Yeni sendromlar

Her gün yeni yeni sendromlar duyuyoruz. İşte karşınızda yeni sendromlar.

Eskiden sadece pazartesi sendromu vardı. Şimdiyse yoğun iş temposu, internet kullanımı, politik koşullar kaynaklı birçok yeni rahatsızlık ortaya çıktı. Günümüzün yeni sendromlarını mercek altına aldık.

YAZI: NİIHAN KARAHAN

YENİ HASTALIKLARIN farmakoloji endüstrileri tarafından ilaç satmak için yaratıldığı düşünülür. Örneğin panik atak bunlardan biridir. Amerikan Psikiyatri Birliği, panik atağı hastalık olarak 1980 yılında tanıdı. Paniğin bireysel ve kolektif inşası üzerinde çalışan Sosyolog Jackie Orr, bu yeni hastalığın medya, devlet ve uluslararası ilaç şirketleri tarafından kullanıldığını öne sürüyor.

Bazen de toplumsal normlar değiştiğinde, öncesinde hastalık olarak görülen bir olgu bu kategoriden çıkar. Örneğin eşcinsellik, 1973’e kadar Amerikan tanı ölçütleri başvuru el kitabı olan DSM’de psikolojik bir rahatsızlık olarak geçiyordu.

Günümüzdeyse sürekli yeni bir ruhsal sıkıntı duyuyoruz. Henüz uzmanlar tarafından “hastalık” olarak tanımlanmıyor, daha çok sendrom veya rahatsızlık olarak ifade ediliyorlar. Neredeyse hepsi çalışma hayatı, internet ve politik koşullarla bağlantılı. Bazı sendromlar 15 sene önce hiçbir şey ifade etmeyecek kadar yeni (selfitis gibi), bazıları ise daha eski; 1970-1980’li senelerde ortaya çıkmış ancak 2000’lerde göze çarpan bir yükselişe geçmiş.

Uzman Psikolojik Danışman ve Psikoterapist Esra Alıcı’ya göre, belirli ruhsal hastalıkların yanında, yeni psikolojik rahatsızlıkların da ortaya çıkması mümkün ve bunun sebebi yaşamda değişen koşullar. “Psikolojik rahatsızlıklar kaynağını yaşanan koşullardan alır. İnternetin olmadığı zamanlarda ‘internet bağımlılığı’ndan söz edilemez. İş ve hayat koşullarının zorlaşması ve insanların kendilerinden fazla veriyor olmaları son zamanlarda sıkça duyduğumuz ‘burn out’ yani tükenmişlik sendromuna sebep oluyor. Değişen koşullar kişiler üzerinde baskı yarattıkça stres artıyor ve ortaya yeni tür problemler çıkıyor.” Yaşam koşullarının değiştiği kaçınılmaz bir gerçek. Bu da yeni rahatsızlıkların sebebinin (post hatta hiper) modern yaşam olup olmadığı sorusunu akla getiriyor. Alıcı, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Her çağın kendine has psikolojik problemleri var. Modern yaşam da kendi rahatsızlıklarını üretiyor. Toplumsal olaylar, teknolojik gelişmeler ve gelişen yeni alışkanlıklar beraberinde bazı psikolojik problemleri de getiriyor.” Rahatsızlıkların çoğunun ismi de yeni kelimelerden oluşuyor; psikoterapistin de belirttiği gibi, “Modern dünyada yeni kelimelerle beraber yeni rahatsızlıklar ifade ediliyor.” Henüz birer hastalık statüsünde olmasalar da, şikâyetleri gruplayan ve ifade eden bir isim almış bulunuyorlar

Peki, etrafta dolaşan birer kara buluta benzeyen bu yeni rahatsızlıklardan kendimizi nasıl korumalı? Psikoterapist Esra Alıcı farkındalık kazanmayı, bilgi edinmeyi ve önlem almayı öneriyor. “Kendimizi koruyabilmenin ilk adımı farkındalık ve bilgi edinmektir. Ancak bundan sonra bazı önlemler alabilmemiz mümkün olur. Öncelikle yaşadığımız sıkıntının derecesini bilmek ve erken dönemlerde ilerlemesini engellemek, rahatsızlığın ödeteceği bedelleri daha aza indirger. Bunun yanında stresle baş edebilme yöntemlerinin öğrenilmesi, sosyalleşebilmek için sosyal ve iletişimsel becerilerin geliştirilmesi gerekir. Ayrıca kendimizle olan ilişkimize dikkat etmemiz ve kendi ihtiyaçlarımızı ön plana alıp karşılamamız en iyi korunma yöntemidir.” En çok konuşulan 10 yeni sendrom listesine bakmadan önce, bu vesileyle “stres”i ve kavramı 1936’da “bir adaptasyon rahatsızlığı” olarak tanımlayan Viyanalı doktor Hans Selye’yi de analım.

1- HANGXIETY

İsim vaftizi henüz çok yeni yapılmış sendrom, İngilizce akşamdan kalmışlık (hangover) ve endişe (anxiety) kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşuyor. “Hangxiety” dozu kaçırılmış alkollü bir eğlencenin ertesinde yaşanmış olabileceklerden endişelenmeyi ifade ediyor. Belirtileri, yoğun kaygı ve hatırlamada zorluk. Bu durumun oluşmasında alkolün şeker, tuz, kafein gibi vücutta strese uygun fiziksel koşulları yaratması da rol oynuyor. Eğer kaygı başka ruhsal ve fiziksel koşullardan kaynaklanmıyorsa, alkol vücuttan atıldıktan sonra (alınmış alkol miktarına göre 48-72 saat sonra) devam etmemesi gerekiyor.

2- NOMOFOBİ

Cep telefonsuz kalma korkusu. Kelime İngilizce “no mobile phobia”dan türetilmiş. Cep telefonuyla iletişimden yoksun olunduğu; şarjın bitmesi, internet bağlantısının kopması gibi koşullarda ortaya çıkıyor. İnsan ve bilgisayar ilişkileri üzerine çalışan Yrd. Doç. Çağlar Yıldırım’ın araştırmalarına göre nomofobi, iletişim kuramama, bağlantıyı kaybetme, bilgiye erişememe ve telefonun pratik faydalarını kaybetme endişeleriyle bağlantılı. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin yüzde 42,6’sında nomofobi mevcut. En büyük korkularıysa iletişim ve bilgiye erişimi kaybetmek.

3- İYİ OLMA SENDROMU

Sendrom, ismini Carl Cederström ve Andre Spicer’ın henüz Türkçeye çevrilmemiş kitabı The Wellness Syndrome’dan alıyor. Belirtileri; spor yapılmadığı zaman duyulan suçluluk duygusu, her yemeğin kalori hesabını yapmak, sürekli mutlu olmaya veya görünmeye çalışmak. Araştırmacılara göre, sağlıklı ve mutlu insanlar ahlak açısından da iyi olarak algılanıyor. Daha büyük bir çerçeveden bakıldığında, sağlıklı ve mutlu olmak, şirketlerin çalışanlarına, kapitalizmin tüketicilere daha çok çalışmaları ve tüketmeleri için dayattığı bir zorunluluk olarak görünüyor.

4- KİMLİK HIRSIZLIĞI SENDROMU

Objektif olarak kanıtlanabilir yeteneklerinin olmasına rağmen, bazı insanlar iş dünyasında ulaştıkları seviyeye haksız olarak geldiklerini düşünüyorlar. 1985’te Dr. P. R. Clance tarafından ortaya konmuş sendrom güncelliğini koruyor. Bu kişiler başarılarını kendilerine değil, şans, zamanlama gibi faktörlere bağlı görüyorlar. Sahte olmaktan şüphe edip bunun bir gün ortaya çıkacağı hakkında endişe duyuyorlar. Başarıyı içselleştirememe ve negatif öz eleştiriyse diğer belirtiler arasında bulunuyor. Bu sendromun bazı sebepleri çocukluktan geliyor; ebeveynin zekâ ve başarı vurgulu yönlendirmeleri, aile ortamında destek ve ifade eksikliği gibi. Başarıyı devam ettirememe korkusuysa depresyona sürükleyebiliyor.

5- TÜKENMİŞLİK SENDROMU

Hem psikolojik hem de fiziksel olarak, kronik mutsuzluk ve yorgunluk şeklinde ortaya çıkıyor. 1974’te H. J. Freudenberger’in ortaya koyduğu sendrom, zorlayıcı sosyo-ekonomik şartlarla beraber günümüzde üzerinde en çok konuşulan rahatsızlıklardan biri hâline geldi. Her seviye çalışanı meslek çeşidinden bağımsız olarak etkiliyor. Ebeveynler ve öğrenciler de risk altında. Dinlenmeyle geçmeyen yorgunluk, psikosomatik şikâyetler, kronik stres ve ruhsal enerji kaybı en belirgin özellikleri. Bu durumu çalışma ortamındaki iş yükü, takdir görmeme, belirsiz rol, iş saatleri dışında sürekli erişilebilirlik gibi faktörler tetikliyor. Korunmak için ofiste sınırlar koymak, kişisel zamanı işe değil sevilen aktivitelere ayırmak yardımcı olabiliyor.

6- DUNNING-KRUGER ETKİSİ

Günlük dilde “cahil cesareti” olarak adlandırılan olgu, bilgisiz kişilerin yetkin kişilere göre özgüvenlerinin daha yüksek olmasını bilimsel olarak kanıtlıyor. Diğer bir ismi, aşırı özgüven etkisi. Araştırmacıların isimlerini verdiği psikolojik kavrama göre, bilgisiz insanlar yetkin insanların bilgisini ve kendi bilgisizlik seviyelerini doğru değerlendiremiyor. Deneyin sonucu, bilgisiz kişilerin söz konusu alanda eğitildikten sonra, eksiklerini anlayabildiklerini gösteriyor. Filozof ve matematikçi Bertrand Russell’ın da söylediği gibi, “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”

7-FELAKET YORGUNLUĞU

Artık neredeyse her gün medyada bir felaket haberi yer alıyor. Doğal felaketler, insanın sebep olduğu çevre felaketleri, savaşlar, göçler, terör saldırıları… Daha birinin acısı geçmemişken, diğeri duyuluyor. Dünyanın bu hâli, insanın kötü olayları yaşama ve üstesinden gelme kapasitesini zorluyor. Dr. McNaughton-Cassill’in ismini koyduğu bu sendrom, medyada sürekli felaket haberlerine maruz kalan insanlarda “merhamet yorgunluğu” oluştuğunu; bir tür alışma ve hissizleşmeyle beraber olaylara karşı empatilerini, ilgilerini ve yardımcı olma isteklerini kaybettiklerini ifade ediyor.

8- SELFITIS

Bazı sosyal medya profillerinde kullanıcıların daha fazla selfie paylaşmasının nedeni “selfitis” yani obsesif selfie çekme ihtiyacı olabilir. 2014 senesinde selfitisin Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından hastalık olarak sınıflandırıldığı haberi doğru değildi, ancak yine de konu üzerinde bilimsel araştırmalar yapılıyor. J. Balakrishnan ve M. D. Griffiths, 2017’deki araştırmalarında selfitisin altı bileşeni bulunduğunu belirtiyor: Çevreyi iyileştirme, sosyal rekabet, dikkat arayışı, duygudurum değişikliği, özgüven ve sosyal uyum. Selfie’lerin tehlikeli olabileceğini de belirtmek gerek; 2014-2016 arasında ne yazık ki dünyada toplam 127 kişi selfie çekerken ölmüş.

9- SİBERKONDRİ

Bir rahatsızlığı internetten araştırıp kendine kötü hastalık teşhisi koymanın artık bir ismi var. Sendrom, sağlık fobisi hipokondrinin sanal uyarlaması. Sağlık kaygısına yatkın kişilerde daha çok görülüyor. Ücretsiz bilgi edinimi, anonim araştırma rahatlığı, bilgilenme, teşhis ve tedavi hakkında fikir sahibi olma isteği ve kesin teşhis talebi internetin sağlık araştırmaları için kullanılmasının motivasyonlarını oluşturuyor. Ancak meraklarını gidermek isteyen kullanıcılarda tam tersine endişelerin arttığı görülüyor. İnternet bilgilerinin güvenilmezliği ve belirsizliği de bu duruma katkıda bulunuyor. İnternetteki sağlık bilgilerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini öğrenmek yardımcı olabiliyor.

10- TEKNOLOJİ MÜDAHALESİ

Bu sendrom için, iletişim araçlarının ilişkiler üzerindeki etkisi diyebiliriz. Türkçeye teknoloji müdahalesi olarak çevrilebilecek kavram “technoference”, İngilizce teknoloji (technology) ve müdahale (interference) kelimelerinden oluşuyor. Televizyon, bilgisayar, cep telefonları ilişkilerde paylaşılması gereken zamanı kesintiye uğratarak ilişkiden alınan memnuniyeti, hayat kalitesini düşürüyor, depresyon belirtilerini ve anlaşmazlıkları çoğaltıyor. McDaniel ve Coyne’a göre, teknolojinin sohbetlere veya beraber yapılan etkinliklere müdahale etmesine kasıtlı ya da kasıtsız izin verilmesi, ilişkide bireylerin neye daha çok değer verdikleri hakkında örtük mesajlar içeriyor ve negatif sonuçlar doğurabiliyor.

BENZER YAZILAR