Yaşlanma sorunu

Unutmayın, Öleceksiniz! Ve yaşlanmaya dair daha iyi hissettirecek diğer yollar…

DERLEYEN: SAİDE TOKUÇ

Geçen gün eşim, yakın zamanda küçük oğlumuzu yüzme havuzunda tutarken çektiği fotoğrafımı göstermek için gururlu bir şekilde telefonu bana doğru tuttu. Hemen telefonu kaptım ve parmaklarımla boyutundan ve genel sarkıklığından son zamanlarda sesli ve tekrar eden bir şekilde sızlandığım göbeğime yakınlaştırdım. “Bunu yapacağını biliyordum,” diye yakındı eşim. Göbeğim konusunda gülünç davrandığımı düşünüyor ve haklı yanı var. Nasıl ölçerseniz ölçün, zayıf sayılırım. Makul derecede dikkatli besleniyorum ve haftada en az altı gün antrenman yapıyorum. Ancak 30’lu yaşlarımda sahip olduğum görünür karın kaslarını kaybettim. Aslında bundan çok daha fazlasını da kaybettim. Şimdi, 40’larımın ortalarında (bir saniye, 47 yaş 40’ların sonları mı oluyor?) yaşlı ve bakımsız göründüğüm için kendimi artan bir şekilde daha çok eleştirdiğimi fark ettim. Peki, narsisizm ve beden algı bozukluğunun getirdiği bu tehlikeli, ufak endişeyi düşündüğümüzde, neden yıllara meydan okumakla ilgili beni dinleyesiniz ki? Çünkü her ne kadar bu konuyu sürdürsem de endişe miktarım ve bunun davranışlarımı etkilemesi dramatik ölçüde değişti. İşte bir karşılaştırma:

Yaklaşık 10 yıl önce bir kelleşme krizinin sancılarını çekiyordum ve bu, hayatımın her alanına sızan tüm yönlü bir çıldırmaydı. Brezilya Amazonlarındaki izole bir yerli kabileye dair raporumu ulaştırmak üzere inanılmaz bir seyahatten uçakla eve geri dönüyordum. Deneyimin tadını çıkarmak yerine kendimi tuvalete kilitleyip on dakikayı saç çizgimi dikkatle incelemek ve Budistlerin prapañca veya “zihinsel yayılma” dediği çetin bir mücadele vermekle harcadım. Zihnimdeki film şuna benzer bir şekilde ilerledi: Kellik — > İşsizlik — > Duluth’ta düşkünler evi. Bu prapañca beni asabi ve acınası biri yaptı. Bu süreç içerisinde beni banyo aynasına dik dik bakarken çok kez yakalayan eşim Bianca’ya sormanız yeterli.

Bugünlerde, göbeğime dair paniğim bir yana, aniden beliren ben merkezli anksiyetemi görmekte ve ardından bundan kurtulmakta çok daha iyiyim. Bu satırları yazarken, Bianca’ya göbek/yaşlanma endişelerimi kellik krizinden daha başarılı bir şekilde idare edip etmediğimi sordum. Kıkırdadı ve “Kıyaslanamaz bile,” dedi.

Durumu daha iyi hale getiren neydi? Bir kısmı, evlilik, olgunlaşma ve (günlük bir uygulama ve aktif bir yan telaş olan) meditasyonun birleşen etkisi. Ancak başka bir önemli sakinleşme malzemesi ise size son derece mantıksız gelebilecek bir şey: Ölümü düşünmek.

Her nasılsa, ölüm topluluğumuzda bir tabu haline geldi. Meditasyon eğitmeni Greg Scharf’ın da gözlemlendiği gibi, gençliğe takıntılı bir kültürde ölmek “çok kötü tecrübe” skalasında en üstte duruyor. Ancak bu kaçınılmaz, sizin için dahi. (Hatta milyarlar harcayarak ölümü “çözmeye” çalıştıkları bildirilen Silikon Vadisi’ndeki teknoloji devleri için de. Onlara iyi şanslar.) Büyük Hint destanı Mahabharata’dan duruma uyan bir satır var: “Bu dünyadaki en harika şey nedir?” Cevap: “Dört bir yanımızda insanlar ölüyor olabilir ve bunun kendi başımıza gelebileceğini fark etmeyiz.”

Tüm büyük ruhani gelenekler, dolu dolu yaşamak için en iyi uygulamanın ölümü düşünmek olduğunu söyler. Bunu nasıl yaparız? Buda, çürüyen bedenlere bakarken meditasyon yapmayı tavsiye etmiş. Bu teklifin son derece elverişsiz olması nedeniyle eşim ve ben daha makul bir alternatif seçtik: Birkaç yıl önce, tedavisi olanaksız hastalar hastanesinde gönüllü olmak için kaydolduk.

Manhattan’ın Doğu Üst Yakası’ndaki bu tarz hastanelerden küçük, sekiz yataklı birine atanmıştım. İlk gerginliğimi atlattığımda, ilham verici olanlardan son derece rahatlatıcı olanlara kadar birçok ders aldım. Örneğin, sona yakın birçok insanda korkunun azaldığını gördüm. Eski bir üniversite profesörüyle sohbetimi hatırlıyorum, ölüm yaklaştıkça ayrı bir ego gibi değil de daha büyük, gözler önüne serilen bir sistemin bir parçası gibi hissetmeye başladığını söylemişti. Evet, diye düşündüm, ölümle ilgili yanlış veya doğal olmayan bir şey yok. Doğa sürekli bir akış içinde ve biz doğayız.

Ayrıca tedavisi olanaksız hastalıklar hastanesinde zaman geçirmek alelade problemlerime karşı büyük bir bakış açısı kazandırdı. Bunu en dokunaklı biçimde Ronnie adında, Harlem’den eski bir inşaat işçisi olup kronik akciğer ve kalp problemlerine sahip hastamla olan ilişkimde deneyimledim. Dört yıl önce, hastaneye ilk gönderildiğinde kendisine yaşamak için üç gün tanınmıştı. Bunun yerine, zorlukları alt edip başardı. Her hafta, Ronnie ve ben atıştırmalıklar yer, şakalar yapar ve oyunlar oynardık. (Ronnie bu tarz bir hastanede otururken zombi öldürmek için saatler harcamasında bir ironi görmüyordu.) Bir keresinde, hayatımdaki bazı sorunlar hakkında nasıl endişelendiğime dair bir hikâye anlatıyordum ve o anda Ronnie’yi hatırlayıp kendimi durdurdum. Oyunu bölmeden bana döndü ve tam bir kayıtsızlıkla “Evet, kesinlikle hiçbir problemin yok,” dedi.

Ancak tedavisi olanaksız hastalıklar hastanesinde çalışmak her derde deva değil. Oradaki saatlerim sonrasında sıklıkla kendimi taksiye binip e-postalarımı kontrol ederken ve kendi saçmalığıma tamamen kapılmış halde buluyorum. Ve aslında hala egoistçe kendimi cezalandırmamın olumlu bir yanı olduğunu düşünüyorum: Karın bölgemle ilgili belirli bir miktar farkındalık spor salonuna gitmek konusunda bana sağlıklı bir motivasyon sağlayabilir.

Kendimi 85’inci kez saç çizgim veya bel ölçümle ilgili kara kara düşünürken bulduğumda, artık kendime şunu sormak için gerekli olana sahibim: Dünyadaki sınırlı sürem göz önüne alındığında, zamanımı böyle mi harcamak istiyorum? Evet, çok çalışmak ve çabalamak mantıklı olabilir ancak yolculuğun tadını çıkarmıyorsanız bunun ne anlamı var ki?

İncelikli bir şekilde yaşlanmanın Yoda tarzında bir ağırbaşlılık gerektirdiği anlamını çıkaramayız. Kendinize olan güvensizliğiniz ve kusurlarınız kalabilir, sadece bunları nasıl daha becerikli bir şekilde idare edeceğinizi öğreniyorsunuz.

Genellikle bu satırları nükteli bir iki cümleyle sonlandırırım ancak bu konunun ağırlığı nedeniyle tatlı ve komik sözleri kenara bırakıp size açık açık söyleyeceğim: Sonlu olmanızın inkâr edilemez gerçekliği göz önüne alındığında, hayatınızı nasıl yaşamak istiyorsunuz?

Şüphe duyarsanız, ölüme sormanız yeter.

BENZER YAZILAR