Wimbledon’daki şampiyonluğuyla elde ettiği tarihi başarının ardından gözünü daha yukarılara diken genç tenisçinin hedefi, ATP’de ilk 100 tenisçi arasına girmek.
RÖPORTAJ: YAŞAR BURAK MERİÇ
FOTOĞRAFLAR: ERHAN TARLIĞ
Wimbledon’da gençler kategorisinde çift erkeklerde partneri Otto Virtanen ile birlikte şampiyon olan genç tenisçi Yankı Erel, altı yaşında başladığı teniste başarılarına yenilerini eklemek için var gücüyle çalışıyor. Bir Grand Slam’de şampiyon olan ilk Türk erkek tenisçi unvanına sahip olan Erel’i Wimbledon’da kazandığı şampiyonluk daha da motive etmiş. Kısa vadede Arjantin’deki 2018 Yaz Gençlik Olimpiyatları’nda Türkiye’ye teklerde bir madalya getirmek isteyen Erel, gelecekte Avustralya Açık’ı kazanmak istiyor ve hem yeteneği, hem azmi hem de inancıyla bunu başaracak güçte görünüyor.
Tenise olan ilgini nasıl fark ettin, bize biraz o yıllardan bahseder misin?
O yılları çok iyi hatırlamıyorum ama altı yaşında korttan çıkmıyormuşum, tenis hastasıymışım. Raketle uyuyup kalkıyormuşum. Annem hep öyle anlatıyordu. Gerçekten de öyle, tenisi çok seviyorum. Örneğin ilk raketim hâlâ odamdadır. Bunda annem ve babamın tenis oynaması da önemli rol oynadı. Babam aslında eski bir futbolcu. Çatalca Spor Kulübü’nde oynuyordu. 18 yaşında sakatlanınca futbolu bıraktı. Sonra basketbol hocalığı yaptı ve ikinci ligde voleybol oynadı. Bu yüzden babam gibi benim de diğer sporlara yatkınlığım vardır.
Bugüne kadar tenis yaşamında geçtiğin aşamalardan bahseder misin? Hangi kulüplerde ne gibi eğitimler aldın?
Tenise altı yaşında Tekirdağ Spor Kulübü’nde başladım. Bendeki yeteneği hocam İsmail Ata fark etti ve durumu bizimkilere haber verdi. Dört yıl kadar kendisiyle çalıştık. Daha sonra babamın işi nedeniyle İzmir’e taşındık ve Karşıyaka Spor Kulübü’nde altı ay kadar Serdar Sütçü’yle çalıştım. Arkasından Bursa’ya geçtik ve 1,5 yıl Altın Ceylan Spor Kulübü Gökhan Dönmez Tenis Akademisi’nde çalıştım. 11 yaşında TED Tenis Eskrim Dağcılık Spor Kulübü’ne transfer oldum ve İstanbul’da yatılı okumaya başladım. 14 yaşıma kadar da burada devam ettim. Son olarak Garanti Koza Tenis Akademisi’ne transfer oldum ve hâlâ orada oynuyorum.
Teniste bir günün nasıl geçiyor? Antrenman programından biraz bahseder misin?
Sabah 09.00’da ısınma çalışmalarıyla güne başlıyorum. Yarım saat süren ısınma çalışmalarının ardından 11.30’a kadar antrenman yapıyorum. 12.00’ye kadar esneme hareketleriyle kaslarımı esnetiyorum. 12.00-14.30 arası öğle yemeği molası ve dinlenme… 14.30’dan 15.00’e kadar ısınma hareketlerini yaptıktan sonra 17.00’ye kadar hocam Nika Kakulia ile yine tenis oynuyorum. Son olarak 1 saat 30 dakika kondisyon çalışması yaparak günü noktalıyorum. Bunların dışında haftada üç gün de masaj yaptırıyorum.
17 yaşındasın. Yoğun antrenman programı arasında okula zaman ayırmak zor olmuyor mu? Bu zorluğun üstesinden nasıl geliyorsun?
Çok zor oluyor. Bahçeşehir Okyanus Koleji’nde yüzde 100 bursla okuyorum. Geçen yıl Brezilya’da liseler arasında dünya şampiyonu olduk. Yoğun antrenman programım arasında okula gitmeye pek fırsat bulamıyorum. Ancak okulum sınavlarda ve benzeri şeylerde çok yardımcı oluyor. Bazı önemli dersler için özel olarak öğretmen yolluyor. Ancak sürdürülebilmesi kolay bir tempo olmadığını söyleyebilirim.
Bir Grand Slam’de şampiyon olan ilk Türk erkek tenisçi unvanına sahip olmak, özellikle de Wimbledon gibi dünya çapında bir turnuvada bunu kazanmak nasıl bir duygu?
Gerçekten çok değişik bir duygu; resmen anlatılmaz, yaşanır. Şampiyon olduğumuz gün bile inanamıyordum. O kupayı elime alana kadar da inanamadım zira kupayı hemen vermiyorlar, aynı akşam düzenlenen şampiyonlar yemeğinde takdim ediyorlar. Yemekte kupayı elime aldığımda hocam Nika’ya, “Hakikaten kazandık biz bu kupayı,” dedim. Ülkemde erkeklerde bunu başaran ilk kişi olmayı çok istiyordum. Sevdiğim bir Grand Slam’i kazanmak da beni ayrıca mutlu etti ve tabii ki gururlandırdı.
Turnuva içerisinde en çok zorlandığın karşılaşma hangisiydi? “Eyvah kupa elden gidiyor, şampiyon olamayacağım” dediğin bir an oldu mu?
İkinci turda 6-4’ten iki tane maç puanı çevirdik. Bu anlarda puan kazandıran üç tane kritik oyun oynadım ve set bize geldi, sonra da maçı kazandık. Ancak çeyrek finalde daha çok zorlandık. “Çeyrek finali kazanırsak şampiyon olacağız,” dedim. Çünkü çeyrek finalde zorlu rakiplerimiz vardı. Sezonun ilk Grand Slam’i olan Avustralya Açık’ı (Open) kazandılar. Orada ilk tur onlar bizi yenmişti. Fransa Açık Tenis Turnuvası’nda da (Roland-Garros) yarı finale çıkmışlardı. Onlar bizi yense eminim onlar şampiyon olurdu. Bizim için çok zor bir maç oldu ama çıktık ve kazandık. Yeri gelmişken, buradan birlikte kupaya uzandığım Otto Virtanen için de bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle iyi arkadaşız, karakteri ve duruşuyla da iyi bir insan. Onun servisleri ve gerideki oyunu olmasaydı kazanamazdık. Çok iyi bir takım olduk ve çiftlerde çok iyi bir oyuncu olduğunu bana gösterdi.
Tenisteki idolün kim ya da kimler? Stilini ya da karakterini örnek aldığın bir tenisçi var mı?
Favori idollerim Novak Djokovic, Stan Wawrinka ve Rafael Nadal. Tabii tenisin bir numarası Roger Federer’dir ama benim idollerim bu kişiler. Djokovic’in karakteri, korttaki duruşu ve ailesiyle yakın ilişkisi, komik olması, sıcak, cana yakın tavırları ilgimi çekiyor. Wawrinka’nın oyunu bana daha yatkın, düz oynuyor ve korttaki duruşu da gayet iyi. Nadal’ın da hırsı, azmi ve çalışkanlığı çok hoşuma gidiyor.
Sence Türk bir sporcunun en üst seviyede yarışmak için Avrupalı rakiplerine göre ne gibi dezavantajları var?
Tamamıyla mental diyebilirim. Zaten herkes “Türk gibi düşünüyorsun!” der. Bu sporda da böyledir, biraz amatör düşünüyoruz. Biraz daha profesyonel düşünmemiz ve daha çok çalışmamız lazım. Türkiye’de bu kadar çok yerimiz var ama sporcularımız yetersiz. İş disiplinli çalışmaya geldiğinde, her zaman kaytarmayı seçiyoruz. Ben bu yaşıma kadar hep böyle gördüm. Çok yetenekli sporcularımız var; Cem İlkel ve Çağla Büyükakçay gibi… İkisi de bir numara ve ikisi de birbirinden yetenekli. Ancak Türkiye olarak daha çok çalışmamız ve inanmamız lazım.
Bir röportajında, “Çiftlerde şampiyon olmak biraz daha kolaydır. Tekler daha zordur,” demişsin. Günün birinde teklerde de bizden şampiyon bir tenisçi çıkar mı? Bunun için neler yapmak lazım?
Dediğim gibi inanmak lazım, onlar da insan siz de insansınız. Onlar da siz de aynı antrenmanı yapıyorsunuz. Kortta o da tek başına, siz de tek başınasınız. İnanmalı ve çok çalışmalısınız.
Kendini bir tenisçi olarak değerlendirdiğinde iyi ve zayıf yönlerin nelerdir?
İyi yönlerimden biri slice servis; topu keserek rakibimi dışarı atıyorum. O büyük bir avantaj. Her vuruşum genel olarak baktığınızda iyi ama file önümü daha da geliştirmem gerekiyor. 18 yaş altında dünyada şu an 16’ıncı sıradayım. Ancak zirveye ulaşmak istiyorsam bu vuruşlarımı daha da iyileştirmem şart.
Tenis stilinizi ve oyun tarzınızı nasıl tarif edersiniz?
Genel olarak atak ve agresif bir tarzım var.
Peki, oynayacağın rakipleri analiz ediyor musun? Ona göre maç stratejini nasıl belirliyorsun?
Evet, rakibe göre oyunu kurgulamak çok önemli. Eğer o gün defans yapmanız gerekiyorsa öyle oynuyorum. Gençlerde tüm rakiplerimi tanıyorum ve nasıl oynamam gerektiğini biliyorum. Maçtan önce kuraya bakınca hocam Nika Kakulia ile rakibime ve oyun tarzına ilişkin bir toplantı yapıyor ve maça ona göre hazırlanıyoruz. Örneğin, rakibimin backhand tekniği ve alçak toplara vuruşu kötü diyelim. O zaman ben de oyunumu bu zaafları en iyi değerlendirebileceğim şekilde kurguluyorum.
Hedeflerin neler? Gelecekte kendini nerede görmek istiyorsun?
Şu anki hedefim eylülde gideceğimiz Amerika Açık’ta (US Open) bir kupa kazanmak. Ayrıca Arjantin’deki 2018 Yaz Gençlik Olimpiyatları’nda ülkeme teklerde bir madalya getirmek istiyorum. Kişisel olarak amacım ATP’de ilk 100’e girmek. Bunun ardından ilk 50, ilk 20 ve ilk 10’a da girebileceğimi düşünüyorum. En büyük hayalim ileride Avustralya Açık’ı kazanmak.
Türkiye’de medyanın amatör sporlara olan bakışını nasıl değerlendiriyorsun?
Ağırlıklı olarak futbola yer veriyorlar ama başarı geldikçe tenis yukarılara doğru tırmanmaya başladı. Sosyal medyadaki paylaşımlar biraz ana akım medyayı bu doğrultuda zorlamaya başladı. Ayrıca Cem İlkel, Çağla Büyükakçay ve Marsel İlhan gibi isimler Türkiye’yi bu anlamda biraz daha yukarıya taşıdı. Ancak maalesef ülkemizde öncelikli sporlar futbol, basketbol ve voleybol. Çoğu insan tenisi biliyor ama nasıl izlendiğini, kurallarını bilmiyor. Aslında tenis oynaması çok zor ama izlemesi çok keyifli bir spordur.