TELEVİZYONCULUK BUZA YAZI YAZMAKTIR: ERCAN TANER RÖPORTAJI

2FUTBOL ÜLKESİYİZ DİYORUZ AMA BİR FUTBOL EKOLÜMÜZ YOK. BU YÜZDEN BAŞARILI OLAMIYORUZ.

80’lerin sonunda, Türkiye bir buz pateni ülkesi olmamasına rağmen her evde Katarina Witt ve buz pateni yarışları izleniyordu. Demek ki insanlara farklı spor branşlarını izletirseniz ilgiyi yakalıyorsunuz.

Sonrasında yapılmaya, tesisleşmeye de çalışıldı ama olmadı. Bak şimdi, Türkiye’de basketbola ilgi 70’lerin sonunda TRT’de Beyaz Gölge diye bir diziyle başladı. Ondan evvel sokaklarda çocuklar
kendi potalarını yaparken, bu diziyle beraber belediyeler sokaklara basketbol potaları yapmaya başladı. Rahmetli dayım Zagreb’li. O zaman adı Yugoslavya idi. 10 yaşında ilk kez oraya gittiğimde
birçok yerde kapalı-açık havuz, her sokakta basketbol sahası görmüştüm, ağzım açık kalmıştı. O zamanlar bizim Türk filmlerine açın bakın havuzların rengi yeşildir. Temizlenmez çünkü. Ama Yugoslavya’da o dönemde pek çok çocuğun basketbol oynadığını, yüzdüğünü şaşkınlıkla izlemiştim. Yıl 1974’tü. İşte oradan dünya şampiyonu oldular. İyi futbolcular da çıktı.

Şimdi bize dönelim. Biz futbol ülkesiyiz diyoruz ama Türk futbol ekolü diyebileceğimiz bir şey yok ortada. Çeklerin ekolü var. İngilizlerin ekolü vardır, hatta şu an federasyonda yabancı sınırlaması getirip İngiliz ekolünü canlandırmak gündemlerinde. Alman ekolü vardı, değiştirdiler. Eski ekolleri tamamen kondisyon, fizik ve ezmeye yönelikken, şimdi naif oyuncular üzerinden yine fizik kondisyonu yüksek bir takım oyunu ortaya koyuyorlar. Ama bizim böyle tanımlayabileceğimiz bir ekolümüz yok ki. Bu yüzden de başarılı olamıyoruz.

Ülkede uzun yıllardır futbol oynanıyor, neden hala bir ekol yok?

Daha önceleri de kulüp düzeyinde futbol var ama futbolda ciddi anlamda ilk maçımız, 1923’de Romanya ile yapılmış ve 2-2 sonuçlanmış. Bizde öyle bir duygu var ki, hemen üste, yukarı seviyelere
çıkmak istiyoruz. Altyapıya önem veremiyoruz. O seviyede çalışan hocaların gelirleri çok düşük. Ya da eski oyuncumuz gelsin takımın başında dursun diyoruz. Bu mantıkla ekol elde edemezsiniz. Bir ekol nasıl elde edilir? Önce biyolojik yapıya bakacaksınız. O yapıya uygun sistemi ortaya çıkaracaksınız ve o sistemle birlikte bir ekole doğru gideceksiniz. Yani kısa paslı mı, bireysel anlamda
yetenekli mi, kuvvete mi dayalı? Önce bunlara bir karar verelim. Yoksa hepsini birden konuştuğumuzda çorba oluyor, ortaya hiçbir şey çıkmıyor. O yüzden bizim için “Türkler şöyle oynuyor” değil de “Türkler çok iyi mücadele etti” diyorlar. Bir de tabii ki artık arsa futbolu yok. Şunu kabul etmemiz lazım, halı sahada yetenekli oyuncu yetişmez.

Tarihe çok meraklı olduğunuzu biliyorum. Neden tarih değil de spor?

7-8 yaşlarında Halit Ağabey’i dinleyip maç anlatıyordum. İstanbul’da TRT’nin sınavı açıldı. Annem kazanırsın diye çok yüreklendirdi ama ben hiç kazanacağımı tahmin etmiyordum. Sınava girdim
çıktım, bana “Ne olmak istiyorsun?” diye sordular. “Spor spikeri” diye yanıt verdim. Sonra Ankara’da ikinci sınava çağırdılar. Sonra bir sınav daha. Ondan sonra psikoloji, pedagoji dersleri. Ardından müthiş bir fiziksel ve psikiyatrik muayene. Sonra bir güvenlik soruşturması. En son bir yazı geldi, “Stajyer olarak kabul edildiniz.” Bizi mutfaktan yetiştirdiler. Röportaj yapmak için ders aldım. Program nasıl yapılır biliyorum. Bunun adı BBC eğitimidir. İki yıl sonra da asil olarak göreve başladım. O dönem TRT’de çalışmak kolay değildi. Orası bir devlet kurumu ve devlet bu işe “Ben sana mikrofon emanet ediyorum” diye bakıyordu.

Siz bugün NTV’de nasıl spiker yetiştiriyorsunuz?

Ben yeni başlayan arkadaşlara genelde haber yazmaları, kendi yazdıkları haberi montajlamaları, metin değerlendirme, okuma, röportaj yapma, kayıt alma gibi şeyleri öğretmeye çalışırım. Bunun
dışında her türlü yardımı yapmaya çalışırım. Ama yeri geldiğinde de “Sen bu işle uğraşma” derim.

Peki televizyonda maç anlatmak mı, radyoda maç anlatmak mı?

Bir kere radyodan maç anlatamayan televizyonda da anlatamaz. Önce radyodan o yayını götürebileceksiniz.

BENZER YAZILAR