisine çok büyük katkılarda bulunuyor.”

Hasta ve hekim arasındaki güven ilişkisi çok önemli
Hekim hasta ilişkisinde en önemli noktanın, hastanın hekimine güvenmesi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Berksoy Şahin şunları söyledi: “Hekim de bu güvene layık olmak için, hastasına doğruya en yakın bilgiyi aktarmalıdır. Burada bilinçli olarak “doğruya en yakın” diyorum çünkü hastalara doğruyu aktarmaktaki amacımız onların kafasındaki belirsizliği kaldırmaktır. İnsanlar için en önemli gerginlik kaynağı belirsizliktir. Dolayısıyla biz hastaya anlayacağı dilde doğruya en yakın şekilde bilgi aktarmalıyız. Bu bilgi sonrasında hasta durumu anlamalı ve olaylar geliştikçe de hekime güveni artmalıdır. Tabii ki bu ilişkide etik kurallar mutlaka işlemelidir. Hekimin hastasını bir müşteri gibi görmesi hiçbir zaman doğru değildir. Hasta yakınlarının da mutlaka hekime güvenmesi, hasta yönetiminde hekimle işbirliği içinde olması, bazı kararlarda sorumluluğu paylaşması ve hastanın tedaviye uyum sağlamasına yardımcı olması gerekir. Ancak hasta yakınları hiçbir zaman bir hekimin hasta yönetim şekline müdahale etmemelidir. Hekimin de aynı hasta gibi hasta yakınlarını hastalık, gidişatı, tedaviler ve tedavilerin sonuçları konusunda bilgilendirmesi gerekir. Hasta yakınları sosyal ve psikolojik açıdan ve gerektiğinde de fiziksel olarak hastaya destek vermelidir.”

Metastatik meme kanserinin her türü ayrı bir tedavi gerektirir
Prof. Dr. Berksoy Şahin halk arasında sıkça rastlanan, “kanserin erkek mi dişi mi” olduğu sorusunu da açığa kavuşturdu: “Meme kanserinin erkeği veya dişisi yoktur, ancak farklı davranış, gidişat ve tedavisi olan şu an için dört farklı meme kanseri türü vardır. Bu farklılığın nedeni de kanser hücrelerindeki hormonları veya büyüme talimatlarını algılayan ve reseptör denilen duyarga sisteminin varlığıdır. Örneğin hormon reseptörleri barındıran kanser hücrelerinden kaynaklanan ilk iki kanser türüne hormon reseptör pozitif meme kanseri denilmektedir. Bu türler en sık görülen metastatik meme kanseri tipidir. Metastatik meme kanseri hastalarının %50 ila %60’ı hormon reseptör pozitif türdedir. Bu tür kanserler hormonal tedavilere iyi cevap veren kanserlerdir. Bunların tedavisinde özellikle son zamanlarda hücre çoğalmasını engelleyen, siklin bağımlı kinazları baskılayıcı ilaçlar kullanıma girmiştir. Üçüncü tür meme kanseri, büyüme reseptörlerini barındıran ve HER2 pozitif denilen meme kanserleridir. Bunlar daha agresif ve hızlı gidişli olup tedavilerinde HER2 reseptörlerini bağlayan ilaçlar kullanılmaktadır. Dördüncü tür ise, üçlü negatif denilen, HER2 reseptörü veya hormon reseptörü barındırmayan hücrelerden gelişmiş meme kanseridir. Bu kanser türünde şu an daha çok kemoterapi ajanları kullanılmaktadır.”

Kadınların muayeneden ve şikayetlerini anlatmaktan çekinmesi teşhisin gecikmesine neden oluyor
Prof. Dr. Berksoy Şahin kadınların meme muayenesi konusunda yaşadığı çekingenliğin hayatlarına mal olabileceğini vurgulayarak şunları söyledi: “Geçenlerde muayene ettiğim yaşlı bir hastamın memesindeki yara, neredeyse koku yayacak bir aşamaya gelmişti ama çekindiği için bu noktaya gelene kadar kimseye anlatmamış. Toplumda meme kanserini göz ardı etme eğilimi maalesef hala yüksek seviyelerde. Bu durum özellikle yaşlı hastalarda geçerli. Yaşlı hastalar çocuklarına yük olmamak adına, masraf çıkmasın diye, biraz da korktukları için hastalıklarını saklayabiliyorlar. Gençlerde, özellikle de kırsal bölgede yaşayan evli kadınlarda; eşlerini, yuvalarını kaybetmemek adına hastalıklarını saklama eğilimi görülebiliyor ve bundan dolayı hastalık ancak ileri evrelerde teşhis edilebiliyor. Kamuoyunda bu konuda yeterli bilinç olmadığı için hastalar kanser korkusu ve var olan düzenin bozulması endişesiyle hastalıklarını saklayabiliyorlar.”

Teşhis edilen her 100 meme kanseri vakasının 10’u metastatik evrede
Meme kanseri riskinin yaşla birlikte arttığını belirten Prof. Dr. Berksoy Şahin şöyle devam etti: “10 tane meme kanseri tanısı koyulduğunda, bunun 1 tanesi metastatik (ileri) evrede, oluyor. Erken evrede teşhis mamografi ve hekim muayenesi gibi tarama testleriyle mümkün. Bu nedenle genelde kadınların 49 yaşından sonra yılda 1 veya 2 yılda 1 mamografi yaptırması önerilmektedir. Genelde toplumda, medyada ya da toplumu bilinçlendirmek anlamında sorumluluk alan kurum ve kuruluşlarda hastanın kendi kendini muayenesi çok ön plana çıkar. Ancak aslında hastalar kendi kendini muayene ettiklerinde hastalıklarını genellikle ileri evrede tespit edilebilir. Bu nedenle kendi kendine muayene önemli olsa da, asıl muayenenin bir hekim tarafından yapılması gerekir. Hekim tarafından da hastaların yaşlarına uygun olarak tarama testi, mamografi istenmesi gerekir. Normal riskte olan bir kadının 49 yaşından sonra mamografi yaptırması gerekir ancak ailesinde meme kanseri, yumurtalık kanseri gibi genç yaşlarda görülen kanserler olan kişilerin daha genç yaşlarda meme kanseri taraması yaptırması önerilir. Bu kişiler daha genç olduğu için mamografiden çok meme manyetik rezonans görüntüleme yöntemi uygundur. Böylece hastalar daha erken evrelerde tanı alırlar ve tedavileri de tamamen iyileşecek şekilde yapılabilir. Ayrıca mamografiler ya da diğer inceleme yöntemleri adet kanaması bittikten bir hafta sonra (7. gün) yapılmalıdır. Adet öncesi dönemlerdeki muayeneler ve çekilen filmler yanlış sonuçlar verebilir.”

BENZER YAZILAR