Milenyum kuşağı’na hazır mısınız?

1995-2005 arası doğanlara Milenyum Kuşağı deniyor. Onlarla anlaşmak pek kolay değil ancak kesin olan bir şey var: Geleceği bu nesil şekillendirecek! 

Dünya tarihinde nesillerin farklı farklı adlandırıldığı sır değil. Türkiye’de Cumhuriyet Nesli var örneğin. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yılları gören, o yılların yaşanmışlıklarına tanık olan insanlar bunlar. Sonrasında bizdekiler 68 Kuşağı gibi ya dünya ile paralel ya da Özal Kuşağı gibi Türkiye’deki siyasetle birlikte anılan isimlere sahip olmuş. 1980’lerin ortasından itibaren de tüm dünya ile aynı isimlere sahip nesillerimiz olmuş: X Kuşağı, Y Kuşağı ve şimdi de Milenyum Kuşağı gibi… Aslında herkes Y Kuşağı’nın ardından Z Kuşağı’nın geleceğini umuyordu ama orada şöyle bir değişiklik oldu: 2000 yılına girdik ve bu da yeni bir binyıldı. Z Kuşağı da doğal olarak ötelendi. Dünyada Z Kuşağı diye isimlendirilen nesil yeni yeni ortaya çıkıyor. Çoğu ya bebek ya da İlkokul öğrencisi.

Bu nesillerin neye göre sınıflandığına gelince… Genellikle bir nesil, 20-25 yıllık bir dönemi kapsıyor. Örneğin X Kuşağı dediğimizde, 1965 ile 1980 yılları arasında doğanlar kastediliyor. Tarihçiler de bu görüşü destekliyor çünkü onların araştırmaları da dünyanın sosyo-ekonomik anlamda 20-25 yılda bir kabuk değiştirdiğini doğruluyor.

Herkesin kaygısı ortak!

Dönelim Milenyum Kuşağı’na… Bu neslin üyeleri, yukarıda da belirttiğimiz gibi 1995-2005 yılları arasında doğanlar. Önceki nesillerle araları pek de iyi değil zira büyük bir çoğunluk bu kuşaktakilerin işe yaramaz, ukala, saygısız, elinden hiçbir iş gelmez kuru bir kalabalık olduğunu düşünüyor. Hatta sosyologlar, bu nesli “mutant” olarak niteliyor. Batılı üniversitelerin psikoloji, sosyoloji ve ekonomi bölümleri, “dünyayı bunlara mı emanet edeceğiz?” kaygısıyla bu nesli çalışma hayatına adapte edebilmek için pek çok araştırmaya imza atıyor. Araştırmalarının önemli bir kısmı ise Milenyum Kuşağı ile nasıl iletişim kurulacağı sorusuna cevap arıyor. Haksız da sayılmazlar ama şunu da unutmamak gerekir: Bu araştırmaların tümü, belli bir bakış açısı doğrultusunda yapılıyor. Geleneksel değerler baz alınıyor ve “devranın” eskiden nasıl olduysa aynı şekilde döneceği düşünülerek bu nesle olumsuz gözle bakılıyor.

Dışarıdan bakan biri için Milenyum Kuşağı’nın en belirgin özelliği kendini beğenmiş, ben merkezcil, ukala ve tembel olmaları. Daha doğrusu kendilerinden önceki nesiller onları böyle tanımlama eğiliminde. Durmadan iş değiştiriyorlar, bir meslekte 3-4 yıl dayananı çok az. Hayatla ilgili beklentileri ise hayli uçuk… Doğru dürüst eğitim almamış olanı bile akla hayale gelmeyen işler yapıp çılgın paralar kazanmayı hayal ediyor. Her işi beğenmiyorlar. Zaten beğenmedikleri işlerde de pek çalışmıyorlar. Şöyle düşünün: Eskiden bir işe başvurduğunuzda o iş yerinin sizi kabul etmesi esastı. Bu nesil ise çalışmak için gözüne kestirdiği işyerine başvuruyor. Eleman adayının işyeri seçmesi söz konusu özetle. Kurumsallaşmış firmalar gözdeleri. Gelişme aşamasında olan işyerlerine fazla iltifat etmiyorlar. Ya maaşını, ya kat etmeleri gereken yolu; ya firmanın henüz emeklemekte olup kendileriyle birlikte yükseleceği fikrini ya da az elemanla çok iş yapılması durumunu beğenmiyorlar. Çalışmadıkları zamanlarda bunalıma girmiyorlar, tam tersine, sahip oldukları o “teknolojik üstünlük” sayesinde kendilerini biraz daha geliştiriyorlar. Oturdukları yerden okuyup yazıyor, araştırma yapıyorlar. Online dünya turuna çıkıp uzak diyarları keşfediyorlar. Kimi sıkıntısını online oyunlarla atıyor, bu sayede dünyanın dört bir yanından arkadaş sahibi oluyorlar. Çünkü bu nesil için her şey “online” ve internetten elde ettikleri bu birikim yüzünden hemen her şeyi bildiklerine, bilmiyorlarsa bile hemen öğrenebileceklerine inanıyorlar. Kendilerine has bir sosyal ağları var. Birbirlerini her konuda haberdar ediyorlar. Önceki nesillerin ortaokul, lise arkadaşlarını bulmak için kullandığı Facebook gibi oluşumlar, onların aralarında çok uzak mesafeler olan insanlarla tanışma, kaynaşma, sosyalleşme platformu.

İnternetle büyüyen nesil

Hazır internet demişken, bu neslin neden ekran karşısında yaşadığını anlamamıza yardımcı olacak küçük bir parantez açalım: 1993’te tüm dünyanın sadece yüzde 1’i internet temelli bilişsel iletişim araçlarını kullanabiliyordu. Bu oran 2000 yılında yüzde 51’e yükseldi. 2007’de ise yüzde 97’ye ulaştı. Bunun anlamı şu: Milenyum Kuşağı kabaca 10 yaşından beri internetle haşır-neşir durumda. Belki çocukluklarında da evlerinde bilgisayar vardı ama şimdi ellerindeki akıllı telefonlardan bile internete bağlanabiliyorlar. Ve bir önemli veri daha: Şu anda tüm dünyada internetin birbirine rahatlıkla bağlayacağı (hatta bağladığı) 23-25 milyon arası Milenyum Kuşağı üyesi var ve sayıları da internetin girdiği her evle, her akıllı telefonla birlikte her geçen gün artıyor.

Milenyum Kuşağı üyelerinin çoğu iş, para, kazanç, sosyal statüyü o kadar da umursamıyor. Örneğin moda trendleri pek ilgi alanlarında değil, canları ne istiyorsa onu giyiyorlar. Çoğu ya toplu taşımaya ya da pedallı, akülü ve elektrikli ulaşım araçlarına yöneliyor. Lüks tatil imkânlarına burun kıvırıp, sırt çantalarıyla yollara düşüyorlar. Ne işçi olmaya ne de yönetici olmaya meraklı değiller; yüzde 70’i kendi işlerinin patronu olmaya özeniyor. Yüzde 80’i de hobisini iş haline getirip ondan para kazanmayı hedefliyor. Zaten iş ya da meslek dediğinizde akıllarına “karmaşa”, “zulüm”, “vahşi hayat” gibi kelimelerin geldiği de araştırmalarla kanıtlanmış. Aynı araştırmalar çarpıcı bir gerçeği daha gözler önüne seriyor: Bu nesil, kadınları kitleler halinde çalışma hayatının içinde yer alan X Kuşağı’nın çocukları… Yani çoğu anneanne-babaannelerle, bakıcılarla büyüdü. 4-5 yaşlarında kreşlerle, 6 yaşlarında ana sınıflarıyla tanıştılar. Çorba, makarna ve hazır gıdalarla beslendiler. Okul yıllarında kendi kendilerine yetmeyi öğrendiler ve kimseye karşı herhangi bir minnet borcu hissetmiyorlar. “Kural” adı altında dayatılan her ne varsa, işte bu yüzden umurlarında değil; bireysellikleri de kendilerine güvenleri de buradan kaynaklanıyor.

Sağlık sorunları yaşıyorlar

Sloganları “kendi bildiğini oku”, “kendi yolundan ayrılma” olarak özetlenebilecek Milenyum Kuşağı’nı sınıflamak da zor. Okuma alışkanlıkları yok gibi bir şey. Dikkatleri son derece dağınık ama aynı anda televizyon seyredip blog’larına yazabiliyor ve telefonlarına gelen mesajı yanıtlayabiliyorlar. Okul başarıları ise pek yüksek sayılmaz. Çoğu orta düzey öğrenci ama hepsi son derece zeki ya da uyanık! Hemen hiç biri spor yapmıyor, bedensel faaliyetleri fazlasıyla sınırlı. Ekran karşısında yaşadıkları için de çoğu ileride önü alınamaz şekilde hastalanacağının farkında bile değil. 15-20 yaşında obez, hipertansiyon sahibi ve şeker hastası olan bir nesil bu. Çoğunun sindirim ve solunum sistemi ile ilgili sorunları da var.

En büyük korkuları dışlanmak, bir şeyleri kaçırmak, geri kalmak… Her şeyi takip etmeye ve her şeyden haberdar olmaya karşı anlaşılmaz bir hırsları da var. Yaşadığımız dünyayı beğendikleri söylenemez. Bu dünyaya karşı hoşnutsuzluklarını da başta Hunger Games (Açlık Oyunları), Divergent (Uyumsuz), The Maze Runner (Labirent) gibi filmlere duydukları hayranlıktan anlamak mümkün. Sinema sektörünün yarattığı bu distopik evrenlere o kadar hayranlık duyuyorlar ki, Hollywood da bu filmleri seri halde kendilerine sunuyor. Neredeyse bebekliklerinden beri bilgisayar ekranı karşısında oldukları için hemen hepsi bilgisayar teknolojileriyle ilgili her konuya hâkim. Blog’ları hatta YouTube üzerinde video blog’ları, yani “Vlog”ları var. Pek çoğu da şimdilik küçük işletmeci. Yine internet üzerinden küçük çaplı ticaret yapıp cep harçlıklarını çıkarıyorlar.
Milenyum Kuşağı üyeleri her yerde… Onların büyüyünce olgunlaşacağını, düzenin bir ferdi olacağını beklemek ne kadar doğru, tartışılır. Çünkü büyük ihtimalle kendilerinden sonra gelen Z Kuşağı ile müthiş bir uyum sergileyecekler ve dünyayı, toplumu, ekonomiyi; ahlak anlayışından toplumsal değerlere kadar bildiğiniz her şeyi temelinden değiştirecekler. Onların hâkim olacağı bir gelecekte dışlanmamak için, bu “çocukları” şimdiden anlamaya çalışmakta fayda var.

BENZER YAZILAR