WOMEN’S HEALTH KADINI

Uzun bir aradan sonra TRT’de yayınlanacak “Ayrılık” dizisinde başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkacak Azra Akın ile gerçeklik ve oyunculuk üzerine konuştuk.
Onu ilk kez bir oyunculuk workshop’una seyirci olarak katıldığımda yakından gördüm. Sanki herhangi birisiymiş gibi gülümseyerek elini uzattı ve “Merhaba! Ben Azra” dedi. Günün sonuna geldiğimizde, şu ana kadar yer aldığı hiçbir projenin henüz Azra Akın’ın potansiyelini yansıtamadığına karar verdim. TRT’de yayınlanacak yeni dizisinde başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkacak olan Azra ile, kapak çekimi sonrası stüdyodaki koltuğa gömülerek işte bunları konuştuk.

Seninle ilk tanıştığımızda gelip rahatça kendini tanıttın. Türkiye’de ünlülerde bunu görmek çok zor. Bu doğallık nereden geliyor?
Temele bakmamız gerekirse ailemin beni yetiştirme tarzından geliyor sanırım. Sonra zaten karakterim, kişiliğim, kendimi kişisel olarak geliştirmem hep bu yönde oldu. İnsanlara ve doğaya karşı içimde beslediğim hislerle ilgili herhalde. Mesela bir yere girdiysem ve orada insanlar oturuyorsa, onlara selam vermek veya merhaba demek benim için doğal ve normal olanı. Bu kural değil de, öyle olması gereken bir davranış. Annem babam bana öyle öğretti. Türkiye’de oyuncular arasında ben de bunu hiç göremiyorum. Varsa da belki çok azdır.

Peki bu doğal halini işin içine makyaj, saç ve roller girdiğinde yansıtabildiğini düşünüyor musun?
Tabii ki bugüne kadar oynadığım rollerin içinde gerçek benden parçalar vardı. Ama benim içimde başka şeyler de var. Belki biraz şans. Verdikleri role göre bunu bazen gösterebiliyorsun, bazen gösteremiyorsun. İçimde gösteremediğim o kadar çok yanım var ki bunun için doğru rolün gelmesini bekliyorum.

Şu ana kadar yaptığın işler içinde en çok sana yakın olan iş hangisi?
“Anlat İstanbul” filmi. Benim kendimi yakın hissedebilmem için senaryonun çok iyi olması lazım. Yaşayan bir senaryo olması gerekiyor. Yaşamın o sayfadan akması gerekiyor. Türkiye’de henüz böyle bir senaryo göremedim. Bana gelenler öyle değildi. Ben istiyorum ki yaşam senaryonun içinden aksın. Ben de ona bir kat daha katayım, bir kat daha, bir kat daha…

Senin oyunculuğun nasıl gelişti?
Ben ilk buraya geldiğimde çok işin başındaydım. O günün üstüne eğitimlerle, tecrübelerle öğrendiğim şeyler var. Oyunculuk olarak “Anlat İstanbul”daki kızla bugünkü kız bambaşka. Ben aynıyım ama yaptığım zanaat içindeki tekniklerle oyunculuğum gelişti. Kendi içimdeki gerçeklerle daha açık bir şekilde bağlantıya geçtim. O kırılgan, hassas ve gerçek ben olan tarafımı gösterebilmeye başladım.

Oyunculukla ilgili eğitim aldın mı? Aldıysan nasıl eğitimler aldın?
İngiltere’de bulunan Lamda’ya gitmiştim bir kurs için (London Academy of Music and Dramatic Arts). Türkiye’ye gelen Greta Seacat ve Anthony Vincent Bova ile çalıştım. Bunlar bana çok iyi geldi. Lamda’da iki senelik bölümde okumayı istemiştim geçen sene. Tek istediğim şey oydu ve sınavı da kazanmıştım ama olmadı. Demek ki böyle olması gerekiyormuş. Demek ki ben kendimi bu kısa eğitimlerle, workshop’larla eğitmeliyim. Belki bu daha iyi. Ben şu an kendimi çok iyi hissediyorum. İnşallah istediğim türde ve bana kendi sınırlarımı zorlatacak roller gelir.

Oyuncunun kendi karakterinin dışında bir rol oynamasına ne diyorsun?
Kendi dışında bir rol oynamaya inanmıyorum. Hepsinde mutlaka senden bir parça var. Senden farklı bir şeyi oynamak değil oyunculuk. Tamam roldeki kişi başka bir karakter oluyor ama sen onu oynarken kendi içindeki gerçekliğinle bağlantıya geçmeli ve onu ortaya çıkarmalısın. Bu şekilde alt kişiliklerini ortaya çıkararak kendini de tanıyorsun. Dönem dönem bu alt kişilikler hayatta da ortaya çıkıyor. Mesela şu anda bende en belirgin olan haller maceraperestlik, mutlu ve cesur olan halim.

Bugünkü çekimde poz vermenin de hoşuna gittiğini gördüm. Modellikle ilgili ne düşünüyorsun?
Bunlar birer iş, aynı oyunculuk gibi. 16 yaşında mankenliğe başladım ve bu benim için güzel bir başlangıç oldu. Bol bol seyahat ettim. İster istemez büyüdüm. Doğru destekle, devamlı yanımda olan ailem ve iyi bir ajansla çok keyifli işler yaptım. Biraz önce yaptığımız çekim, gerçek beni yansıtıyor. Bu bir moda çekimi değildi, öyle hissetmedim. Hayatımdan birkaç an alındı. Öyle hissettim. Yaşam! O yüzden çok keyif aldım.

Dünyanın en güzel kadını olmak nasıl bir duygu?
Benim için çok güzel bir duyguydu. Küçüklüğümden beribir el uzatmak istiyordum ihtiyacı olanlara. Bu bir güzellik kavramının altında oldu ama bu her türlü olabilirdi. Belki bir yardım organizasyonuna katılarak, belki Hollanda’da okuduğum dönemde okulda görev alarak yapabilirdim ama kısmet olmamıştı. Bir şekilde bu kısmet oldu ve benim için en güzeli oldu. Ben hiç kendimi dünyanın en güzel kadını seçildim diye görmüyorum. Tamamen bir misyon için beni seçtiler diye düşünüyorum. İyilik elçiliği gibi. Bir sene boyunca bu amaç için dünyayı gezdim ve çalıştım. Özürlü ve kanserli çocuklar için çalıştık. Yeni Zelanda’da erken doğan prematüre çocuklara yardım ettik. Çin’e gittik. Yapmak istediğim şeyler böyle bir organizasyonun içinde gerçekleşti. Hem ülkemi temsil etmiş oldum hem de çocukluğumdan beri yapmak istediğim şeyi yapmış oldum. Ben Hollanda doğumluyum ama Türk’üm. Kendimi Hollanda’da hep Türk hissettim.

Türkiye’de de kendini Türk hissediyor musun?
Tabii ki. Ama bazen evde annem ve babamdan aldığım eğitimin çok farklı hallerini görebiliyorum.

Spor yapıyor musun?
Burcum Yay, yükselenimse Koç. Bu fena bir şey. Çok spontane ve gördüğü her şeyi yapmak isteyen biriyim. İyi yapacağıma da inanıyorum bir de. Bu durumda biraz zorluk çekiyorum. Dans benim hayatımda birinci tutkum. Tango ve bale yapıyorum. Latin de çok seviyorum. Bir dönem dizi için ata bindim. Maalesef onu devam ettiremiyorum. Uzakdoğu dövüş sanatlarına da ilgim var. Seninle Kundalini Yoga yaptık, çok hoşuma gitti. İlginç gelen her şeyi yapmak istiyorum ama tabii günler yetmiyor. Çekim olduğunda çok yoğun oluyorum. Yurt dışına gidip geliyorum. O zamanlar da suluboya yapıyorum. Bir de hâlâ flüt çalıyorum. Yedi-sekiz sene Hollanda’da çaldım. İngiltere’ye gittiğimde okçuluk, flamenko ve atıcılık yaptım. Hepsi hoşuma gitti. Motor ve otomobil kullanmayı da çok seviyorum.

Hiç durmuyor musun?
Duruyorum tabii. Mesela çocukluğumda film seyrederken “Azra, Azra!” derlerdi, hiçbir şey duymazdım. Kendi başıma çok oynardım. Arkadaşlarımla da saklambaç oynamaya bayılırdım. Sürekli birine ihtiyacı olan bir çocuk değildim. Bağımsızdım hep.

Hâlâ o bağımsızlık var mı?
Hem bağımsızlık var hem de insanlarla olmayı çok seviyorum. Bence arkadaşlık çok önemli hayatta. Bağımsızlık derken bu kendimi bağlamak istemiyormuşum gibi anlaşılmasın. Bir işe veya ilişkiye girdiğimde kendimi tamamen adarım. Çünkü kararlıyım. Kararımı verdiysem adarım. Ama o ilişki içerisinde bağımsızımdır. Herkesin kendi yapmak istediği şeyler var. Onları yapmazsan hiçbir şey yürümez. O yüzden bir denge olması lazım hayatta.

Beslenmene dikkat ediyor musun?
Dikkat etmeye çalışıyorum. Mesela 20 yaşındayken kolayı bıraktım. Okulda yaptığımız deney aklıma geliyor. Parayı kolanın içinde bir gün bıraktığında dışarı öyle çıkıyorsa kim bilir midemize neler oluyor. Ara sıra içsem de artık çok az içiyorum. Cips yemem. Bir tane bağımlılığım var; o da dondurma. Aslında çok yemek yiyebiliyorum. Yine de düzenli beslenmeye çalışıyorum. Evde yemek yapmayı seviyorum ama tek başına olunca “Güzel bir pilav yapayım” gibi bir motivasyonum olmuyor. Bende “yapmam lazım” yok. Zamanı gelirse yaparım; en güzelini yaparım.

Azra’yı en çok güldüren
Kız kardeşim:
Öyle bir espri anlayışı Doruk’tan başka kimsede yok!
Hız:
Motorda hız yaparken gülmeden duramıyorum.
Roller Coaster:
Adrenalin beni hemen güldürmeye başlıyor.
Dondurma:
Yorumsuz…
Eddie Murphy’nin stand up showları Raw ve Delirious:
Mutlaka seyredin, internetten bulabilirsiniz.

Röportaj: Banu Alagöz / Fotoğraf: Metin Bakırkaya / Styling: Tülin Demir

BENZER YAZILAR