ZİRVEYE TIRMANIŞ: VOLKAN BABACAN RÖPORTAJI

Bazı insanları tanıdıkça anlarsınız. Anladıkça sever, sevdikçe ondan bir şey öğrenirsiniz. Çevresindeki her şeyden biraz cebine koyarak, doğru bildiği yolda yürümeye çalışan bir genç adam. Sessiz
görüntüsünün altında anlatacak çok sözü var. Volkan Babacan’ı tanıdığınıza memnun olacaksınız. Burcu Kapu‘nun röportajı.

2

Boyu uzun olan sporcuların basketbolu tercih etmelerini beklemek gibi bir klişe vardır. Sen bu boyla neden futbolu tercih ettin?

Aslında doğru söylüyorsun, ben de başta futbolla pek alakalı değildim. Okulda önce basketbol oynamaya başladım, çok da seviyordum. Sana şöyle söyleyeyim, mahallede maç yapan çocukların topu önüme geldiğinde, basket ayakkabılarım eskimesin diye ayağımla vurmaz, elimle alıp çocuklara geri atardım. O zaman basketbol salonda oynanan, üstünün başının kirlenmediği temiz bir oyun gibi geliyordu. Hâlbuki futbolda tozun toprağın içindesin. O derece ilgisizdim. Okulda sadece spor amaçlı basketbol oynuyordum, profesyonel sporcu olmak gibi bir niyet ne bende ne de ailemde yoktu. Babam askerdi. Ben de askeri lise sınavlarına girip, hava harp akademisini kazanmayı hedefliyordum. Bu arada babam hayatı da öğreneyim diye, beni bir akrabamızın kuyumcu dükkânına çırak olarak yolladı.

Peki futbola nasıl ısındın?

Bir gün müdür yardımcısı beni yanına çağırdı. O zaman 13 yaşındaydım, okulda en uzun boylu bendim. Okul futbol takımı seçiliyormuş, beni de kaleci olarak düşünmüşler. Tamam dedim ama hiç istemiyordum. Ertesi gün okula gitmedim. Sonraki gün gidince sıkı bir fırça yedim. Baktım hâlâ beni antrenmana çağırıyorlar, açık açık istemediğimi söyledim. Hocam Ahmet Karsavurdan, “Bu senin isteğinle olacak bir şey değil. Bu bir okul takımı, sen de bu okulun bir öğrencisisin ve bu takıma katkı yapman gerekir” dedi. Bana bir çift eldiven ve krampon aldı. Bir çocuğu tam canevinden vuracak hareket. Birinin beni düşünmüş olması çok etkilemişti. İşte böyle başladım.

Futbolu profesyonel oynamaya o Antalya şampiyonluğundan sonra mı karar verdin?

Evet, takımdan arkadaşlar Fenerbahçe’nin seçmelerine gidecekti. Ben de gitmek istedim ama seçilme fikri hiç kafamda yoktu. Arkadaşlarımla İstanbul’a gideceğim, dolaşacağım, ne güzel diye düşünüyordum. Seçmelerde Yavuz Şimşek ile tanıştım. 2-3 dakika bana top attı, sonra “Tamam, duşunu al odama gel” dedi. Gittim yanına, “Sen hiçbir şey bilmiyorsun” dedi. Ben de o ana kadar kendimi Antalya’daki en iyi kaleci olarak görüyordum. Şampiyon olmuşuz falan, bir havalıyım. Pat diye öyle deyince bir an bozuldum. Sonra “Kalecilik tekniği olarak hiçbir şey bilmiyorsun ama fiziğin yeterli. Eğer akıllı olursan ve sana göstereceklerimi hayata geçirebilirsen, iyi bir kaleci olabilirsin” dedi. Ben o mutlulukla Antalya’ya ailemden izin almaya gittim.

Aileme “Gelin Beni Alın” Dedim

Tahminimce o izin pek kolay çıkmadı. 

Ne diyorsun, duyunca herkesin yüzü bir düştü, kimse istemiyor. Eyvah dedim. İki günüm var İstanbul’a geri dönmek için. Beni aldı bir panik. Bizim ailede bir alışkanlık vardır. Önemli bir karar alınıyorsa, akşam yemeğinde babam herkese tek tek fikrini sorar. O akşam da benim için oylama yapıldı. Kimse gitsin demedi. O yaşta benim başka bir şehirde yaşama fikrim bile dayanabilecekleri bir şey değildi. Bütün hayallerim yemek masasında söndü. Sonra akşam babam beni yanına çağırdı, gidebilirsin dedi. Kararı değişir diye korkumdan, “nasıl, neden” diye sormadım. Aradan yıllar
geçtikten sonra babam, “Eğer biz sana o gün engel olsaydık, sen ileride bize sitem edip ‘Ben de bir Rüştü olacaktım’ diyebilirdin” dedi.

Ailenden uzakta ilk gecen nasıl geçti?

Pek kolay günler değildi. Tesislerde, Dereağzı’nda kalıyordum. İlk gece hiç uyuyamadım. Ertesi gün ailemi aradım. Cep telefonum da yok. Yakında bir büfe vardı, oradan arıyordum. Ağlayacağım
ama onlara belli etmeyeyim diye ağlayamıyorum. Konuşmanın yarısında dayanamadım, “Gelin beni alın, yapamayacağım” dedim. Sonra Yavuz Hoca’ya gittim, dönmek istediğimi söyledim. Hoca bana ne kadar şanslı olduğumdan, milyonlarca gencin orada olmak istediğinden bahsetti, hafiften de bir fırça attı. Ben tekrar ailemi arayıp dönmüyorum dedim. Benim üzerimde emeği çoktur.

Fenerbahçe Türk futboluna önemli kaleciler kazandırdı. Bu konuda rakiplerinden bir adım önde. Neyi farklı yapıyorlar?

Engin İpekoğlu, Rüştü Reçber, Volkan Demirel peş peşe gelen Türk futbolu için önemli isimler. Bizim zamanımızda her sabah sadece bize özel kaleci antrenmanı yapıyorduk. O dönemde o yaş grubunda bunu yapan tek kulüp olabiliriz. Akşamları da takımın antrenmanına katılıyorduk. Bir de Fenerbahçe tercihini yerli kalecilerden yana kullandı. Engin Abi sakatlanınca, yabancı kaleci transfer etmektense Rüştü Abi’ye şans verildi. Ve hep böyle devam etti.

Bir kaleci olarak kendini maç sırasında yalnız hissediyor musun?

Kaleci kötü gol yediği zaman kendini çok yalnız hisseder diye bir görüş vardır. Hatta kameralar o golden sonra direkt onun yüzüne fokus yapar. Bence öyle değil. Onlar beni koruyorlar, ben de onları koruyorum. O yalnızlık psikolojisini ben pek doğru bulmuyorum.

Küçük Farklar, Büyük Sonuçlar Doğurur

Uzun süre baskı kurarak oynadığınız, topla buluşamadığın zamanlarda konsantrasyonunu nasıl koruyorsun?

Zaten kalecideki en büyük problem konsantrasyon. Kaleciler arasında çok büyük farklar olduğunu düşünmüyorum. Belli bir limitten sonra çok ufak farklar, çok büyük detayları ortaya çıkarıyor. Ben çok uzun süre topla buluşamadığım zamanlarda hep, “Şimdi çok zor bir top gelecek ve ben onu inanılmaz bir şekilde kurtaracağım” diye hayal kurarım.

Konsantrasyonunu geliştirmek için yaptığın özel bir çalışma var mı?

Milli Takım’da Alper Boğuşlu hocamızın bana söylediği ve kendime felsefe edindiğim bir şey var. İki sene önce Manisaspor’da oynuyordum, hedefim tabii ki burasıydı. Orada oynadığım zamanlar bir şekilde idare ediyordum ama artık yukarıdayım, zirveye yakın. Zirvede oksijen de daha az, daha soğuk, üzerine daha kalın bir şeyler giymen lazım, cebine ekstra yemek koyman lazım. Yani zirveye çıkmak ve kalmak istiyorsan, donanımını artırman lazım. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Her şeyi cebime koymaya, biriktirmeye çalışıyorum. Her hafta düzenli gittiğim, hedeflerim
hakkında ve nasıl ilerlemem gerektiği hakkında konuştuğum bir profesyonel var. Sadece saha içi diye de düşünme. İnsan ilişkilerinden sosyal yaşama kadar, her konuda fikir aldığım biri. Çünkü sosyal hayatında yaşadığın sorunlar, gün gelir profesyonel hayatını da etkiler. Hangi ortamda nasıl olmalıyım, hangi yönlerimi ön plana çıkarabilirim, mesela üç dakika konuşacaksam
o sürede herkese nasıl hitap edebilirim, nasıl etkin mesaj verebilirim gibi konularda çalışıyorum.

Fenerbahçe’de bir Türkiye Kupası finali var. Senin de kendi performansını pek beğenmediğin ve çok da eleştirildiğin o süreçte neler hissettin?

Fenerbahçe’de oynadığım süre boyunca, Beşiktaş’la kupa finalinde oynadığım gibi kötü bir maç oynadığımı hatırlamıyorum. O güne özel bir etken de yoktu. Bir anlık konsantrasyon kaybıydı belki, bilmiyorum. Bundan sonra hiç kötü maç çıkarmayacak mıyım? Elbette yine kötü maçlarım olacaktır. O dönem Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı kazanamayalı çok uzun yıllar olmuştu, o yüzden çok
kıymetliydi. Topa çıkarken çok sert bir düşüş yaptım. Böylesini ben de beklemiyordum.

Kayseri’de de pek forma şansı bulamadın.

Fenerbahçe maçında yediğim golden sonra çok acımasızca eleştirildim. Süleyman Hurma o zaman kulüpteydi, bana “Taraftarın çok baskısı var, o yüzden seni oynatamayacağız” dedi. Odadan çıktım, televizyonda kadro dışı kaldığım haberini gördüm. Yani bana tebliğ etmeden önce basının zaten haberi varmış. Beni tanıyan herkes bilir, öfkesini, heyecanını, sevincini belli edebilen biri hiç olamadım. Hep içimde yaşarım. Kadro dışı kalmak insana çok gurur kırıcı geliyor. Ben de o noktada bir adım daha geri gelip, Manisaspor’a transfer oldum. Orada da takım ligden düştü.

O süreçte bırakmayı düşündün mü?

Hiç düşünmedim. Her şeyin benim elimde olduğunu biliyordum. İki yıldır düzenli oynamıyordum. Hiçbir kulüp bu kadar uzun süre forma giymeyen bir kaleciyi transfer etmek istemez. Ben de Manisaspor’da ve PTT 1. Lig’de kalmaya karar verdim. O sene iyi geçti, play-off finali oynadık. Sonra bir yıl daha geçirdim orada ve Başakşehir’e geldim.

BENZER YAZILAR