“Az yağlı beslenmek sağlığınız için iyidir” ve bunun gibi size zarar veren diğer tehlikeli yalanlar hakkında bilmeniz gerekenler.
MİT 1
ÇOCUKLUK ÇAĞI AŞILARI OTİZME YOL AÇAR
Kaynağı: İngiliz gastroenterolog Andrew Wakefield, 1998 yılında The Lancet dergisinde yayımladığı bir çalışmada, otizm ile çocuklukta yapılan kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısı arasında bir bağlantı olduğunu iddia etti. Bu bulgu aileleri korkutmaya yetti ve etkisi bugüne kadar sürdü. CDC datalarına göre, çocuklar için okulun gerektirdiği aşılardaki -tıbbi nedenlerden kaynaklanmayan- istisnaların sayısı 11 eyalet genelinde arttı. Oysa ki kızamık ölümcül bir hastalık. 2015’te CNN tarafından yapılan bir ankette, aşı karşıtı ebeveynlerin görece varlıklı, beyaz ve üniversite mezunu olduğu ortaya çıktı. Ankete katılanların yüzde 57’si çocuklarına aşı yaptırmama gerekçesi olarak otizm kaygısını belirtmişler.
Gerçeği: The Lancet dergisi, Wakefield araştırmasını bilimsel olarak geçersiz sayarak 2010’da geri çekti. Görünen o ki Wakefield aşı kaynaklı kaza avukatlarından para alarak bulgularla oynamış ve sahtekarlık yapmıştı. Wakefield tıp lisansını kaybetti. The American Academy of Pediatrics, aşı ve otizm arasında herhangi bir bağlantı olmadığını gösteren 20 araştırma ve diğer kanıtların listesini yayınladı. Ayrıca araştırmacılar, 2 ila 11 yaş arasındaki çocuklar arasında kızamık-kızamıkçık-kabakulak bağışıklığında yüzde 5’lik bir düşüşün bile ülke çapında kızamık vakalarını 3 katına çıkaracağı ve bunun da milyon dolarları bulan yıllık sağlık harcamalarına yol açacağı konusunda uyarıyor.
MİT 2
AZ YAĞLI DİYET KALP HASTALIĞINI ENGELLER
Kaynağı: 1940’larda kalp hastalıkları, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde birinci öldürücü hastalıktı. Nedenlerini araştıran çok sayıda araştırma yayımlandı ve bunlardan en önemlileri Framingham Heart Study ve The Seven Countries Study idi. İkincisi farklı kültürlerdeki risk faktörlerini inceledikten sonra doymuş yağdan zengin beslenme tipi ile kalp hastalıkları arasında bağlantı olduğunu belirtti. The American Heart Associationda bulguları doğruladı ve doymuş yağ alarmı çalmaya başladı. Şirketler buna az yağlı işlenmiş ürünlerle cevap verdi. Kalp hastalıkları hala ölüme sebebiyet veren hastalıklar listesinde başlarda olsa da az yağlı beslenmenin kalp dostu olduğuna dair inanış bugün de sürüyor.
Gerçeği: Seven Countries bulgularının desteklenmesi için yüzlerce milyon dolar harcandı ama başarı elde edilemedi. Ardından çalışmanın metodolojisi sorgulanmaya başlandı. Kasım ayında TheLancet’te yer alan, beş kıtada 18 ülkeyi kapsayan yeni bir araştırma, tüketilen toplam yağ ve yağ çeşitlerinin kardiyovasküler hastalıklarla ilgili olmadığını sonucuna vardı. İronik olarak, insanların hatalı bilimsel bulgulara karşı verdiği reaksiyon asıl ölüme götüren şey oldu: Az yağlı yiyecekler tatsız olduğundan gıda firmaları yiyeceklere fazladan şeker eklemeye başladı. Bugün artık şekerin çok tehlikeli bir sağlık düşmanı olduğunu biliyoruz. JAMA Internal Medicine’ın 2014 tarihli bir araştırmasına göre, günlük kalori alımlarının yüzde 25’i veya fazlasını ilave şekerden alan kişiler, bunu yüzde 10’un altında tutanlara göre kalp hastalıklarından ölme riskini ikiye katlıyor. Üstelik bu risk, yaş, cinsiyet, fiziksel aktivite ve vücut kitle indeksinden bağımsız.
MİT 3
PSA TESTİ GENÇ ERKEKLER İÇİN HAYAT KURTARICI
Kaynağı: Prostat kanseri erkekler arasında en yaygın kanser türü ve ölümle sonuçlanma konusunda akciğer kanserinden sonra ikinci sırada. PSA testinin adı “prostat spesifik antijeni” tespitinden geliyor ve test, bu protein tipinin kandaki değerini ölçümlüyor. Yüksek değer, prostat kanserinin işareti olarak kabul ediliyor. 1994 yılında, Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) prostat kanseri semptomu göstermeyen erkeklere de rutin olarak uygulanmasını onayladı. Çok tehlikeli bir hastalığın tespiti için kolay ve girişimsel olmayan bir yöntem olması doktorların kolayca hastasına reçete etmesiyle sonuçlandı.
Gerçeği: PSA testinin bu kadar yaygın ve sık yapılması faydadan çok zarar veriyor. 2010’da New York Times’da yayınlanan başyazıda, PSA testini bulan doktor bile bu kadar çok uygulanmasını kar odaklı bir halk sağlığı felaketi olarak adlandırdı. ABD’deki Preventive Services Task Force, 2012 yılında, sonuçların yüzde 80’inin yanlışlıkla “pozitif” çıktığı gerekçesiyle testin rutin yapılmasına karşı pozisyon aldı. Prostat kanseri olduğunu düşünen kişiler acılı biyopsi, ameliyat ve radyoterapi gibi gereksiz tedaviler görüyor. Uzmanlar, prostat kanseri operasyonu geçiren her 1000 erkekten beşinin bir ay içinde hayatını kaybettiğini, radyoterapi görüp operasyon geçiren 1000 erkekten en az 200’ünün idrar kaçırma, erektil disfonksiyon ve/veya bağırsak problemleri gibi komplikasyonlar yaşadığını tahmin ediyor. The American Urological Association -sigara bağımlılığı, aşırı kiloluluk veya aile geçmişi gibi risk faktörleri olmadığı sürece- 55 yaş altı erkekler için artık rutin PSA taraması tavsiye etmiyor.
MİT 4
ÇİĞ SÜT PASTÖRİZE SÜTTEN DAHA SAĞLIKLI
Kaynağı: Bu düşüncenin ne zaman ve nerede başladığını tespit etmek güç, ama çiğ süt taraftarlarının günden güne arttığını söylemek güç değil. ABD’de 12 eyalet, süpermarketlerde çiğ sütün satışına izin verirken, Türkiye’de geçmiş yıllara oranla birçok küçük ve orta büyüklükte markette, şarküteri ve doğal ürünler satan dükkanlarda bulunabiliyor. Çiftliklerden internet üzerinden sipariş verilerek satın alınabiliyor. Pastörizasyon işlemi, sütün ısıl işleme tutularak zararlı bakterilerin öldürülmesinden oluşuyor, ancak çiğ süt destekçileri bu işlemin önemli besin öğelerini de öldürdüğünü iddia ediyor. Ayrıca pastörize süt ürünleri tüketmenin alerjik reaksiyon ve laktoz intoleransı gibi sorunlara yol açtığını da belirtiyorlar.
Gerçeği: FDA, çiğ sütün pastörize süt ürünlerinden daha faydalı olduğuna dair herhangi bir bilimsel bulgu olmadığını belirtiyor. Fakat işin doğrusu tam tersi: CDC verilerine göre, pastörize edilmemiş süt veya peynir gibi ürünler, (toplumun dar bir kesimi tarafından tüketilse de) süt ürünlerinden bulaşarak meydana gelen hastalıkların yüzde 96’sının kaynağını oluşturuyor. Bu da daha çok hastalık, hastane ziyareti ve sağlık harcamaları anlamına geliyor. Salmonella, E.coli ve listeriya gibi çiğ sütteki zararlı bakteriler, organ hasarına, düşük yapmaya, felce ve ölüme yol açabiliyor.
MİT 5
BEL AĞRISI İÇİN SPİNAL FÜZYON AMELİYATI EN İYİSİ
Kaynağı: Belkemiği omurlarınız, şokları absorbe eden disklerle yastıklanmıştır. Zamanla oluşan disk hasarları, mikro hareketlere yol açarak ağrı yaratır. Ayrıca omurga sinirleri sıkışabilir, bu da bacak ağrılarına neden olabilir. Röntgen, bilgisayarlı tomografi veya MR taramalarında görülen omurlar arasındaki mesafenin daralması, disk dejenerasyonu olarak yorumlanıp ağrının kaynağı olarak değerlendiriliyor. Haliyle, omuru kaynaştırmanın ve/veya kemiği yerinden oynatmanın, mikro hareketleri sınırlandırarak sinirler için uygun boşluğu yaratacağı ve bu sayede ağrıyı hafifleteceği fikri mantıklı görünüyor. Bu düşünce biçimi, 2000’lerin başından itibaren spinal füzyon operasyonlarının sayısında devasa bir artış yarattı.
Gerçeği: Güncel bir araştırma, omurga ameliyatı olan kişilerin yüzde 40’ının ciddi ağrılar yaşamaya devam ettiğini tespit etti. Ayrıca, böylesi operasyonlardan sonra görülen komplikasyonların oranı -bazıları yaşam tehlikesi içeriyor- yüzde 20’lere varıyor. Bugünün tıbbi gelişmeleriyle bile bel ağrılarının kaynağını bulmak epey güç. Teşhis koyulan hastaların yaklaşık yüzde85’i, “spesifik olmayan” yani herhangi bir nedenin teşhis edilemediği bir bel ağrısına sahip ve cerrahi operasyon onlar için en iyi yol sayılmaz. American College of Physicians, 2017’de yeni bir rehber yayınlayarak doktorlara akut ve kronik bel ağrısı çeken hastaları için egzersiz, fizik tedavi veya bilişsel-davranışsal terapi gibi farmakolojik ve cerrahi olmayan yöntemler tercih etmelerini tavsiye etti.
MİT 6
ŞOK TEDAVİSİ BEYİN HASARINA NEDEN OLUR
Kaynağı: Beyne elektrik dalgaları verilerek kimyasal tepkimeyi tetiklemeye çalışmak, farklı yöntemlerle işkence olarak da kullanıldığından ilkel bir tıbbı tedavi gibi görünüyor. Hollywood filmlerine bakarsak, acı içinde kıvranan hastaları dizginleyerek pasifleştirmek için kullandığı ve hastada kalıcı hafıza kaybı ile karakter değişikliği yarattığını görüyoruz. (Bkz: One Flew Over the Cuckoo’s Nestve American Horror Story: Asylum.) Gerçekten de 1950’lerde bu elektrokonvülsif terapi (EKT), ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, her türlü “sorunu” gidermek için kullanılıyordu. Bu algı hala devam ediyor: İngiltere’de yapılan bir ankette, katılımcıların yüzde 20’si elektrokonvülsif tedavi gördüklerinde ölme riskinden korkuyorlar.
Gerçeği: Tedaviye dirençli, ciddi seviyedeki depresyon hastaları için EKT sıklıkla tek çözüm olarak görülüyor. Antidepresan ilaçlar yüzde 50 ila 60 oranında başarı yüzdesine sahipken, EKT’de bu oran yüzde 70 ile 90 arasında değişiyor. Araştırmalar, ısrarla, EKT kaynaklı hafıza kaybının genellikle geçici olduğunu ve güvenli bir tedavi yöntemi olduğunu gösteriyor. Ayrıca hastalar işlem sırasında acı duymuyor ve filmlerdeki gibi kıvranma söz konusu olmuyor. Genel olarak EKT, yüksek etkili bir antidepresan tedavi ve özellikle intiharı önleme konusunda ilaç tedavisine büyük fark atıyor. Dahası, hastalar sadece bir ya da iki haftalık bir EKT tedavisinin ardından dramatik bir gelişim deneyimliyor. Antidepresan ilaçların etkilerini tamamen görebilmek içinse altı ila sekiz hafta beklemek gerekiyor ve yan etkilerini unutmamak gerekiyor: Kilo aldırıyor, seks isteğini azaltıyor, uyku bozuklukları ve mide bulantısına yol açıyor.
Derleyen: Derya Kuş Yavuz