Bazı elit sporcular ilk kilometredeki tempolarını 80’inci km’ye kadar koruyabiliyor. Sırları ise uzak durmaları söylenen besinleri yemek.
Başarılı bir dayanıklılık sporcusu olan Zach Bitter, 55 kilometrelik ilk ultra maratonunu kolayca tamamladıktan sonra, 80 kilometrelik North Face Endurance Challenge’a katılmaya karar verdi. Enerjisi ve konsantrasyonu yüksekti. Aradaki 25 kilometrelik farkın büyük bir değişiklik yaratmayacağını düşünüyordu. Ancak yokuş ardına yokuş tırmanmaya başlayınca yoruldu ve konsantrasyonunu kaybetmeye başladı. Kendine ve piste lanet ederken, son yardım istasyonlarından birine vardı. İçeceği soda ve spor içeceklerinin finişe giden yolda işini bir nebze kolaylaştıracağını düşünüyordu.
Bugüne dek pek çok farklı ultra maratonda mücadele etti ve bu yarışları hep aynı şekilde sonlandırıyordu. Yarışın 50’nci veya 60’ıncı kilometresinden sonra kaçınılmaz bir şekilde yorulmaya ve sinirlenmeye başlıyor, yarışın geri kalanını mümkün olabilen tek tempoda tamamlamaya çalışıyordu.
Bu sıkıntıya bir çare bulmak isteyen Bitter, antrenman ve beslenme planlarını tüm yönleriyle ele aldı. Araştırmalar yaptı, sorular sordu ve radikal bir değişiklik yapmaya karar verdi: Beslenme programında kendine fazlasıyla yer bulan karbonhidratı ortadan kaldırarak, protein ve yağ tüketimini artırdı.
Plana 8 hafta boyunca devam eden Bitter, antrenman programını yoğunlaştırdı ve toparlanma süresini azalttı. Bir sonraki yarışta ise planın işe yaradığını gördü. Bu sayede 2012 yılında dört ultra maraton kazandı, 2013 yılında ise 11:47:21’lik süreyle Birleşik Devletler 160K rekorunu kırmayı başardı. Bundan iki yıl sonra ise bu kez 11:40:55’lik performansıyla kendi rekorunu egale etti. Performansına dakika bazında bakacak olursak, elit sporcu 160K boyunca her 1,6 km’yi 7 dakikada koştu.
Bitter ketojenik adı verilen, yüksek protein-yağ ve düşük karbonhidrat diyetini uyguluyordu. Bu o kadar da kolay değildi çünkü mücadele sporcuları arasında yıllardan beri süregelen “karbonhidrat kraldır” anlayışı egemendi. Birçok sporcu karbonhidrat sayesinde enerji aldığını, ilk kilometreden 80’inci kilometreye dek dinç bir şekilde karbonhidrat sayesinde koştuğunu söylüyordu. Peki kulağa mantıksız gelen bir strateji nasıl işe yarayacaktı?