İzleyici mi, Müşteri mi?
2000 yılında Şampiyonlar Ligi grup maçlarında, Manchester United-Dinamo Kiev karşılaşmasından sonra Roy Keane, Old Trafford tribünlerine ayar vermişti: “Sahada olup bitenlerden haberleri
yok, futboldan bile anlamıyorlar. Pas verirken ya da bizden bir futbolcu sakatlanmış yerde kıvranırken, tribünde bazılarının karidesli sandviçlerini yemelerine uyuz oluyorum. Bunlar taraftar değil.
Benim için taraftar deplasmanlarda gördüğüm taraftarlar, onlara ‘hardcore fan’ diyorum ben. İşin asıl kötü tarafı, bütün bunlar kimsenin umurunda değil.”
Adam bunları söylediğinde sene 2000’di. Bizim için henüz statlarda çekirdeğin serbest, acıkanlar için tek çarenin stat önündeki köfte ekmek arabasının olduğu dönemin sonlarıydı. Bugün ise hayatımıza giren modern ve akıllı statlar ile birlikte Türkiye’de de taraftar profili oldukça değişti. Devre arasında açık büfeden tabağını doldurabilmek adına, 40’ıncı dakikada koltuğunu bırakan
izleyici, trafiğe kalmamak adına da maçın son 10 dakikasını izlemiyor. Bu gruba taraftar demeye dilim varmadığı için izleyici demeyi tercih ediyorum. Yine de onlar bu değişim rüzgarının en
masum kısmı diyebiliriz. Çünkü böyle dev bir endüstride onlar kendini taraftar zannetmeye devam etsin, bu endüstriyi yönetenler onlara çoktan “müşteri” demeye başladı. Peki kim bu “Büyük
Patron”?