WOMEN’S HEALTH KADINI

Tenisin altın kızı Maria, bir erkekte ne aradığını, boş vakitlerini nasıl geçirdiğini ve gizli tutkularını anlatıyor.
Maria Sharapova sarışın tanrıça unvanını rahatlıkla taşıyor; tabii bu dünya çapında bir atlet, multi multi milyoner ve 1,90’lık bir kadın olunca zor olmasa gerek. Tüm bunların yanında, o 57 gramlık tenis topuna vururken çıkardığı ses ile bu unvanı hiç de önemsemediği anlaşılıyor.

Öncelikle belirtmek lazım ki, Sharapova gülmeyi seviyor. Hem de çok. Ona hangi soruyu sorarsan sor, mutlaka gülecek bir yanını buluyor. Soru: “Ne yemekten hoşlanıyorsun Maria?” Cevap: “Her şeyi!” (gülüyor). Soru: “Kendini nasıl tanımlarsın?” Cevap: “İnatçı, hem de çok inatçı” (gülüyor). Soru: “Neden tenisi seviyorsun?” Cevap: “Çünkü kazanmak veya kaybetmek tamamen senin elinde. Takım sporu oynasaydım çok başarısız olurdum (gülüyor). Herhalde kimseye pas vermezdim” (yine gülüyor).

Bu 21 yaşındaki kadın kendini çok ciddiye almasa da, işini, bu durumda Phoenix’de bir akşamüstü yaptığımız bu fotoğraf çekimini, çok ciddiye alıyor. Geç kalmaktan hoşlanmadığı için sete 30 dakika önce, siyah bir Hudson Jean, Graham & Spencer’dan gri bir bluz ve düz babetler giymiş şekilde, Gym’den sonra kurutmadığı ıslak saçlarıyla geliyor. Odadaki herkesi selamladıktan sonra hemen multi-tasking yaparak iş moduna giriyor; kıyafet seçimini yapıyor, fotoğraflarına bakıyor (“Başka biri gibi görünmek istemediğime emin olmak istiyorum!”), güzellik ekibiyle (kuaför, makyöz ve moda danışmanı) yeni bir proje hakkında konuşuyor. İki elinde birer BlackBerry ile kendi deyimiyle devamlı iş üstünde! “Dibe vurana kadar aktif olup bir şeyler yapmayı seviyorum. Gerçekten devam edemeyecek duruma geldiğimde de, 12 saatlik uykumu uyuduktan sonra yine kaldığım yerden koşturmaya devam ediyorum.”

Tüm bu enerjinin karşılığını almış görünüyor. Öldürücü backhand’leriyle ve keskin sezgileriyle kazandığı 19 tek, üç Grand Slam ödülü var (2004 Wimbledon Tenis Turnuvası, 2006 Amerika Açık Tenis Turnuvası, 2007 Avustralya Açık Tenis Turnuvası). 2003’ten beri sıralamalarda en üstte yer alıyor. Dışarıdan yükseliş hikâyesi bir masal gibi görünse de Sharapova farklı düşünüyor: “Umarım hayatım masal gibi olmaz. Her şey yolunda gittiğinde hayat hiç de eğlenceli olmuyor!”

Geçen Ağustos’ta incittiği omuzu yüzünden hâlâ tenis oynayamadığını ve tedavi gördüğünü düşünürsek hiç de fena bir felsefe değil! Sadece tenis yaşamında değil, hayatın diğer alanlarına da pozitif bir bakış açısı var. “Sakatlandığınızda bir atlet olarak tabii ki çıkıp oynamak istiyorsunuz ama o kendine acıma hali geçtikten sonra her şey yoluna giriyor. Doğruyu söylemek gerekirse, şu an hayatımda tenis dışında her şey mükemmel gidiyor. Normalde vaktim olmadığından yapamadığım harika projelere odaklanabiliyorum.” Cole Haan için tasarladığı spor giyim markası için yapılan bir toplantıyı gururla anlatıyor: “Toplantı sırasında oradaki tahtalara modelleri çizdim, skeçler yaptım. Kesinlikle koşarak girdiğim ve çıkıp antrenmana yetiştiğim toplantılardan değildi.”

Sharapova, işini ciddiye aldığı kadar kendini ciddiye almıyor. Kuaförü ne kadar zamandır beraber çalıştıkları sorulduğunda hatırlamadığını söylüyor. “Gördünüz mü? Tüm erkekler böyle. Ne kadardır ilişkide olduğumuzu bile bilmiyor!” Birisi golf arabasıyla taşlı yokuşlar içeren çekim yerinde dolaşmasını önerse de, Sharapova 10 santimlik topuklu ayakkabılarını göstererek “Hadi ama çocuklar! Bu Nike Air teknolojisi!” diyor.

Zaten Sharapova inişli çıkışlı yollara alışkın. Sibirya’nın küçük Nyagan köyünde doğmuş olan Sharapova, yedi yaşında tenis yeteneği keşfedilince, babası Yuri ile birlikte, ailesinin tüm mal varlığını alarak (sadece 700 dolar), hiç İngilizce bilmeden Amerika’ya geliyor. “Yepyeni bir hayatın içindeydik. Sanki bir maceraya atılmış gibiydim; yeni insanlar, yeni yiyecekler, yeni yerler. İlk birkaç sene tamamen adapte olmaya çalışmaktan ibaretti. Vize problemleri yüzünden annesinden o yıllar uzak kalmış. “Şimdi annemle her gün cep telefonumdan konuşuyorum ama o günler sadece mektupla haberleşebiliyorduk” diyor. “Bazen bir mektubu almak bir buçuk ay sürerdi. Geriye bakıp aynı şeyi yapar mıydım diye düşünüyorum; kesinlikle yapmazdım. Sadece hatırlamak bile acı veriyor. Yine de tüm bunlar karakterimin oluşmasını sağladığı için minnettarım. Elde ettiklerim için büyük şükran duyuyorum çünkü tüm bunlar bana öylesine dışarıdan verilmedi.”

ABD’ye geldikten birkaç yıl sonra babasıyla bir gün Nick Bollettieri’nin Florida’daki tenis akademisine davetsiz olarak gitmişler. Okula sonunda kabul edilen Sharapova umut vadediyordu ve Madison Avenue’nun dikkatini çekti. Sponsorluk aldı, 16 yaşında kadınlar turnuvasına katıldı, bir sene sonra, 2004’de Wimbledon Tenis Turnuvasında favori olan Serena Williams’ı 6-1 ve 6-4 yenerek büyük ödülün sahibi oldu. Bir anda ünlü olan Sharapova, Nike, Canon, Tag Heuer gibi markalardan Forbes Dergisi’ne göre sadece geçen sene 23 Milyon dolar net kazanç elde etti.

Tüm ününe rağmen Doğu Avrupalı kökleri çok derinlere uzanıyor. “Benim nerem mi Rus gibi? Nerden başlasam bilemiyorum. Evde ailemle olduğumda Rusça konuşuyorum. Rus yemekleri yemeye bayılıyorum. Mesela Varenikis; içi değişik malzemelerle dolu olan mantılar. Üzerine bizim ketçap yerine kullandığımız ekşi kremayı koyuyorum. Aslında onu patates püresi, omlet, her şeyin üzerine koyuyorum. Harika bir tat!” Anavatanının geride kaldığı tek konu süpermarketler. Amerikan süpermarketleri çok rahat! “Rusya’da her şey ayrı ayrı yerlerde. Sebzeler bir yanda, etler başka yanda. Alışveriş arabalarından da yok. Rusya’dan ABD’ye geldiğimde ve alışverişe gittiğimde “Aaaahhhh…” diyorum.

Seyahat etmediğinde Sharapova tam bir ev tutkunu. Beş odalı Florida’daki evinde ailesi ve köpeği ile yaşıyor. “Bu açıdan tam bir Avrupalı’yım. Avrupa’da yaşın ilerleyene kadar ailenle yaşarsın. Onlarla olmaya bayılıyorum.” Ayrıca Manhattan Beach, Kaliforniya’da Pasifik Okyanusu manzaralı bir yazlık evi var. Orada kendi tasarımları üzerinde çalışıyor veya Grey’s Anatomy, Entourage gibi dizileri izliyor.

“Annem bazen boş zamanlarımı nasıl geçirdiğimi görünce deli olduğumu düşünüyor. Sanırım beni kitap okurken görmek daha çok hoşuna giderdi.”

Evinde en sevdiği yer yatak odası. “Yatağımı çok seviyorum.” Bunun gibi küçük veya şöminesi gibi büyük detaylar hoşuna gidiyor. “Costa Rica’dan kayalar getirdim ve aralarına mum koyuyorum. İçinde mum yanan bir şömine” diyor. Okyanusun bir güneş doğarken bir de batarkenki fotoğrafları, Vogue’un ilk kapaklarından biri ve siyah beyaz fotoğraflar etrafını çevreliyor.

Kıyafetlere gelince Sharapova işini biliyor. 2008 Wimbledon’da smokinden esinlendiği kıyafeti, 2006 Amerika Açık turnuvasında giydiği siyah küçük elbisesiyle modacılar tarafından çok konuşuldu. New York Moda Haftası’nda ilk sıralarda oturan Sharapova, Chanel çantalar (son saydığında 20 tane) ve Frank Gehry takılar topluyor. Gardırobunun yarısını oluşturan koleksiyonuyla “Stella McCartney de en sevdiklerimden” diyor. “Sadece kıyafetleri inanılmaz olduğu ve üzerimde iyi durduğu için değil; kadın olduğu, evli olduğu ve çocukları olduğu, hayatında birçok şey olduğu için. Birkaç ay önce tanıştım ve bana evini yenilediğinden ve üzerinde çalıştığı projelerinden bahsetti. Bense ‘Bunu nasıl yapıyorsun? Çok ilham verici!’ diyebildim.”

Sharapova’nın da bu tür bir denge yakalamak istediği çok açık. “Kendimi 10 sene sonra hâlâ tenis oynarken görmüyorum” diyor. O günler geldiğinde “tasarımla ilgili bir şeyler” yapıyor olmak istiyor. Mesela Nike ile birlikte çıkaracağı yeni bir spor giyim markası olabilir. “Aile sahibi de olmak istiyorum” diyor. Son erkek arkadaşları tenis oyuncusu Andy Roddick, Maroon5’ten Adam Levine ve sonuncusu, aktris Susan Saint James ve NBC Sports’un müdürü Dick Ebersol’un oğulları Charlie Ebersol. Maria bir erkekte aradığı özellikleri, “Mizah gücü ve rahatlık” olarak sıralıyor. “Beni etkilemek zor değil. Mutlu olmak için büyük partilere ihtiyacım yok. İyi arkadaşlar, güzel bir yemek ve bol bol kahkaha olursa mutlu olurum.” Ve yine sözlerini en az o backhand’i kadar etkili gülüşüyle tamamlıyor.

Kısa Kısa
Uzun olmanın en güzel yanı?
Bir partide herkesi görebilirsin.
En kötü yanı?
Topuklu ayakkabı giymişsen partideki herkes seni görür ve “Evet, gerçekten uzunsun” derler. Bu eskidi artık!
Çantanda hep ne taşırsın?
Fotoğraf makinemi. Ben her ortamda makinesini çıkarıp çeken tiplerdenim. Bir de laptop’um ve yeni bir dudak parlatıcısı.
Ruslar için hangi İngilizce kelimeleri söylemek zor?
ChapStick diyemiyorum. Onun yerine Chopstick, Pool yerine de Pull diyorum.
En sevdiğin Rusça kelime?
Choot choot, “Birazcık” demek ama yavaş söyleyince tren gibi oluyor.
En kötü yanın?

Kontrolün bende olmasını isterim. Başkalarının sana ne yapacağını söylemesine izin veremezsin. Ayrıca çok bağımsız ve inatçıyım. İnsanların bana yardım etmesinden hoşlanmam.
Onsuz yaşayamayacağın şey?
Cep telefonum.
Tenis kortunda olmuş en utanç verici olay?

Yeni sorgulama sistemini getirdiklerinde, ilk oyunda tüm itirazlarım yanlış çıktı. Maç bitiminde koçum, “Aferin. 11’de 11 tutturamadın” dedi.
En çok yenmekten hoşlandığın rakibin?
Ağın karşısındaki herkes.

Maria’nın Olmazsa Olmazları

Cool, Rahat Kıyafetler
Çok gösterişli kıyafetleri sevmem. Basit yaz elbiseleri, jean, üst ve eşarp yeterli. Vücudumu saran kıyafetleri kırmızı halıda bile giymem. Kat kat giyinmeyi ve değişik dokuları severim. Sonbahar ve kışı bu yüzden severim. Renkli çorap ve bot giyme fırsatı verir!”

Etnik Eşarp
“Harika bir eşarp aldım. İki kattan oluşuyor ve açtığında başına örtebiliyorsun.”

Güzellik Ürünleri
Decleor ürünleri kullanıyorum. Neutrogena güneş kremi ve gece çıkarsam Kanebo rimel.

Erkek Saati
Bende 30 tane olmasına rağmen hem babamın hem de koçumun saatlerini çalıyorum. Tag Heuer’in en sevdiğim saati Carrera. Onu taktığında başka takı takmana gerek kalmıyor.

Parfüm
Stella McCartney ve Agent Provocateur.

İyi Bir Kitap
Ye, Dua Et, Sev’i yeni bitirdim. Seni kendi dünyanın dışına çıkaran kitapları seviyorum. Şu an güzellik ürünleriyle ilgili yapılan araştırmaları içeren bir kitap okuyorum.
Röportaj: Kate Meyers / Derleyen: Banu Alagöz / Fotoğraflar: Ben Watts

BENZER YAZILAR