Viyana Kuşatması

Viyana Maratonu her koşucunun mutlaka yaşaması gereken bir tecrübe. RW Marka Elçimiz Rüya Baraz’ın yazısı. 

Untitled-2

Şu geçtiğimiz birkaç ay koşu hayatımın en yoğun dönemiydi sanırım. Önce Kopenhag’da hayatımın ilk yarı maratonunu koştum, yaklaşık bir ay sonra Belek’te düzenlenen Gloria Ironman 70.3’e İstanbul Koşu Kuvvetleri olarak katıldık ve ben yarışın koşu kısmını yaptım. Bu ikinci yarı maraton biraz daha zor geçti benim için. Uzun mesafe koşmaya çok alışık olmadığımdan, üst üste bu mesafeleri koşmaktan kendimi yorgun hissediyordum ve bu yüzden biraz ara vermeye karar verdim.

Fakat koşu da dövme yaptırmak gibi biraz. Bir yarışı tamamladıktan sonra, o heyecan ve mutlulukla hemen bir sonraki yarış nerede, hangi mesafelerde diye bakmaya başlıyorsunuz. İşte tam da böyle bir dönemde, Viyana Turizm Ofisi’nden nazik bir davet almamla birlikte, kendimi Viyana Şehir Maratonu’na kaydolurken buldum.

Yarışa bir ay kala yazılmam nedeniyle çok verimli bir antrenman programı uygulayamayacağımı biliyordum. Ama bu süre içinde olabildiğince çalıştım. Haftada bir interval koşuları, tempo antrenmanları, mutlaka 13 ila 16 km arası bir uzun koşu… Tabii sağlıklı bir uyku düzeni ve dengeli beslenmek de bu işin en önemli kurallarından.

Yolculuk günü geldi çattı. Her zamanki gibi koşu malzemelerimi uçağın içine alacağım sırt çantama koyup (check-in yaptığım bagajın uçaktan çıkmaması ihtimaline karşı) havaalanının yolunu tuttum. Burada Türkiye’den yarışa katılan diğer insanlarla tanıştım ve hep birlikte yola koyulduk.

Viyana’ya vardığımızda bizi turizm ofisinin ayarladığı sevecen rehberimiz bekliyordu. Avusturya’nın en ünlü yemeklerinden biri olan schnitzel’i, buranın en meşhur restoranlarından birinde denemeye gittik.
Yarışımız iki gün sonraki pazar günü olduğundan, o saniyeden itibaren hepimiz bu bahaneyle bol bol yemeye başladık. Ama
tabii siz siz olun, yarışacağım diye gereğinden fazla yemek yemeyin.

Ertesi sabah sıkı bir kahvaltının ardından, her yarış öncesi günde yapıldığı gibi kısa bir “shakeout run”, yani bir ter koşusu yaptım. Bunun amacı hem kan dolaşımını artırmak hem de beyinle adaleler arasındaki iletişimi hızlandırmak adına merkezi sinir sistemini uyarmak. Böylece, ertesi sabah koşacağımız yolların bir kısmını da görmüş oldum. Aslında bu noktadan sonra ideal olan şey, odaya dönüp sıcak bir duş alıp, günün geri kalanında dinlenmektir. Tabii yurtdışı yarışına gittiğinizde bunu yapmak pek kolay olmuyor. Neticede görülecek yeni yerler var.

Sabah koşumun ardından otelde toplanıp, metroyla şehrin diğer tarafında olan Praterstern’e doğru yol aldık. Buradaki öğle yemeğimizden sonra tur rehberimiz bize ufak bir sürpriz yaparak, 19’uncu yüzyılda yapılmış dünyanın en eski dönme dolaplarından biri olan Wiener Riesenrad’a götürdü. Burada muhteşem Viyana manzarasını tepeden seyretme fırsatı bulduk.

Tabii bunlar işin turistik kısmı. Yarış saati yaklaştıkça heyecanlanmaya başladık, bir an evvel yarış kitlerimizi almak istiyorduk. Fuar alanına vardığımızda, genci yaşlısı yüzlerce koşucuyla karşılaştık. Rengârenk spor malzemeleri, çeşit çeşit enerji jeli, hayatınızda hiç duymadığınız bir sürü yeni teknoloji… Tam bir panayır alanı gibiydi.

BENZER YAZILAR