Heyecanımızı ve derginin arkasında durduğu “Kendim olmak güzeldir” sloganını paylaştıktan sonra gerçek Çağla’yı tanımak üzere sorularımızı sormaya başladık.
Lise yıllarından, 2002 Türkiye ikinci güzelliğine, sörfçü Çağla’dan sosyal hayatında yapmaktan keyif aldıklarına kadar samimi bir şekilde sorularımızı yanıtlayan Çağla, bizimle tüm beslenme, antrenman ve özel sırlarını paylaştı.
Ünlü olmadan önce nasıl biriydin? Mesela biz senin makine mühendisi olduğunu duyunca çok şaşırdık.
Aslında her zaman bilime çok meraklıydım. Biliyorsun, gençken çok bilinçli olmuyor insan. Neye meraklıysan onu seçiyorsun. Yaptığım testlerde ya mühendislik ya tıp okumam gerektiği çıkıyordu. Tıp eğitimi çok uzun sürdüğü için ben de mühendisliği tercih ettim.
Mühendislik okurken modellik yapmaya nasıl karar verdin?
Üniversite yıllarında aileme çok yüklenmeden kendi evime taşınmak istiyordum. Modellik, o dönemde ekonomik açıdan beni rahatlatacak biz çözümdü. Aslında başlarda çok komik geliyordu çünkü ben tenefüslerde erkeklerle basket oynayan sportif tipte bir kızdım. Hiç kadınsı kıyafetler giymezdim. Estetik olmayı öğrenmek açısından iyi olacağını düşündüm. Neşe Erberk’in desteğiyle 2002’de katıldığım güzellik yarışmasından kazandığım derece sayesinde birçok teklif almaya başladım. Televizyon hayatım, bu şekilde başlamış oldu.
Televizyonda yaptığın projelerden en çok hangisi hoşuna gitti?
NTV’de yaptığım spor ve sağlık programından çok keyif aldım çünkü zaten işin çok içindeydim. Bir de Cine 5’te Mehmet Barlas ve daha sonra Mesut Yar ile yaptığım “Başka Yerde Yok” isimli program benim için çok özeldir. Çok iyi bir gazeteci ve televizyoncuyla program yapmak bana çok şey öğretti.
Mesleğini yapmayı hiç düşündün mü?
Üniversitedeyken düşünüyordum. 15 yaşımdan beri sörf yaptığım ve spora çok meraklı olduğum için sporla mühendisliği birleştirecek işler yapmak istiyordum. Spor salonlarında insanların kas yapılarını geliştiren aletler üzerine Amerika’da araştırmalar yaptım. Ðleride tekrar bu konuya dönebilirim. Tabii Türk insanı için hangi aletler daha doğru olur diye bakmak lazım çünkü bizim spor anlayışımız yurt dışından çok farklı.
Sörfte terlemediğine göre spor anlamında seni ne tatmin ediyor?
Benim yaptığım hız sörfünde 3,5 dakika içinde kalp atışınızın en yüksek noktaya çıkıp inmesi gerekiyor. Antremanlarla da, nabzı kontrol altında tutmayı öğreniyoruz.
Nasıl bir antreman programın var?
Haftada üç gün kardiyo yapıyorum. Bu bazen yüzme, bazen bisiklet veya koşma oluyor. Bunları 15 dakika bile yapsam benim için önemli olan üç dakikalık periyodlarla nabzımı 190’a çıkarıp hemen indirmek. Bunun dışında pilates yapıyorum. Uzun süre sörf yaptığım için bazı kaslarım fazla gelişti. Dolayısıyla sadece onları kullanır olmuştum. Pilates’le özellikle karın bölgemdeki kasları kullanmayı öğrendim.
Beslenmene dikkat ediyor musun?
Evet. Özellikle kahvaltıda yediğim yumurta, peynir, zeytin, siyah ekmek ve domates benim için çok önemli. Eğer sörf yapacaksam, öğle yemeğinde karbonhidrat olan makarna gibi şeyler yiyorum. Akşamları da etli veya tavuklu salata ve mutlaka karpuz yiyorum. Bazen kahvaltıda zeytin gibi çok sevdiğim şeyleri abartabiliyorum. Yarış dönemlerinde çok heyecanlı olduğumdan hiçbir şey yiyemiyorum ve maalesef kan şekerim düşüyor. Bu zamanlarda kuruyemiş en iyi çözüm. Zaafım olan yiyecekse dondurma. Ðki günde bir kendime yeme izni veriyorum. Kahve de önemli. Metabolizmayı, kalp atışını hızlandırmak için yarıştan yarım saat önce kahve içiyorum. Yaptığım en zararlı şey sanırım bu.
Cildine nasıl dikkat ediyorsun? Rüzgâr, güneş ve tuzdan korunmak için neler yapıyorsun?
Bu seneye kadar yanmayı ve lekelenmeyi önleyebiliyordum ama bu sene beceremedim. Yüksek koruma kullanmama rağmen yine de yanıyorum. Sanırım artık güneş gerçekten çok zararlı.
Devamlı sörf yapmak ve bu disiplin seni sıkmıyor mu?
Yarışlar bittiği anda bu sıkıntıyı hissetmeye başlıyorum. Şu anda Türkiye birinciliğini de garantilediğime göre bir süre uzaklaşmam gerektiğini düşünüyorum. Yarış dönemleri çok stresli geçiyor ve bu insanı zamanla yormaya başlıyor.
Kışın ne yapıyorsun?
Hava çok soğuk olduğunda suda sadece 15 dakika durabiliyorsun. O yüzden başka sporlar yapıyorum. Sıkılmamak için iki-üç tane spor salonuna birden gidiyorum. Dizi çekimleri sırasında eğer rüzgar ve hava koşulları uygunsa bir günlüğüne Alaçatı’ya kaçıyorum. Tabii sörf yapma sıklığım çok azalıyor. Sadece Türkler’le yarışırken verdiğim bu iki aylık aralar problem olmuyordu. Fakat yabancılarla ilk üçte yer almak için yarışmak söz konusu olunca çalışamadığım ayları sıcak bir ülkede geçirmem gerektiğine karar verdim. Bu sene umarım sponsorum Boyner Sports sayesinde kışı Hawaii’de dalga sörfü çalışarak geçirebilirim.
Dalga sörfü, rüzgâr sörfünden çok farklı değil mi?
Yabancı sörfçüler dalga sörfünü antrenman olarak yapıyor. Bizde böyle bir şey olmadığından ben dalgalı bir yere gittiğimde çok zorlanıyorum. Ama eğlenceli gelmeye başladı. Ayrıca antrenman için gerekli olduğunu görünce bu durum çok hoşuma gitti.
Alaçatı’dan vaz mı geçiyorsun?
Kesinlikle hayır. Ama Alaçatı’daki parkur çok kolay olduğundan orada artık gelişemediğimi hissediyorum. Bir yarışçı için devamlı kolay bir parkurda çalışmak iyi değil. Bu yüzden çalıştığım yeri değiştirmek istiyorum. Türkiye’de bu, Datça olabilir. Bir de Gökçeada ve Ilıca’yı denemeyi düşünüyorum. Benim hem rüzgâra hem de dalgaya ihtiyacım var.
Sosyal hayatın nasıl?
Hem Alaçatı’da hem İstanbul’da bir sürü arkadaşım var. İstanbul’da olduğumda okuldan veya oyunculuk zamanlarından tanıştığım birçok arkadaşımla görüşüyorum. Alaçatı’daysa eşleri sörf yapan birçok arkadaşım var. Sohbet etmenin dışında sıkça açık hava sinemasına gidiyoruz. Tabu, tavla gibi oyunlar oynuyoruz. Yarıştan sonra genelde hep yanlarında uyuyarak dinliyorum onları.
Çevreci bir yanın var mı?
Kesinlikle var. Özellikle denizkonusunda. Benim hayatım denizde geçiyor. Yurt dışına gittiğimde insanların bu konuda çok duyarlı olduğunu görüyorum. Denize girerken zararlı diye güneş yağı bile sürmüyorlar. Bizse hiçbir şeyi önemsemiyoruz. Birinin denize bir şey attığını görsem mutlaka gider uyarırım.
Röportaj: Banu Alagöz Fotoğraf: Candaş Arın