YETİŞKİNLERDE YEME BOZUKLUKLARI

Onlar olgun ve hayat tecrübesi olan kişiler. Ergenlik çağını da atlatabilmişler. Ancak buna rağmen gitgide artan sayıda kadın, anoreksiya ve bulimia gibi tehlikeli  (ve bazen öldürücü) yeme bozukluğu hastalıklarına yakalanıyor. Women’s Health konuyla ilgili ürküten risk faktörlerini araştırdı.
Genelde sadece bir veya iki kâse sade makarna alırdı. Bazen zevk için bir diyet kola içerdi. Ancak gün içinde ne yerse ve ne içerse içsin, Selin* 500 kaloriden fazla almazdı. Aradan bir yıl geçtikten sonra daha fazla yemek yemeye uğraştı. Ancak artık fazla yediğinde, kusmaya başlayana kadar midesi kasılıyordu. Cildinde lekeler oluştu, gözleri çöktü ve saçları dökülmeye başladı. Elbette kendini son derece bitkin hissediyordu.

Selin’in gençliği çalkantılı geçmişti. Ancak ardından harika bir adamla evlenmişti ve kendilerine Arnavutköy sahilinde ufak, huzurlu bir ev kurmuşlardı. Hayat güzeldi… Ta ki, iki yıl önce, kontrolden çıkmış alkolik babası hastaneye yatırılana kadar. Babasının krizleri onun da hayatına karanlık gölgeler düşürdü. Eskiden yaşadığı tüm duygusal sıkıntılar geri dönmüştü. Telefon her çaldığında içine fenalıklar basıyordu. (Arayan doktor muydu yoksa polis mi?) Zaman geçtikçe, babasıyla uğraşmanın verdiği bitmeyen dram hâli, yeme alışkanlıklarını da altüst etti.

Haziran 2011 olduğunda, boyu 1.62 olan Selin 18 kilo vermiş ve 45 kilonun altına düşmüştü.

Yemek sofrasında ailesine katılmamak için mazeretler bulur; bunun yerine ağzından geçecek her lokmayı kendi başına planlardı. En sonunda kocası da huzursuzlanmaya başladı ve bunun üzerine Selin bir doktora gitti. Doktoru bir dizi mide ve bağırsak hastalığını eledikten sonra şunu söylemişti: “Anoreksik olmak için de çok yaşlısınız.” (Selin 43 yaşındaydı.)

Yeme bozuklukları 70’lerde ve 80’lerde teşhis edilmiş birkaç vaka duyulduktan sonra insanların bilincine yansıdı. Hastaların çoğu, ergenlik çağından geçerken vücudunu (ve buna bağlı olarak hayatını) kontrol etmek için anoreksik ve bulimik olmuş genç kızlardı. O dönemde o kadar çok kız bu hastalığa yenik düştü ki, yeme bozuklukları bir gençlik hastalığı olarak damgalandı. (National Eating Disorders Association Yönetim Kurulu Üyesi Doktor Ovidio Bermudez’e göre, bu sorun hâlâ ergen kızlar arasında endişe verici sayıda görülüyor.) Ancak son zamanlarda doktorlar başka bir yaş grubunda da rahatsız edici bir artış fark etti: Bunlar 20’lerinin, 30’larının ve 40’larının sonundaki kadınlardı. Renfrew Merkezi’nin 11 tedavi noktasında, 35 yaş üzerindeki hastaların sayısı son 10 yılda yüzde 42 artış gösterdi. Buna benzer olarak, birkaç yıl önce Denver’daki Yeme Bozuklukları Tedavi Merkezi’ndeki hastaların yüzde 10’u 25 yaşın üzerindeydi; bugünse yüzde 46’lık bir bölüm 30 yaşın üzerinde. 2003 yılında Kuzey Carolina Üniversitesi’nde Yeme Bozuklukları Programı açıldığında ergenler için tasarlanmış olmasına rağmen, şu an hastaların yarısı 30 yaşın üzerinde. Gençlerde olduğu gibi, yetişkinlerdeki yeme bozuklukları da zihin ve vücut hasarı oluşturarak diğer psikolojik hastalıkların hepsinden çok can alıyor. Her yaşta hasta, beyin fonksiyonlarında hasar, kısırlık, diş kaybı, hatta böbrek yetmezliği veya kalp krizi yaşayabiliyor. Hem ergen hem de yetişkinlerde ortak fiziksel belirtiler bulunsa ve her ikisi de derin psikolojik köklere bağlı olsa da, Los Angeles’daki Kadın Psikoloji Merkezi’nden Psikoterapist Jessica LeRoy’a göre hızlandırıcı etmenler oldukça farklı: “Kadınlar yaşlandıkça ve hayatı değiştikçe, farklı stres nedenleri ve bunların tetikleyicileri ortaya çıkıyor.” Bunlar yeme bozukluğuna açılan kapıyı aralayabilir. Ancak yetişkinlerde ortaya çıkan hastalıklar üzerine yapılan araştırmalar sayı olarak az olduğu ve bu konuda yeterli farkındalık olmadığı için, Selin gibi kadınlara yanlış teşhis konabiliyor. Doktor bir sebep belirleyemeyince, Selin ve kocası onun giderek ufalan bedeni ile ilgili başka yerlere başvurdu. Fakat benzer şekilde diğer doktorlar da yeme bozukluğu olasılığını göz ardı etti. Aralarından sadece biri, psikiyatrik yardım alması tavsiyesinde bulundu. Selin korku ve kafa karışıklığı içinde evine geri döndü. Her geçen gün sağlığı daha da kötüye gidiyordu. Sonunda, ergen kızı anoreksik olan bir arkadaşı ondaki belirtileri fark etti ve aileyi bir yeme bozukluğu uzmanına danışmaları konusunda ikna etti. İki yıl boyunca kendini aç bıraktıktan sonra, Selin bir kliniğe yatırıldı ve hayatta kalabilmesi için beslenme tüpü takıldı.

Amerika’daki kadınların yaklaşık yüzde 40’ı diyet yapıyor. Bu kişilerde kilo sıkıntısı erken yaşlarda başlıyor. Mesela 10 yaşına gelen kızların neredeyse yüzde 80’i şişman olduğunu düşünüyor. Uzmanlara göre onların bu takıntısı, popüler kültürün baş tacı ettiği ultra zayıf yıldızlardan kaynaklanıyor.

Fakat yetişkinliğe sağlıklı beslenme alışkanlıkları ile giren kadınların bile, bu imajlar yüzünden bir anda sarsılması imkânsız değil. LeRoy “Eskiden yetişkin kadınların kıvrımlara sahip olması normal karşılanırdı. Yaşlandıkça, özellikle de doğum sonrası vücudun değişmesi beklenirdi” diyor. Ancak artık devir değişti. “Orta yaşlı seksi kadın” imajı, ileri yaş grupları için de yeni bir tür baskının ortaya çıkmasına neden oldu. LeRoy’un işaret ettiği üzere, gebelik sonrasında da ince ve zarif gözükmek kötü bir şey olmasa da, şimdiki sorun annelerin saati geri çevirmek isteyip kendini aç bırakarak, 18 yaşındaki hâline geri dönmeye çalışması.

Tabii ki ünlü günah keçileri, sahnede olan tek kültürel etki değil. Denver’daki Yeme Bozuklukları Tedavi Merkezi’nin Yetişkin Hizmetleri Direktörü Doktor Emmett Bishop’a göre, furyaya dönüşen süper sağlıklı yaşam bilinci de ironik biçimde yeme bozukluklarını tetikliyor: “Mesajın kendisi doğru (akıllı yemek seçimleri, ufak porsiyonlar, bol egzersiz) ve obezite salgını ile mücadelede önemli olsa da, bazı kadınlar yeme bozukluğuna meyillidir ve bu mesajı çok uç noktalara götürebilir” diyor. Bu kadınların sağlıklı beslenme bilincini aşırı yemek kısıtlaması veya hiç yememek için mazeret olarak kullandığını da belirtiyor.

New York’taki Yeme Bozuklukları Tedavi Birliği Direktörü Doktor Sondra Kronberg, en çok risk altında olanların uç karakterli kadınlar olduğunu belirtiyor; mesela ya hep ya hiç felsefesine sahip kişiler. Böyle bir kadın, kırmızı ette yüksek oranda yağ olduğunu duyduğunda bunu şöyle yorumlayabilir: ‘Bütün etler kötüdür ve yağ ile doludur; yememeliyim.’ Tüm bir besin grubunu bu şekilde silmek, kartopu gibi büyüyerek yeme bozukluğuna dönüşebilir.

Kronberg, beslenmeye aşırı önem verilmesinin ve alerji gibi konuların, herhangi bir yeme bozukluğu geliştirmeye yatkın kişileri daha da tetiklediğini ifade ediyor. Başlangıçta gerekli bir kısıtlama gibi görünen (glüten alerjisine karşı buğday alımını kesmek gibi) davranışlar, insanları daha ciddi kısıtlamalara götürebilir ve gerekli besinlerin yeterince alınmasını engeller.

Ancak uzmanlar yetişkinlerdeki yeme bozukluğunun sadece genç görünme ya da aşırı sağlıklı beslenme isteğinden kaynaklanmadığını belirtiyor. Eski bir yetişkin anoreksi hastası olan, Telling ED No! kitabının yazarı Cheryl Kerrigan, “Kısıtlama ya da temizlenme gibi görünen, aslında işin sadece dışa vurulma şekli; gerçek daha derinlerde bir yerdeki duygusal kargaşada gizli. Bazı kadınlar için konu yemek değildir, sadece duygulardır” diyor.

Karen kusmak için parmağını boğazına ilk soktuğunda 26 yaşındaydı. Mersin’de doğup büyümüş, mutlu bir hayatı olmuş ve yeme alışkanlıklarıyla ilgili bir sıkıntı yaşamamıştı. Ancak çalıştığı halkla ilişkiler şirketinde kariyerini ilerlettikçe, yaşadığı stresin dozu da paralel şekilde arttı. (İşin sinir bozucu yönü ise, maaşının bu süreçte hiç artmamış olmasıydı.) Bir gün kocasıyla yemek yedikten sonra banyoya gitti. “İçimde kurtulmak istediğim bir baskı var gibiydi. Onu çıkardıktan sonra kendimi çok daha iyi hissettim” diyor. Sonra sifonu çekip aşağı televizyon seyretmeye indi.

Kısa bir süre içinde Karen gün içindeki kusma sayısını sekize çıkarmıştı. İş yerinde kimse fark etmeden tuvalete gidip kusuyor ve yüzünü yıkayıp masasına dönüyordu: “Tuvalette gizli gizli sigara içen insanlar gibiydim.” Diğer bulimia hastalarının aksine, Karen kalorilerden kurtulmaya ya da bedenini küçültmeye çalışmıyordu. Kusmak onun için kendi hayatına sahip olabilmek gibi bir davranışa dönüşmüştü.

Kronberg, kontrol arzusunun yeme bozukluğu yaşayan yetişkinler arasında yaygın olduğunu söylüyor. Yaşlı ebeveynlerine bakmak ya da mortgage borçlarını ödemek zorunda olan kadınların omuzlarındaki yük gitgide artıyor. Kariyer değişikliği, evlilik, hamilelik ya da boşanma gibi etkenler de kişileri dengesizleştirebiliyor.

Kronberg, “30’lu yaşlarına girdiğinde, kadınlar artık hayatındaki birtakım işlerin üstesinden gelmiş olmak istiyor. Hayatını gözden geçirip değerlendiriyor; boş ve anlamsız bir alan fark ettiğinde kendini iyi hissettirecek bir şeyler yapmak istiyor” diyor. Başarısızlık duygusu da yeme bozukluğunu tetikleyebiliyor. Ancak son yapılan araştırmalar, insanın kendini geliştirme isteği gibi saf bir duygunun da sorun hâline gelebildiği yönünde.

Aynı geçmişe sahip iki kadın benzer kariyer ve beslenme planına sahipse, neden sadece birinde yeme bozukluğu ortaya çıkıyor? Bilim insanları bazı kişilerin genetik yatkınlığı olabileceği ve hastalığın ailede mevcut olabileceği görüşünde.

Ancak yine de ortaya çıkan resim karmaşık: Bu konudan sadece bir gen sorumlu değil. 100 Questions and Answers About Anorexia Nervosa kitabının yazarı Doktor Sari Shepphird, “Bu farklı genetik faktörlerin birleşimiyle ortaya çıkan bir durum. Bazen nesil atlayarak kendi gösterir. Bazen de birkaç nesil boyu sessiz kalıp bir anda ortaya çıkar ya da tam tersi tamamen pasif hâle gelir” diyor.

Amerika’daki Ulusal Yeme Bozuklukları Derneği Eski Başkanı Craig Johnson ise, uzmanların bildiği tek şeyin kişilerde hastalığı tetikleyenin dış dünyadan gelen bir etken olduğunu belirtiyor. Diyet ve egzersiz, değişimde ilk adım. Bir kadın bunlardan birini bile yaptığında, beyin kimyasını değiştirmiş olur. Yapılan çalışmalara göre, anoreksiya ve bulimia hastalarında huzursuzluk ve iştahı kontrol eden bazı beyin kimyasalları düşük seviyede. DNA’nın derinliklerindeki bir bölge de bu değişimle tetiklenebiliyor.

Yeme bozuklukları hakkında henüz genetik testler mevcut değil ama annende ya da kardeşinde böyle bir sorun varsa sende de olacak diye bir şey yok. Ancak aile geçmişinde böyle bir vaka bulunan (özellikle anoreksiya ile ilişkilendirilen mükemmeliyetçilik veya anksiyete yaşayan ya da dürtülerini kontrol edememek, yerinde duramamak gibi bulimia ile ilgili sıkıntılar yaşayan) kadınlar, sıkı bir diyet ya da egzersiz programına başlarken dikkatli olmalı.

İyi haber ise, sonradan yeme bozukluğu ortaya çıkmış yetişkin kadınların iyileşmesinin ergenlik çağındakilere göre daha kısa sürmesi. Shepphired, hastaların yarısının tamamen iyileşebildiğini belirtiyor. Bunun nedeni, 30 yaşın üstündeki bir kadının yardıma ihtiyacı olduğunun daha kolay farkına varması. Ergenlerin aksine yetişkinler zaten tedaviyi kendisi istiyor. Gençlerse ailesi ya da doktoru tarafından terapiye zorlanıyor. (Karen’in durumuna bakarsak, başlangıçta da yaptığının iyi olmadığını biliyordu. Ancak ağlayarak kocasına durumunu itiraf ettiğinde, yardıma ihtiyacı olduğunu tam olarak anlamıştı.)

Eski bir anoreksi hastası olan, Journey to Freedom from Eating Disorders kitabının yazarı Laurie Glass, geçmişte bu sıkıntıyı çeken erişkinlerin, gençlerin programında yer almadığından bahsediyor. Kendisi 2003 yılında, 32 yaşındayken hastalanmış ama yaşından dolayı merkeze gitmeyi reddetmiş. “Üzerimdeki suçluluk ve utanç çok fazlaydı. Kendime, ‘Ben bir yetişkinim, bunu biliyor olmalıydım’ diyordum” diyor. Bir diyetisyenle görüşmeye başlamış. Ama bu çözüm getirmemiş ve 2012 geldiğinde iyice hastalanmış. Neyse ki artık birçok yerde yetişkinler için merkezler açıldığını keşfedip tedavi olmuş. Johnson, “Tıp çevresi sorunun ergenlikten sonra yok olmadığını anlayınca, yetişkin kadınların tedavi olmasının da önü açıldı” diyor. Ve eğer bir şeyden kuşkulanıyorsan, bir yeme bozukluğu uzmanı ile görüşmen gerektiğini söylüyor. Selin da sıkıntısı ilk başladığında birine danışmış olmayı isterdi. Yoğun bir tedavinin ardından, artık o da endişelerini azaltmanın en iyi yolunun duygularıyla başa çıkmak ve sağlıklı bir bedene sahip olmak olduğunu biliyor.

YENİ YEME BOZUKLUKLARI

Yıllar boyunca yeme bozukluğu sözlüğünde sadece iki kelime yer alıyordu: Anoreksiya ve bulimia. Ancak son yıllardaki araştırmalar, pek çok yeni yeme bozukluğu türü olduğunu ortaya çıkardı. 90’lı yılların başında American Psychiatric Association yeni bir kategoriyi tanıttı: EDNOS, yani teşhis edilemeyen yeme bozukluğu. Birçok alt kategori belirlendi. Bu hastalar anoreksiya veya bulimia grubunda yer almayan ama yine de yemekle ve beden algısıyla ilgili sorun yaşayan kişiler olarak belirlendi. Bugün EDNOS hastalarının sayısı, anoreksik ve blumik hastalardan çok daha fazla. Doktor Ovidio Bermudez, “Atipik (alışılmamış) olanlar neredeyse tipik hâle geldi” diyor. İlerleyen sayfalardaki kutularda atipik tanılardan bazılarına rastlayacaksın.

ORTOREKSİYA

Sağlıklı ve doğru yeme takıntısı

Klinik Psikolog Sari Shepphird, “Ortoreksikler yalnızca organik beslenmeye çalışır ve diğer tüm besin gruplarını devre dışı bırakır. Ya da “saf” olarak kabul edilmeyen yiyecekleri yemeyi reddeder” diyor. Anoreksi hastaları gibi kendilerinin şişman olduğunu ya da zayıflamayı düşünmezler. Bazılarında kötü sağlık korkusu, bazılarında ise kontrol bağımlılığı ya da iradesini güçlendirmek gibi takıntılar vardır. İronik bir biçimde, sıkı bir ortoreksik aslında yanlış beslenir.

DRANKOREKSİYA

Yemek yemeyip onun yerine bu kalorileri alkol alımı için kullanmak.

Missouri Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre, kadın üniversite öğrencilerinin yüzde 30’u, kilo almamak veya çabuk sarhoş olabilmek için kalori hakkını içkiye “saklıyor”. Aslında kendini alkolle zehirliyor, cinsel hayatını yok ediyor ve uzun vadede kalp ve karaciğer hastalıkları riskini arttırmış oluyor.

SPORCU ANOREKSİK

Egzersiz yapma bağımlısı

Bu durumdaki kişiler sağlığı için gerekenden çok daha fazla egzersiz yapar. Spor salonunda o kadar çok zaman geçirirler ki, bu iş ve ilişkilerine bile yansır. Shepphird, “Takıntılı spor bağımlıları kusma eylemi yerine egzersiz yaparak kalorilerini yakmaya çalışır. Genellikle rutinini takip etmezse, aşırı derecede rahatsızlık ve suçluluk hissederler” diyor. Ayrıca bu tür hastalar ölümcül kalp problemleri ve depresyon yaşama riski taşır.

AŞIRI YEME

Takıntılı bir şekilde fazla yemek, negatif duygularla ya da stresle başa çıkmak için kullanılır.

Oldukça fazla miktarda yiyeceği çok hızlı şekilde, patlayacakmış gibi hissedene dek tüketirler. Çoğu, bu alışkanlığını saklamak için gizlice yer. Yemeyi bırakacak gücü kendinde bulamaz ve sonrasında kendinden iğrenir. Ancak blumia hastaları gibi kusmazlar. Hepsi aşırı kilolu olmasa da, obez olanlar (ve buna bağlı sağlık sorunları yaşayanlar) risk altındadır.

PREGNOREKSİYA

Hamilelik esnasında aşırı diyet ve egzersiz yapıp doktorların önerdiği 11-16 kiloyu almamaya çalışmak.

Shepphird, “Günümüzde kadınların üzerinde hamilelikte ve sonrasında zayıf görünmesi konusunda daha fazla sosyal baskı oluşmuş durumda. Ancak pregnoreksiya çok ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor” diyor. Açlık çeken anne adayları depresyon, anemi, yüksek tansiyon gibi sıkıntılar yaşayabilirken, az beslenen bebek de ya doğum kusuru ile doğuyor ya da gebelik düşükle sonuçlanıyor.

DİSİPLİN Mİ, HASTALIK MI?

Yemek konusunda mızmız bir kişi ile gerçekten hasta olan biri arasındaki farkı nasıl anlayacaksın?

Her zaman kendini küçümseyen yorumlar yapar, duygusal olarak dalgalanmalar yaşar, yemek pişirme konusunda takıntılıdır ama pişirdiğini de yemez. Yine de onu en çok ele veren şey uç noktadaki fiziksel değişimidir. Bunun yanında hamburger seven bir kişinin bir anda vegan olması ya da gayet sosyal birinin aniden dışarda yemeyi reddetmeye başlaması da dikkat çekici örnekler. Yeme Bozukluğu Tedavisi Uzmanı ve Psikoterapist Christel Parker, “Eğer bu kişinin hayatını yemek kontrol ediyor ya da bir jean’e girebilmek en önemli sorunu oluyorsa, bu ona yardım etme zamanının gelmiş olduğunu gösterir” diyor. İlk başta çekimser olabilirsin ama şunu unutma: Yeme bozukluğu en çok ölümün yaşandığı psikiyatrik durumdur. Parker, yüzde 100 emin olmasan bile arkadaşına müdahale etmeni söylüyor. Yargısız bir biçimde, genel sorular sorarak başla. “Stresli misin?” diye sorabilirsin. Sert olmaktansa destekleyici olmakta fayda var. Eğer konuyu açmak istemiyorsa, onu bir kenara çekip, “Belki benimle aynı fikirde değilsin ama sana önem verdiğim için bazı şeyleri söylemek zorundayım” diyerek söze başla. Herhangi bir tavsiye vermene gerek yok (sonuçta uzman değilsin), ama bazı merkezlerin telefon numaralarını ya da broşürlerini verebilirsin.

Derleyen: Tuğçe Tekmen

BENZER YAZILAR